Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yeni yılda, vergilendirmede uç değişikliklere gidileceğinin işaretlerini verdi. Şimşek'in açıklamaları, basında ‘Zengin Vergisi' bağlamında yankısını buldu. Türkiye'de kamu bütçesi, Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli açık verdi. Yalnızca Cumhuriyet döneminde değil, Osmanlı'daki malî yapının bozulmasından itibaren bütçe açıkları hayatımızın bir parçası haline geldi. Sevindirici olan, son yıllarda bu açıkların giderek azalması, kabul edilebilir ve yönetilebilir düzeye inmesidir. Devletin bütçe açıklarını kapatma yolunda atılan ilk ‘işe yarar' adım, merhum Necmettin Erbakan'ın Başbakan olduğu dönemde, kamudaki tüm kuruluşlara ait hesapların tek bir havuzda toplanmasıyla atılmıştı. AK Parti Hükümetleri, sağlanan siyasî istikrarın da desteğiyle, bütçe açıklarını azaltmada övgüyü hak eden mesafe aldırdı ülkeye. 2013 yılı için öngörülen 404 milyar liralık bütçede, 370.1 milyar liralık gelire karşılık 33.9 milyar liralık açık öngörülüyor. Bu, beklenen açık oranının yüzde 9'un altına düşmesi demektir ki, geçmişteki açıklarla kıyasladığımızda, kabul edilebilir bir rakamdır. Bütçe açığını kapatmanın en bilinen yolu, vergi gelirlerini artırmaktır. Hükümetlerin, para lazım oldukça vergileri artırması, genelde alışık olduğumuz bir uygulamadır. Böyle hallerde, çoğunlukla ‘kümesteki kazları yolmak' daha kolay olduğundan, mevcut vergi mükelleflerinin yükü biraz daha artırılır. Ancak Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in beyanları, bu defa daha farklı bir vergi geliri artışının hedeflendiğini gösteriyor. VERGİDE ADALET Yeni vergi çalışması; ücretlerin asgari seviyeden gösterilmesini önlemeden başlayıp, rantiyenin elde ettiği faiz, temettü ve kira gelirlerinin birleştirilip, daha yüksek orandan vergilendirilmesi ve kentlerde üretilen rantların da vergiye tabi tutulması gibi bir dizi yeni düzenlemeyi içeriyor. Vergi reformunun hedefi, yalnızca ‘daha fazla vergi geliri elde etmek' olmamalıdır. Bundan daha önemlisi, vergide adaleti sağlayabilmektir. Kabul edelim; Türkiye'de vergi ‘gelirden' değil ‘harcamadan' alınmaktadır. Dolaylı vergilerin yüksekliği, ülkede ‘vergi adaleti düzeyinin' hayli aşağılarda olduğunun da bir göstergesidir. Hükümet vergi sistemini düzeltirken, bu gerçekliği gözardı etmemelidir. Gelir vergisi dendiğinde, akla gelen hep ‘ücretlerden yapılan kesinti' olmaktadır. Diğer bir deyişle, vergi yükü, bordro mahkûmlarının sırtındadır. Başta kuyumcular, avukatlar, muayenehanesi olan doktorlar, lokantacılar olmak üzere bir yığın serbest meslek erbabının vergi levhaları incelendiğinde, ödedikleri ortalama verginin, bir asgari ücretliden pek de fazla olmadığı görülmektedir. Bu çarpıklık zaman kaybedilmeden düzeltilmelidir. Eğer ‘vergi reformu' adı altında, yalnızca ‘bordrosu aldığından düşük gösterilen' ücretlilerin dalına binilirse, mevcut kayıtdışılığı daha da körükleyecek sonuçlar ortaya çıkabilir. KAYITDIŞILIK Türkiye'deki vergi sorunu, aynı zamanda bir ‘kayıtdışılık sorunu'dur. Kayıtdışılık sorunu ise, ‘örgütsüzlük meselesi'dir. Çalışanların örgütlenemediği her işletme, aynı zamanda bir ‘kayıtdışılık cenneti'dir. Eğer bugün Türkiye'deki gelir vergilerinin yüzde 60'ı, 300-500 büyük firma tarafından sağlanıyorsa, en önemli sebebi, o işletmelerin ‘kayıtlı' olmasıdır. Hükümet; vergi gelirlerini artırmak, vergide adaleti sağlamak, kayıtdışılık ve karapara gibi pis işleri bitirmek istiyorsa, bunda en büyük yardımcısının ‘örgütlenmiş işyerleri' olduğu gerçeğini gözardı etmemelidir. Örgütlenmeden anladığımız, ‘sendikalaşma'dır. Sendikanın girdiği bir işletmede, ücretler gerçek haliyle bordrolara yansıtıldığı gibi, mal giriş ve çıkışları da tamamen kayıt altına alınır. AK Parti, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası'nı çıkarırken, işverenlerin baskısıyla, 30'dan az işçi çalıştıran işletmelerde, yasanın sağladığı sendikalaşma güvencelerini safdışı bıraktı. Bu, kayıtdışılığın panzehiri olan sendikalaşmaya karşı vurulmuş bir darbe olduğu gibi, AK Parti karşıtlarının da ekmeğine yağ sürdü. Dolayısıyla Hükümet, yeni vergi düzenlemeleri yaparken, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası'nda yaptığı bu hatayı düzeltecek adımları da atmalıdır. ALKIŞLANACAK BİR ÖNERİ Söz buraya gelmişken, Hak-İş'e bağlı Öz İplik-İş Sendikasının önerdiği ‘Beyaz Bayrak' uygulamasından da söz etmeliyiz. Öz İplik-İş Genel Başkanı Murat İnanç, tıpkı turizmde bazı standart ve yeterlilikleri yakalamış işletmelere verilen ‘Mavi Bayrak' gibi, yasalara ve sendikalaşma dâhil çalışanların haklarına saygılı davranan işletmeler için ‘Beyaz Bayrak' uygulaması getirilmesini öneriyor. Bana hiç de fena bir fikir gibi gelmiyor. Eğer turistik tesisler için ‘Mavi Bayrak' almak bir anlam taşıyorsa, tüm işletmeler için ‘sosyal sorumluluk ve hakkaniyet içinde hareket ediyor' anlamına gelen ‘Beyaz Bayrak' almak da anlam taşıyacaktır. Geçmişte toplu taşıma araçlarında bile ‘hak zannedilen' sigara içme eylemi, bugün artık ‘üçüncü sınıf insan' imajına sebep olabiliyorsa, Beyaz Bayrak da benzer etkiyi gösterebilir. Zamanla, işletmesine Beyaz Bayrak asamamış işletmeler, bunun ezikliğini ve utancını hisseder hale gelebilir. Öz İplik-İş'i ve Genel Başkanı Murat İnanç'ı kutluyor ve tüm sendikaların bu konuya sahip çıkarak, yeni fikirlerle bu öneriyi desteklemesini diliyorum. Bugünün emek mücadelesinin ‘bilek gücüyle' değil, ‘zihin gücüyle' yapıldığını anlamamız gerekiyor.