Röportaj: Tuğba POLAT

-Hocam bize Mahmut Karakaş kimdir anlatabilir misiniz?

-Mahmut Karakaş, Abdurrahman’ın oğlu.. Babam Abdurrahman, senelerce işçi olarak değirmenlerde çalışmış bir adam. Onun babası Bitlis - Hizan’dan gelmiş. Babam burada doğmuş. Tabii ben de. Dolayısıyla ben kendimi sadece Urfalı olarak biliyorum. Bu bakımdan Urfa’nın kültürü ve gelenekleri ile ilgilendim ve bunları ebedileştirmek için kaleme aldım.

-Hocam üniversite eğitiminizi Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okumuşsunuz. Neden ilahiyat?.

-Lise 2. Sınıftayken Kuranı Kerim okumayı bilmiyordum. O zamanlar Rızvaniye Camisinde askerden yeni gelmiş, Ahmet Demir adında bir hocamız Kur’an kursu açmıştı. Henüz resmi olarak açılmamıştı. Onu duydum, kalktım gittim. Allah rahmet etsin, o zattan Kur’anı Kerimi öğrendim. Kendisi Molla Hamit’in öğrencisiydi. Ahmet Demir hocam benim ilgimi, merakımı gördüğü için üzerime çok düştü. Birgün bana ‘’Mahmut bu alanla çok ilgilisin.. En iyisi İlahiyata git. En azından İslam’ı iyi bilen hocalardan olursun” dedi. İlahiyata merak sardım, adeta aşık oldum.

Liseden mezun olduktan sonra ilk sene üniversiteye gidemedim. İkinci sene kaydoldum. O zamanlar Erzurum, İzmir ve İstanbul’da Yüksek İslam Enstitüleri vardı. Sadece İlahiyat sadece Ankara’da vardı. Bende lise mezunu olduğum için oraya gittim.

Ahmet hocamdan az da olsa Arapça öğrenmiştim. İlahiyatta en çok bizim ‘Osmanlıca’ dediğimiz ‘Klasik Dini Türkçe Metinler ‘ dersi ve Farsça dersini sevdim. Benim Farsçam Arapçamdan çok üstündü. Farsça hocamız, İran Azerilerinden İsa Seyf di..

Osmanlıca dersinin hocası Fevzi Abdullah Tansel idi. Bizimle çok ilgilenirdi. Osmanlıcamın kuvvetli olmasını ona bağlıyorum. Osmanlıca dersinde hoca bize sunum yaptırırdı. Sunumun olduğu dersin birinde Rumeli taraflarını anlatan bir bölümde ‘Sümbüli havalar’ ifadesi geçti. Arkadaşımız bunu açıklarken; ‘’Hocam sümbül mavi bir çiçektir. Ramazan ayı vakti.. Havalar açık, masmaviymiş. O yüzden sümbüli havalar denilmiş‘’ dedi. O an ben de dayanamadım kalktım ‘’Hocam bu yanlış. Olay Ramazan vakti, Trakya tarafında geçiyor. Sonbahar yaklaşmış, hava bulutlanmış. Harman yapıldığı için geride kalan samanların sarı rengi ile bulutların mavisi birbirine karışmış. Ufukta birleşmiş ve buna ‘Sümbüli havalar’ denmiş.’’ dedim.

Arkadaşım itiraz etti. Hoca birbirimizi ikna etmemizi istedi. Biz konuşurken zil çaldı.. Neyse uzun lafın kısası, bu olay hocamızla tanışmamız oldu diyebiliriz. Sonrasında da benimle çok ilgilendi.

Farsça hocam İsa Seyf ile Farsça konuşurduk. Mezun olurken ‘’Bak mezun oluyorsun, güzel bir Farsçan var. Unutmamak için benimle mektuplaş” dedi. Kendisi İran konsolosluğunda çalışıyordu. Yanına giderdim. Okumam için bana kitaplar verirdi. Şadi-i Şirazi’nin Gülistan’ını da ondan alıp okumuştum. Bu şekilde Farsçam gelişti.

Tatillerde Urfa’ya geldiğim zaman, rahmetlik Ahmet hocam Kuranı Kerim okumamın ve Farsçamın gelişmesi için beni Hafız Osman’a götürdü. Osman Hafız, Haşimiye çarşısında bir ayakkabı tamircisi.

-Ayakkabı tamircisi?

Evet. Eski ayakkabıları tamir ederdi. Tam Pazar Camisinin Eskici Pazarı’na giden köşesindeydi dükkanı.. Beni ona götürdü, tanıştırdı. Kur’anı Kerim okumamı (Kır’at) onun sayesinde geliştirdim. Bu konuda o kadar başarılıydı ki; onun yanına hafızlar okumalarını düzeltmek için gelirdi.

-Hafız, Kurra, Sadi Şirazi’den ders veriyor.. aynı zamanda da geçimini başka bir meslekten sağlıyor?

-Farklı bir meslekten sağlıyor geçimini. Kendisi meşhur Kurra Hafız Muhammed’in öğrencisiydi. Bazen anlatırdı hocasını. Sabah namazını kıldıktan sonra 8-9 öğrenci başlarlarmış okumaya. Her biri diğerinin bıraktığı yerden, farklı bir makamla okurmuş.. Bu şekilde yetişmişler. Tabi bizim gibi değiller. Biz o zaman O’nun öğrencisi olamazdık. Onlar, çok ehli makamdı. Kendisinin yanında okurken Farsça Gülistan’ı okumaya başladım.

-Hocam şimdiki gençler, bir üniversite mezunu olduklarında, hele kazara yüksek lisans falan yaptıklarında kimseyi beğenmiyorlar. Siz üniversite öğrencisisiniz. Gidip eskici pazarında, bir ayakkabı tamircisinden ders alıyorsunuz?.

- İlim kimdedir? İlim kimdedir? Allah bilir.

-Değil mi?

-O ekmek parasını oradan kazanıyor. Emeği ve alın teriyle.. Okuduğu, öğrettiği ilimle kazanmıyor. Çekicini vurarak kazanıyor. O helal para..

-Eskiden bu yaygındı, olağandı değil mi hocam?

-Evet. Hocalarımızın geçimini sağladıkları meslekleri vardı. Kimseden bir kuruş para almazlardı.

-Allah razı olsun…

HOCALARIMIN ÜZERİMDEKİ EMEĞİNİN UNUTAMAM

-Hocamla güzel anılarım oldu. Bir gün Gülistan’ı okurken bir yerde, bir kelime geçti. Başka bir kelimeyle aralarında çok benzerlik var. Son harfleri farklı sadece. Orada son harfi yanlış okumuşum. ‘Serçe’ olarak okudum kelimeyi. Hocam o sırada ayakkabıya çivi çakıyordu..

Ben ‘serçe’ deyince çekici havada kaldı.

‘’O serçe nerden çıktı Mahmut Efendi’’ dedi.

Zaten hiç Mahmut demezdi. Öyle kibar bir zattı. Sonra:

‘’O sırçadır ‘’ diye düzeltti beni..

Fakülteyi bitirince de ziyaretine giderdim kendisinin. Ahmet hocam da Osman hocam da vefat ettiler. Ben hiçbir zaman üzerimdeki emeklerini unutamam..

Okul hayatım böyle geçti. Biraz uzadı. Ankara’da okul matbaasın da çalıştım. Bir müddet Tarih Kurumu matbaasında çalıştım. Çok büyük bir matbaa idi. Bir makinesi bu eyvanın yarısı kadardı. Tabi bilgisayarlar çıkınca hepsi bitti.

Okul bitince Milli Eğitim’e başvurdum öğretmenlik için. Atatürk Ortaokulu’nda Din Kültürü öğretmeni olarak başladım. O okulda 25 sene çalıştım ve oradan emekli oldum. Emekli olunca Urfa kültürü ile uğraştım.

Benim arkadaşlarım da güzel insanlardı. Hepsi de Urfa kültürüne meraklı ve çalışkan insanlardı. İsimlerini zikredeyim. Hiç olmazsa hatıra kalır: Cihat Kürkçüoğlu, (Urfa camileri, Urfa mimarisi hakkında araştırmalar yaptı) Müslüm Akalın, Mehmet Oymak, İbrahim Halil Çelik, Abdulkadir Subaşı, Emin Ergin.. Bunlar Urfa ile ilgili çalışmaları olan arkadaşlar. Hele Emin Ergin.. Urfa’nın ağzını, Urfa’daki düğün örf ve adetleri konusunda kitap çıkarmıştı. Bence Urfa kültürü hakkında bu alanda tek kitabı, Kemal Edip Kürkçüoğlu’ndan sonra Emin arkadaşımız çıkardı. Ondan sonra da biz uğraştık. Senelerce mezarlıklarda dolaştım..

-Hocam ‘’Lisede Kur’an öğrenmek için ders alıyordum’’ dediniz. Ne güzel öğreniyormuşsunuz, neden üniversiteye gitme ihtiyacı duydunuz? Aileniz nasıl yaklaştı?

-Biz üniversiteye gitmeye karşı değildik ki..

-Yok hocam. Demek istediğim sizin dönemlerde çok okuyan yokken, sizde bu fikir nasıl hasıl oldu?

-Benim abim de yüksek orman mühendisiydi. O da İstanbul’da okudu. Benden 8 yaş büyüktür. Benim babam bir değirmenci işçisiydi. Başkalarının değirmenlerinde çalışırdı. Akşam eve üstü başı un içinde gelirdi. Biz okumak istedik, babam da destekledi. Bizim de kendisi gibi hayatta zorlanmamızı istemedi. Abim Orman Yüksek Mühendisi oldu. En son görev yeri olan Antalya’da emekli oldu. 2 Ay önce de vefat etti.

-Allah rahmet etsin.

-Amin. Ben de İslami İlimlere olan merakım artınca İlahiyata gittim. Ahmet Hocam sayesinde fark etmiştim.

-Nasipli insanmışsınız hocam. Güzel insanlarla karşılaşmışsınız.

-Dedim ya benim arkadaşlarım da güzel insanlardı. Hiçbirimizin kötü bir alışkanlığı yoktu. İşimiz karımız okumak veyahut Urfa kültürü ile uğraşmaktı..

-Hocam bir ara yılın öğretmeni seçilip Ankara’ya gitmişsiniz. Sizce neden sizi seçtiler?

-Bilemem tabi.. Ama o dönem ‘Müspet İlimlerde Müslüman Alimler’ kitabımı yayınlamıştım.

-Hocam o kitabınızı sormak istiyordum size. Kitabınızdan bahseder misiniz?

-Kitabı hazırladım ama bastıramadım. Bir öğretmen olarak bastırmaya gücüm yetmedi. O sırada belediye başkanımız İbrahim Halil Çelik’in kitabımdan haberi vardı. Birgün Kültür Bakanı Urfa’ya gelmiş. Belediye Başkanı İ.Halil Çelik, Bakan’a kitabımdan bahsetmiş. Kültür Bakanı da çok memnun olmuş.

-Hocam maşallah tebrik ederim. Kitabınız hem ulusal hem de uluslararası mecrada çok takdir toplamış. Türkiye’de daha önce kimsenin doldurmadığı bir boşluğu doldurmuşsunuz eserinizle.

-Öyle oldu. Zaten bu yüzden beğenildi. Hala aklımda, akşam namazının farzını kılmıştım. Kapı çaldı. Açtım belediye zabıtalarından biri. ‘’ Hocam, Bakan bey gelmiş. Başkan hemen kitabını alsın, gelsin dedi’’ diye haber getirdi.

Kitabı iki cilt halinde dosyalamıştım. Motosikletle gelmişti. Ben de arkasına bindim, gittik. Bakan çok beğendi. Kitabın ilk baskısını Kültür Bakanlığı yaptı. Mostar Yayınları kitabın adını ‘Müslüman Bilim Adamları’ olarak değiştirerek 2. baskısını çıkardı. İhtiyacım olduğu için kitabın telif hakkını Mostar Yayınlarına sattım. Şimdi istesem o kitabı bastıramam. Benim ilk kitabım bu oldu.

Bu sebepten midir nedense yılın öğretmeni olarak ben seçildim..