RÖPORTAJ: TUĞBA POLAT

-Marangozluk yaparken size getirilen sazları tamir ederken, ilk sazınızı yapmışsınız?
-Marangozluk bütün mesleklerin babasıdır. Çekiç, testere, keser, bıçkı gibi birçok ürünü kullanıyorsunuz. Bu arada 50-60 yıl önce kullandığım bütün aletleri saklıyorum ve lazım oldukça kullanıyorum. El sanatları müthiş bir güzelliktir.
Gençliğimde mobilya, doğrama, kalıpçılık üzerine dükkan açtım ve 15-25 yaş aralığında orada çalıştım. O dönem saz yapımı çok gelişmiş değildi. Ben de klasik bir marangoz değildim. Mesela kendi evimi sıvası hariç her şeyiyle ben yaptım.

-Bu kadar farklı meziyetlere nasıl sahip oldunuz?
-Bu her insanda mevcuttur fakat insanın bunu kendinde keşfetmesi zordur. Cenabı Allah, Kuranı Kerim'de Bakara suresi 30.ayette;
''Hani Rabbin meleklere, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Onlar, "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz." demişler.
Allah da, "Ben sizin bilmediğinizi bilirim" demişti'' diyor.
Halife ne demek? Yeryüzündeki temsilci demek.
Bizatihi eşrefi mahlukat… Eşrefi mahlukat, varlıkların en şereflisi olan insandan; Hz. Muhammed'i, Hz. İsa'yı, Hz. Davud'u, Hz. Adem'i, Hz. Süleyman'ı çıkarmış. Yeryüzünde Allah'ın temsilcisidir insan.
Kendinde olan Allah lafzı celalin dışındaki 99 sıfatı insana vermiştir. Nedir?
Rahman, merhametli değil misin? Kadir, bir yemek yemeye kadir değil misin? Kahhar, kızmıyor musun? Basir, bakıyorsun, Semi, görüyorsun… Yani her ey aslında eşrefi mahlukat olan insanda vardır. Fakat insan kolay kolay keşfedemez.

-Siz nasıl keşfettiniz peki?
-Ben keşfetmedim. O keşfettirdi. Mesela bir şey lazım olduğunda, şöyle-böyle derken çıkıyordu ortaya. Ben marangozluk yaparken, bir arkadaş tamir etmem için sazını getirdi. Tamirini yaptım. Sahibi almaya geldiğinde, beğenmeyip satmak istediğini söyledi. Bende kendisinden satın aldım. Onları yapmaya başladım. Onunla askere gittim.

-Giderken çalmayı öğrenmiş miydiniz?
-Tabi, öğrenmiştim. Manisa'da askerdeyken gazino için seçmek istediler. Allah nasip etmedi orayı. Ben orada 2.5 acemilik yaptıktan sonra beni okuma-yazma okuluna ( Ali okulu) verdiler. Ali okunun özel bir statüsü vardı. Yemekleri porselen tabaklarla yerdik. Özel ihtimam gösterirlerdi. Ben orada çavuşluk yapıyordum. Gündüz askerlik yapıyordum. Gece ise bir sınıfım vardı okuma-yazma öğretiyordum. Çektiğim resimler var o sınıflarda. Askerde berberlik yaptım, ayakkabı boyacılığı yaptım.
Biz giderken askerlik 24 aydı. Benim son 5 ayım kaldığında ise askerlik 20 aya inmişti. Benim bir ay iznim vardı. Velhasıl terhis olabiliyordum. Ama komutan arkadaşların hepsinin tezkeresini dağıttı, benimkini vermedi. Ben okulun birçok şeyden sorumluydum. Berberlik, kovuşlar, ayakkabı boyacılığı… Komutan bana:
''Sen nereye gidiyorsun. Kendin gibi birini bulmadan gidemezsin'' dedi.
Şaka mı, gerçek mi söylüyor acaba diye düşünmedim değil. En sonunda
''Madem öyle beni burada işe alın '' diye cevap verdim.
''Maalesef olmuyor alamıyorum'' dediğinde sohbetimiz sonlandı. Sarılıp, helalleştikten sonra teskeremi alabildim.
Siverek'e döndüm. İnanın ki yol param ancak vardı. Hatta Antep'e geldim, Siverek'e dönebilmek için saatimi rehin bıraktım.
Müziğe zaten merakım çoktu. O zamanlar çektiğim fotoğraflarım var. 1982 yılında bir televizyon programı çekmeye geldiler. Kayıtları bende hala duruyor. En sonda hastaneye girdim orda çalışmaya


-Çokta iyi gidiyormuş marangozluk işi, neden bıraktınız?
Ben bırakmadım, Rabbim bıraktırdı. Başka işler vardı herhalde. Hastanede 25 yıl çalıştım. Sonrasında ayrıldım. Ayrılmadan önce; araştırmalara, kitap çalışmalarına başladım. Rabbim öyle bir program oluşturdu ki hiçbir insiyatifim yok. ''Nerede yürü'' dediyse orada yürüdüm. ''Nerede dur '' dediyse orada durdum. Böyle geçmiş bir hayat

-Osmanlıcayı, saz çalmayı, şiir yazmayı kendini kendinize öğrenmişsiniz. Şöyle diyebilir miyiz Aşık Elvan, bu gibi meselelerde eğitimden ziyade istek - yetenek daha mı önemli?
-Öncelikle evet hepsini kendim öğrendim. Sadece bana bildiğime dair bir belge verdiler. Soruya gelecek olursak; en önemlisi Allah'ı tanımak ve O'na teslim olmak. Bırakın o her şeyi sizin için ayarlar.

-Tevekkül etmek.
-Bakın biz tevekkülü yanlış anlıyoruz. Tevekkül elini kolunu bağlayıp beklemek değildir. Ne geldiyse O'ndan geldiğini bilmektir. Bugün tevekkül de, tasavvuf da yanlış anlaşılan kavramlardır.
Bugün şeyh olmak, mürid olmak yanlış anlaşılır. Müridler, şeyhine maalesef taparcasına bağlanıyor. Onu gördüğünde Allah 'cc)'ı, Muhammed (sav)'i unutuyor. Halbuki Muhammed (s.a.v) unutulmaz. Aşık olunur..
Buraya bir hoca geldi. Kendisinin büyük bir alim olduğunu iddia ediyordu. Ben bilemem öyle mi değil mi. Kendisine ''Hocam, insan Allah'la konuşur mu'' diye sordum. Sessiz kaldı.
''Allah'ım ben seni seviyorum, dedim. Şimdi beni duymadı mı?'' şeklinde tekrar sordum.
''Duydu'' dedi. ''Eeee dedim, işte konuştum Allah'la''..

-Her namazda yaptığımız bu aslında.
-Her namazda yaptığımızı da doğru dürüst yapmıyoruz. Ama Allah kabul eder, etmez onu sadece Allah bilir. Belki senin bir "Allah'ım" demen, bir karıncaya el uzatman seni kurtarır. Kimisi de hacca gider, eli boş döner.. Peygamber Efendimiz demiyor mu; ''Kimseyi haccı, orucu, zekatı, namazı kurtarmaz. Sadece Allah'ın rahmeti kurtarır..
Gelen misafirlere her zaman söylüyorum. Allah'ı, peygamberini ve ezeli düşmanımız şeytanı gerçek anlamda tanımıyoruz. Kuran'dan bir şey anlamıyoruz. Belki kalpten gelerek Allah'ım dememiz bizi kurtuluşa ulaştırabilecekken.. Bilinçsiz bir şekilde sabahlara kadar kılınan namaz bizi bir yere ulaştırmaz. Ben ibadetimi Allah'ı tanıdığım, sevdiğim için yapmalıyım. Kurtulmak için değil..

-Hastanede çalışırken Kadiri tarikatına bağlanmışsınız. Bu durum hayatınızda neleri değiştirdi?
- Çocukluktan beri bağlıyım. Ben farkında olmadan, zaten çocukluktan beri tasavvufi bir hayat yaşıyordum. Siverek'e 1944-1945 yıllarında askeriyeye gelen Albay Ahmet Hicri Alpaltay sayesinde, Kadiri tarikatının öğretileri daha bilinçli bir şekilde öğrenildi. Rahmetli babam da o tarikata intisap etmişti. Ama sadece verilen tesbihatları çekiyordu.
Bu şekilde devam ederken 1977-1978'de o Albay'ın yetiştirdiği bir fakirle tanıştım. O yıllarda ben rüyamda Ahmet Hicri Babanın, Siverek'e geldiğini gördüm. Gördüğüm rüyanın ardından, bağlı olduğum fakire gidip anlattım.
O da: ''Bizi çağırıyor, gidelim'' deyince atlayıp gittik. Gittiğimiz yıllarda da olayların zirve yaptığı dönemlerdi. 12.00-01.00 sıralarında Bandırma'ya ulaştık. Ben ve iki-üç arkadaşım birlikteydik. Gecenin bir yarısı, adres sormak için polis bile yoktu. Bandırma'yı, hiçbirimiz bilmediğimizden öylece yürürken bir adamla karşılaştık. Selamlaştık, adresi sorduk meğerse o da oraya gidiyormuş. Bize yol gösterdi sağ olsun..
Hicri Baba'nın şekerden mütevellit ayağı simsiyahtı. Kendisiyle tanıştık, ziyaretimizi yaptık. Hatta ayrılırken benim için ''Bu çocuk çok akıllı, kıymetini bilin'' demişti.. Ben giderken teyip, fotoğraf makinesi götürmüştüm. Garanti olsun diye yeni iki kaset aldım yanıma. İzin istedim fotoğraf çektim, çekildik. Sadece kasete kayıt etmek için izin almamıştım. Neyse konuşmalarını kaydettim.. Nasıl mutluyum Hicri Baba'nın sesini kaydettim diye..

Siverek'e döndüğümde iki kasetin de kayıt yapmadığını fark ettim. Habuki daha önce denemiş, kontrol etmiştim. Çok şaşırdım..
-SON-