Tasavvuf; bir inancın ve onun oluşturduğu medeniyetin ‘en süzülmüş ifadesidir' şeklinde bir tanım yaparsam, inşallah haddimi aşmış olmam. Yaşadığımız topraklar, İslam tasavvufunun lâyıkıyla kemalini bulduğu yerdir. Bu milletin İslam'ı idraki ve o idrak çerçevesinde geliştirdiği derin tefekkür, tasavvufun değişik meşrepleriyle; ama en güzel, en nezih şekilde tezahür etmiştir. Tasavvuf aynı zamanda, içinde geliştiği toplum için, ‘sığınılacak bir liman' niteliği taşır. Millet için moral kaynağı; dayanılacak bir manevî duvardır. Elbette toplumun tüm fertlerinin ‘ehl-i tasavvuf' olması gerekmiyor. Küçük de olsa bazı samimi toplulukların o bayrağı taşıyıp, kuşaktan kuşağa nakletmesi, milletin ihtiyacı olan manevî pınarları yaşatmaya yeterli olur. Kanımca Türk Milleti, İslam'ın ‘süzülmüş idraki' olan tasavvufu en güzel ve samimi şekliyle yaşayan ve yaşatan millettir. Pîr-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevî'den bu yana sürüp gelen idrak pınarı; Mevlevîlik, Nakşîlik, Kadirîlik, Bektaşîlik ve Rufaîlik gibi değişik yol, yöntem ve meşrepler içindeyaşamış; gönül dünyamızı aydınlatmıştır. PÎR-İ SÂNİ Haddimi aşarak, uzmanlığım olmayan bir konuda yaptığım bu girişten sonra, lafı, Afyon'daki Mevlevîhaneye getirmek istiyorum. Burada kullandığım bilgilerin büyük bölümünün kaynağı; Afyon Mevlevîhane Müzesi Müdürü, değerli Tarih-Araştırmacısı, Gazeteci-Yazar Sayın Hasan Özpunar'dır. Yeri gelmişken, kendisini, Afyon'un kültür ve tarihine verdiği emeklerden ve hizmetlerinden dolayı kutlamak istiyorum. Evet… Hazret-i Mevlana'nın mekânı ve Mevlevîliğin anayurdu Konya olmakla birlikte, Afyon da ‘ikinci merkez' kabul edilebilir. Bunun tarihî nedenleri bulunuyor. Konya'daki merkezden sonra, yeryüzündeki ikinci Mevlevîhane, 1200'lerin sonunda Afyon'da açıldı. Tarihî kayıtlara göre; Hazreti Mevlana, sağlığında Afyon'u iki kez ziyaret etmiş. Yine; torunlarından Mutahhara Hanım'ı, Süleyman Şah'a eş olarak, Afyon'u da içine alanGermiyan Beyliği'ne gelin vermiş. Diğer torunu Arif Çelebi de gelip Afyon'a yerleşmiş. Afyon Mevlevîhanesi, en parlak dönemini, ‘Pîr-i Sanî' (İkinci Pîr) olarak bilinen, Hazreti Mevlana'nın yedinci kuşak torunu olan ve O'ndan sonra Mevlevîliğin en büyüğü kabul edilen Sultan Divanî (Mehmet Semaî Çelebi/1440-1530) döneminde yaşadı. Aynı zamanda bir gezgin olan Sultan Divanî, Galata Mevlevîhanesini de açmış; başta Lazkiye, Halep, Kahire, Cezayir, Sakız Adası ve Anadolu'daki pek çok Mevlevîhaneyi ya bizzat kurmuş ya da kurulmasına öncülük etmiş. Sultan Divanî, Yavuz Sultan Selim'in İran Seferine de katılmış. Emir Timur, 1402'de Anadolu'yu istilası sırasında, Hazreti Mevlana'nın Divan-ı Kebir'inin orijinal nüshasını yanına alıp Semerkant'a götürmüştü. Divan-ı Kebir, 100 yıl sonra bir şekilde İran'daki Safevî Hanedanını kuran Şah İsmail'in eline geçmişti. Yavuz'un İran Seferine katılan Sultan Divanî, Divan-ı Kebir'i Tebriz'den alıp Konya'ya, ait olduğu yere getirdi. Bu arada Şah İsmail'in oğlu Elkas Mirza da kendisine tabi olup, onunla birlikte Afyon'a geldi. SEMA GELENEĞİNİ AFYON MEVLEVÎLERİ TAŞIDI 1902'deki Büyük Afyon Yangınında kül olan Mevlevîhane, Sultan İkinci Abdülhamit'in 14 bin altınlık maddi desteğiyle yeniden yaptırılmış ve 1906'da hizmete açılmış. Cami ve semahanenin aynı kubbe altında olduğu Mevlevîhaneninahşap iç kapısı, bizzat Sultan Abdülhamit'in elinden çıkmış bir sanat eseri. Sultan, Yıldız Sarayı'ndaki avizelerden ikisini de buraya bağışlamış; avizeler halen yerinde durmaktadır. Cami içinde, Sultan Divanî'ninyanısıra, Mevlanâ soyundan gelen bazı Çelebilerin kabirleri de bulunuyor. Vatan Şairimiz Namık Kemal de bir yönüyle Afyon Mevlevîhanesi'ne irtibatlanıyor. Caminin giriş kapısının hemen önünde, Namık Kemal'in annesi Fatma Zehra Hanım'ın kabri yer alıyor. Afyon Mutasarrıfı Abdüllatif Paşa'nın kızı ve aynı zamanda bir Mevlevî olan Fatma Zehra Hanım, Namık Kemal henüz 8 yaşındayken, 1848'de Afyon'da vefat etmiş ve Mevlevîhane'ye defnedilmiş. 1925'te Türkiye'deki bütün tekke, zaviye ve dergâhlarla birlikte Afyon Mevlevîhanesi de kapatıldı. Tarikatların faaliyetleri yasaklanmasına rağmen, Afyon'daki Mevlevîler usul, adap ve geleneği, aile meclislerinde sürdürdü. İlk defa 1948'de Konya'da Şeb-i Arus törenleri düzenlenmeye başlayınca, Konya'da semazen ve mıtrîp (ney üfleyen ve kudüm çalan sazendeler) bulunamıyor. O yüzden Afyon'daki Mevlevîlere müracaat ediliyor ve Konya'daki törenler için buradan semazen ve mıtrîp temin ediliyor. Afyonlu Mevlevîlerin Konya'daki hizmeti 1960'lı yıllara kadar sürüyor ve bu arada Konya'dan da semazen ve mıtrîpler yetişiyor. Günümüzde, Afyon Mevlevîliğinde 23-24. kuşak Çelebiler manevî liderliği sürdürüyor. Mevlevîhane kapatılmadan önceki son dönem Mevlevîlerden bugün hayatta kalan 5-6 kişi ise, 90'lı yaşlarında bulunuyor. Tasavvuf, tekkeler, cemevi ve cami meselesi, müstakil bir yazı konusu olmayı hak ediyor. Afyon'daki misafirliğimizi tamamladıktan sonra, inşallah bu konuda bir yazı kaleme alalım.