Bizlere çocukken ilk tohumlarının atıldığı mahallesinden başlayıp Suriye, Filistin, Yemen, Afganistan, Arakan ve Afrika'nın bir çok ülkesine uzanan yolculuğunu, kendisini yollara düşen kara sevdasını bazen sözleri çoğu kez de hissettirdiği gönül diliyle anlattı.

-Sizi tanımayanlar için Osman Gerem kimdir?
Osman GEREM:
Dünyanın en zor işi insanın kendini anlatması.1966 yılında Şanlıurfa'nın Hilvan ilçesi Ovacık mahallesine bağlı Molla Osman Efendi, Kantara köyünde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Yedi yaşıma kadar köyde kaldıktan sonra şehre taşındık.
Yaşarken fark etmesem de sonra anladımki köyde çok şey öğrenmişim. Köyümüz çok kalabalık değildi bir bizim evimiz bir de abilerimizin evleri vardı. Gelen gidenimiz çoktu. Rahmetli babam bize misafirlerle nasıl ilgileneceğimizi söylerdi. Köylerde her sabah evlerde sıcak ekmek yapılırdı. İlk yapılan üç ekmek dağıtılırdı. Bir tanesi köy çobanı için, bir tanesi yetim bir aile için, bir tanesi de fakir aile varsa onun için. Bizler de kardeşler olarak; o üç ekmeği dağıtmak, daha fazla sevap alabilmek için yarışırdık. Bu köydeki her ailede yaşanan bir gelenekti. Çok sonradan fark ettikki ailemiz o dağıtılan ekmeklerle bizi eğitmiş aslında.

-Bu iyilik hareketi nasıl başladı Osman abi?
-Öncelikle iyiliğin okulu yok. İyilik yapılarak yaşatılır, öğrenilir. Ben ilk iyilik hareketini ailemde gördüm. Mesela yetimin ne olduğunu biz büyüklerimizden öğrendik. Bizlere onların tavuğuna bile kış denilmeyeceği öğretildi. Yetim denildiğinde tabiri caizse akan sular dururdu.
Bizim köyde iki çocuklu, yetim bir aile vardı. Birgün rahmetli babamla evin yanındaki dut ağacının önünde oturuyoruz. O yetim ailenin oğlu Ramazan geldi. Ama gelirken sıkıla sıkıla geliyor. Bir şey isteyecek belli. Utanarak selam verdi, "Bizim unluğumuz bitmiş, sizde varsa bize bir çuval un verir misiniz? Harmana kadar" dedi.
Harmana daha altı ay kadar var. Babam hiç tereddüt etmeden, hemen abimi çağırttı. Bizi eve gönderdi, unluğu almaya. Gidip baktığımızda bizim de bir çuval unumuz kaldığını fark ettik. Babam ne kadar ısrar etse de Ramazan kabul etmedi.
Sonrasında babam bizi de aldı yanına, başka bir komşuya götürdü. Kefil olup Ramazan'a bir çuval buğdayı teslim etti.
Yokken vermek çok daha farklı. Bu hareketler bizlere çok şey öğretti. Babam yaptığı, yapmadığı her davranışta çocuklarının ahlakını düşünürdü. Mesela keçi beslemezdi, hep koyun beslerdi. Birgün komşumuz neden keçi beslemediğini sordu. "Keçi daha asi, koyun ise daha uysal çocuklarım koyun gibi halim selim olsunlar istiyorum" diye cevap verdi.
Bakın hayvan beslerken bile ailedeki neslin nasıl şekilleneceğinin hesabını yapıyorlar. Bu fizikle, matematikle, eğitimle izah edilecek bir olay değildi.

-Osman abi gençliğinizde inşaatlar da çalışıyormuşsunuz, tek izin gününüzde de arkadaşlarınızla ihtiyaç sahibi ailelere yardım ediyormuşsunuz. İnşaat işi yeterince zorken, imkanlarınız kısıtlıyken, böyle bir şey yapabilmeyi nasıl başardınız?
-Şöyle ki biz köyden şehre gelirken ben 14 yaşlarındaydım. Mesleğim olmadığı için inşaatlarda çalışmaya başladım. Urfa'da inşaat işlerinde çalışanların izinleri Cuma günleri oluyordu. Ki hala öyledir. Bizde alışkanlık oldu, yardım etmeden duramıyoruz. Arkadaşlarla konuştuk, her hafta bir aileye yardımcı olalım. Herkesin katılımıyla, o günün şartlarında bir koli hazırlıyorduk. Sonrasında tespit ettiğimiz bir aileye teslim ediyorduk. Bu, bir süre böyle devam etti. Tabi bizi duyanlar görenlerde dahil oldu, sayımız arttı.

-Bir şeyleri değiştirmeye kendi mahallenizden başlamışsınız, bir nevi mahalleden başlayıp dünyaya uzanan bir süreç olmuş. Bize bu süreçten bahsede bilir misiniz?
-İnşaat işini bıraktıktan sonra, Hızmalı mahallesinde bir mobilya mağazası açtık. Oradaki esnaf arkadaşlarla Ramazan'a yakın, bir araya geldik ve fakir fukara için neler yapabileceğimizi konuştuk. Sonunda somun ekmek dağıtmaya karar verdik çünkü o günün şartlarında herkes alamıyordu, lüks sayılıyordu.
Kendi mahallemizde tespit ettiğimiz elli aileye, hergün beş ekmek dağıtmak suretiyle başladık. Sonra tabi diğer mahallelerin ihtiyaç sahipleri de talep edince, büyüyerek devam ettik.
Çok güzel anılar biriktirdik. Bazı insanlar aileleriyle gelip, müsait olan ihtiyaç sahibi evlere misafir oluyordu. Çoluk çocuk o anları yaşamak çok güzel bir ortam oluşturdu. Ramazan ayının sonuna kadar 900 aileye ulaştık çok bereketli oldu.
Ramazan ayının bitiminde ufak tefek şeylerle gıda, kırtasiye gibi malzemelerle devam etti. Bizler her sene bir fakire bir ev yapmaya karar verdik. Ev olayı da çok bereketli oldu. Evi olmayan, açıkta zor şartlar altında yaşayan aileleri tespit edip; onlara ev yapıp, teslim ediyorduk.
Bu şekilde elliye yakın evi yapıp teslim ettik. Her sene biz bir derken, bu sayı hayırseverler sayesinde artı. Mesela bir arsa bağışı geldi. İki blok, altında Kuran Kursu olan 12 daire şeklinde ''yetim evi'' isminde bir proje yaptık. Dayadık döşedik teslim ettik. Şu anda aileler orda yaşıyor. Bu güzellikler haz veriyor insana. Nasılki bazı insanların bir hobisi, birşeylere merakı, ilgisi vardır bizimki de iyilik. İyilik yapmadan duramıyoruz. Bununla huzur buluyoruz. Heleki yetimlerin sevinci, tebessümleri karşında hissedilenler anlatılamaz, yaşanır sadece.

-Allah daim etsin inşallah… İnsani Yardım Platformu'nun kurulma sürecinden bahseder misiniz? Faaliyetleriniz nelerdir?
-Malumunuz 2011 yılında Suriye'de yaşanan iç savaşta; komşu olmamız, dindaş olmamız nedeniyle savaştan kaçıp buraya geldi insanlar. İlk kafilenin geldiği Akçakale ilçemizden arkadaşlarımız arayıp yardıma ihtiyacı olan 600 kişilik kafilenin geldiğini haber verdiler. Gittik.. En fazla kurtarabildikleri birer valizle gelmişler. Yaz mevsimi olduğu için parklarda kalıyorlardı.
Urfa'ya gelirlerse daha iyi yardımcı olabileceğimizi söyledik. İstemediler.. Neden istemediklerini sorduğumuzsa ise, savaşın birkaç güne biteceğini evlerine döneceklerini söylediler.
İnsanlar otururken sırtlarını Urfa'ya dönmüş, Tel Abyad'a bakıyordu. Zaten oradan, buraya kadar gelebilmeleri (sınırı geçmeleri) bile çok büyük bir olaydı.
Tabi 12 yıl oldu, savaş bitmedi. O 600 kişiler, Urfa için 600 binlere ulaştı. Bu insanların kendi ülkelerinde kalmaları için sınır ötesine yardım göndermemiz gerektiğini düşündük. Valilikle, belediyeyle, çeşitli sivil toplum kuruluşuyla bir kaç toplantı yaptık. Bürokratik ve lojistik desteğe ihtiyacımız olduğunu belirttik. 60 sivil toplum kuruluşuyla başladık. Şuan 152 Stk ile devam ediyoruz.
Bizim bir araya gelmemiz, birlikte hareket etmemiz, rahmete dönüştü. Şuana kadar dört bin tırın üzerinde yardım gönderildi, dağıtıldı. Gerek Urfa için gerek sınır ötesi için. Afrika , Filistin, Yemen, Arakan'a kadar bir çok ülkede yardım faaliyetlerimiz devam ediyor.

-Anlattıklarınızdan çıkardığımız kadarıyla çok yoğun bir temponuz var, aileniz bu yoğun tempoya nasıl bakıyor?
-Bazen hanım "Tamam senden vazgeçtik ama çocukları kendine benzetmeseydin" diyor. Çocuklarım hep yanımda.. Alışınca işler kolaylaşıyor. Ne mutlu ki böyle güzel şeylerle uğraşıyoruz .
Şuna da inanıyoruzki, Rabbim bizi seviyor. Sevdiği için rızasına uygun bir işle meşgul ediyor. Allah razı olsun, ailem de bugüne kadar hiç zorluk çıkarmadı. Onlara da buradan çok teşekkür ediyorum. Eğer destek olmasalardı, bu kadar başarılı olamazdım.

-Gelelim hatıralara, biraz zor olacak belki ama.. Bize, sizi en çok etkileyen hatıranızı anlatır mısınız?
-Bazen okullara gidiyoruz, çocuklara Afrika'da yaşadıklarımızı anlatıyoruz. Arakan'a geldiğim zaman tıkanıyorum.. Ne kadar anlatırsam anlatayım, birşeyler eksik kalacak gibi hissediyorum.
Arakan'da kampta ateş yakmak yasak. Ateş olmadan nasıl yaşanır? İşte orda görüyoruz. Derme çatma ağaçlardan, çalılardan kulübeler yaptıkları için, yangın çıkarsa bütün kamp yanıp kül oluyor. Bu nedenle ateş yasak. Siz bu insanlara yağ da verseniz, ette verseniz ateş olmadığı için bir anlamı kalmıyor.
Birgün kampta dolaşırken, bir adam başının üzerine kamıştan yapılmış bir sepet almış dolaşıyor. Eskiden köylere çerçi gelirdi. Aynı o zamanlardaki gibi, kamptaki çocuklar adamın etrafında dönüyor. Merak edip yanına gidip baktığımda, ağaç yapraklarını onarlı desteleyip, güzelce sepete yerleştirmiş . Öğrendiğimize göre bizim 1 liramızla toplam 200 yaprak alabiliyoruz. Yani bir ailenin bir günlük yemeği.
Çocuklara dağıttık, çok sevindiler. Bir çocuk dikkatimi çekti. Geçti bir köşeye oturdu. O desteye o kadar güzel bakıyorki, sanki dünyanın en güzel yemeği. Bitecek korkusuyla yavaş yavaş yemeye başladı. O kadar mutluyduk ki, o yerken ben doyduğumu hissettim sanki..
Çocuklar o kadar tehlikeli bir hayat yaşıyorlarki orada.. Naf nehri diye, ölüm nehri olarak adlandırılan bir yer var. Kalırsanız Budistlerin yaktıkları kulübenizde canlı canlı yanacaksınız, kaçarsanız Naf nehrinde boğulacaksınız..
Oradayken, 12 yaşındaki Muhammed Hişam adında bir çocukla ilgilendim.. Bakın bir köyden sadece iki kişi; 12 yaşındaki Muhammed Hişam ve 8 yaşındaki kardeşi kurtulmuşlar. Nasıl kurtulduklarını sordum. Budistler geldiğinde kendisi ve kardeşi köyün yakınlarındaki ormandaymış. Tüm köylüyü ellerini ayaklarını bağlayıp, kendi evlerine hapsetmişler.. Ve evleri ateşe vermişler..
Zaten Arakan'da Müslümanların betondan ev yapmaları yasak. Muhammed ve kardeşi bir hafta ormanda ağaç yaprağı yiyerek, bir ses duyduklarında ölü taklidi yaparak saklanmışlar. Daha sonra göç eden bir kafileye katılarak oradan kurtulmuşlar.
Kamptaki çocukların bir çoğunun elleri kolları sakat.. Budistler öldürmeye fırsat bulamadıkları çocukları ellerinden, ayaklarından tutup savurarak, yerlere vurarak sakat bırakmışlar..
En acısı çocuklar tebessüm etmeyi unutmuşlar. Zulüm o kadar içlerine işlemiş ki gülmeyi unutmuşlar. Her yerde çocuklarla ilgileniyorum, hediyeler veriyorum. Ama Arakanlı çocukları gülümsetemedim.. Bu benim yüreğimde saplı bir ok gibi duruyor..

-Bunun üzerine söylenilebilecek pek bir şey yok zaten. Son olarak sizin gibi insanlık için çalışmak, çocukları güldürmek isteyen bi çok kardeşimiz var onlara önerileriniz nedir?
-Bizler şanslıyız aslında. Daha biz farkında olmadan, ailemiz bizi yönlendirdi. Sizin yolunuz budur dediler. İnşaatta çalışırkende, ticaretle uğraşırkende, bugün de, iyilik bizde bir kara sevda oldu.
İnsanların faydasına olan her şey, iyiliktir. İnsanlar önce küçük şeylerle başlamalı. Bir ekmek, bir kediye, bir kuşa yemek vermek, yolda yürürken bir çöpü kaldırmak çok.. İyiliğin okulu yok. Rol model olmak çok önemli. Bizler neslimize iyi örnek olamadık. Eğer biz iyi örnek olabilseydik, onların işini kolaylaştırırdık.
Elhamdülillah bizim ailemiz bize iyi örnek oldu. Bizler de tekrar özümüze dönerek, ahlakımızla, işimizle, çocuklarımıza güzel örnek olabilmeliyiz.
Eskiden esnaflıkla uğraşan bir adamın işi mahkemeye düşüyor. Hakim soruyor, "Doğruyu mu söylüyorsun" diye. Adam sinirleniyor, "Hakim bey! Esnafın yalan söylediği nerde görülmüş?."
İşte, eskiden böyleymiş.. Ama bu güzellikler toprağın altında kalmış. Bizler gerekirse tırnaklarımız ile kazıyıp, bu güzellikleri tekrar günyüzüne çıkarmalıyız.

-Sohbet için çok teşekkür ederiz. Sizi dinlerken çok bilgilendik, duygulandık. İnşallah, Allah biz izleyenlerin de kalplerine sizin deyiminizle o kara sevdayı düşürür.