Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın yeni İşkolu İstatistiklerini yayınlamasıyla, Türkiye'deki sendikal örgütlenmenin ne düzeyde olduğu gözler önüne serildi. Özetlememiz gerekirse; 10 milyon 881 bin sigortalı işçinin 1 milyon bin sendika üyesi… Bu bir milyon işçinin de ancak 600 bin kadarı toplu iş sözleşmesi yapabiliyor. Devletin resmi tahminlerine göre 10.2 milyon civarında olan kayıtdışı, yani sigortasız çalıştırılan işçileri de dikkate alırsak, emek örgütlenmesinin yerlerde süründüğünü kolaylıkla görebiliriz. İstatistiklerin yayınlanmasıyla, 92 sendikadan 48'inin yüzde 1'lik yetki barajının altında kaldığı meydana çıktı. Tabi, barajın 3.5 yıl sonra yüzde 2'ye, 5.5 yıl sonra da yüzde 3'e çıkacağını aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. RİSK ve FIRSAT Bu durum, işçiler ve sendikalar bakımından ciddi bir handikap değil mi? Evet, meseleye düz bir pencereden baktığımızda, önümüzdeki 5.5 yıllık süreç içinde sendikaları ciddi bir ‘yetki riski'nin beklediği ortada. Yüzde 1'lik barajın bile 92 sendikadan 48'ini safdışı bıraktığını düşünürsek, yüzde 3'lük barajın neleri önümüze getireceği tahmin edilebilir. Her şerden bir hayır çıkabildiği gibi, bu yetki barajı sorunundan da, emeğin örgütlenmesine yönelik hayırlı bir sonuç meydana gelebilir. Geriye doğru baktığımızda, Türk sendikacılığının, genel olarak ‘kamu kesiminde' örgütlü olduğunu görmekteyiz. 1980'li yıllara kadar, kamunun ‘büyük patron' olmasından ve kamuda örgütlenmenin kolaylığından dolayı, sendikalaşma oranımız hiç de fena sayılmayacak durumdaydı. Sonrasındaki özelleştirmelerle birlikte, devletin patronluk oranının azalmasına paralel şekilde, sendikalı işçi oranı hızla geriledi. Özel sektör patronları, işyerlerini canlarının istediği gibi yönetmeye fena halde alıştığından, öyle karşısında sendika-mendika istemiyordu. Sendika hevesine kapılan işçileri de tez elden kapının önüne koyuveriyordu. Geneli devlette örgütlü olan sendikalar ise, cılız bir ‘Özelleştirmeye karşıyız…' söylemiyle, vaziyeti idare etmeye çalışıyordu. Ama deniz bitti. Özelleştirilen birçok işyerinden sendika tasfiye edildi. Buna karşılık Türk sendikacılığı, içine sürüklendiği ‘sendikasızlaştırma kumpasından' kurtulma yönünde etkili hamleler yapamadı. İşin daha da vahimi, Türk-İş ve bağlı sendikaları, karşılarında rakip olabilecek sendikaların kurulmaması adına, barajlı-engelli sistemin devamına oynadılar. Şimdi ise takke düştü, kel göründü. Türk-İş'in TOBB ile el ele vererek çıkardığı yüksek barajlı sendika düzeni, bizzat Türk-İş'e bağlı sendikaların yarısı da dâhil, 48 sendikayı ‘yetkisiz' konuma düşürdü. Evet… Bu sıkıntılı durum, emeğin örgütlenmesinde yeni ve canhıraş bir hamleyi beraberinde getirebilir. Yetki barajının yüzde 3'e yükseleceği gerçeği, sendikaları rehavetten kurtarıp, tabana dönük esaslı bir örgütlenmeye sevk edebilir. Böylece sendikalar yetki barajını aşmaya yetecek üye sayısını zorlarken, tabandaki işçi de sendikalı olma fırsatını yakalayacaktır. YİNE EĞİTİM Elbette böylesine bir sendikal çıkış, ciddi bir eğitim faaliyetini gerektirir. Sendikalar, öncelikle kendi teşkilatlarının ve tabanlarının bilgi-bilinç düzeyini yükseltecek, kapsamlı bir eğitim seferberliği yürütmek zorundadır. Ancak böylesi bir bilinçlenme seferberliğinden sonra sendikalar tabandaki işçiyle bütünleşme zeminini yakalayabilir. Sendikal hareket, başlangıçta ‘bilek gücüne' dayalı bir hak arama mücadelesi vermiştir. Çünkü geçmişin işçisi, genel anlamda ‘kol gücünü' pazarlayan işçiydi. Günümüzün işçisi ise, kol gücünden ziyade ‘aklını-bilgisini' pazarlayan işçidir. Doğal olarak, bugünün sendikal mücadelesinin de akıl temelinde yürütülmesi gerekmektedir. Böylesi bir mücadelenin temel dayanağı da ‘eğitim' olmak zorundadır. İşte bu noktada, eğitim meselesini bir ‘sendikacılık kültürü' haline getirmiş bulunan, Hak-İş üyesi Öz Orman-İş'i örnek olarak zikretmek istiyorum. Orman Teşkilatı ve TİGEM'lerde 25 bin dolayında üyesi bulunan Öz Orman-İş, geride kalan 2-3 yıl içinde, bu üyelerinden 5 bin kadarını ciddi eğitimlerden geçirdi. İşçiler bu eğitimler sayesinde; örgütlenme de dâhil olmak üzere, ne gibi yasal hakları bulunduğunu öğrendi… Toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan hak ve menfaatlerini noktasına-virgülüne kadar bilme fırsatını yakaladı. İş sağlığı ve güvenliğinin ne demek olduğunu ve bu konuda ne gibi hakları ve yükümlülükleri bulunduğunu idrak etti… İşyerlerindeki ‘mobbing' gerçeğini keşfederek, bu tür yıldırmalara karşı hangi yasal güvenceleri bulunduğunu belledi. Ve nihayet, işyerinde ve günlük hayattaki insan ilişkilerinde nasıl ‘etkili iletişim' kurabileceğinin yollarından haberdar oldu. Tekrar edelim; emeğin hakkını aramada en geçerli mücadele yöntemi, bilgiyle donanmaktır.