Yeni yazdığım her yazı, bana yeni bir insanı tanımaya neden oluyor. Her yeni insanı tanımanın zevkini, güzelliğini, erdemini yaşadıkça yazmaktan zevk alıyorum. Bunları gördükçe şevkim, heyecanım, coşkum beni kamçılar. Tam tersi edilgen, pasif, buyruklara boyun egen, olumsuzluklara tepki vermeyen kişilerin bir toplum oluşmasını göründükçe üzüntüler beni yer bitirir.
İnsanın olduğu her yerde her türlü insanlar vardır. Yanlışlıklar, hatalar, kaprisler, haris ve haset düşünceli insanlardan ister istemez kişilerden uzaklaştırmaya vesile oluyorlar. Yine de tüm kötülükleri elimin tersiyle itiyor düşüncelerimdeki netlik ve özümün sesini dinleyip insanlık adına insanlığa hizmet için uğraşıyorum.
İş, alış veriş, günlük yaşam der demez sokağa çıkıyorum. Yalnız insanlar mı? İnsanlar yaşadıkları şehirlere benzerler. Onun için kimi zaman şehir insanı boğar gibi olur. İnsan içinden çıkmaz bir hale girer. Şehri gezme, insanların arasına katılmayı bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Gezdikçe her defasında yeni yapıların ve işyerlerinin dizaynı... Fırsatçılar, yozlaşma, kibir ve ego siyasal iklimde insanları boğmuş durumda... Karanlıktan kaçsalar bile nafile kurtulamazlar karanlığa mum yakmadıkça…
Beni ne şu sokaklara taşımış ciğerciler, ne de tezgaha dizilmiş saf saf kebap şişleri ilgilendirir. Kimse onların şehrin havasını kirlettiğini düşünmez. Buranın çok iyi pirzolası varmış, şuranın kadayıfı, baklavasını tatmalı dahası şuranın kebabı çok nefis, beni enterese etmiyor. Kürtlerin bu konuda çok güzel bir sözü var. 'ziki têrbe li kalkê dêrbe' karın tok olsun ağaç kabuğundan olsun.' Onun için ben dünyamı yemekle sınırlandırmak istemiyorum.
Beni şehir, beni insanlar, beni tarihi ve kültürel dokunun tarumar edilmesi ilgilendirir. Şu şehrin kadim dokusunun bozulması ve yok edilmesini düşünürüm. Kültür miras ve harika birer sanat eseri olan bu varlıklara kimsenin sahip çıkmamasıdır. Üzüldüğüm nokta insanların saatlerce yemek, araba, marka muhabbetinin yapıldığı sohbetlerde, ülkenin gelişmesine, şehrin yapısına, insan yaşamının değer bulması adına kimsenin sahiplenmemesine üzülüyorum...
Hep yitirilen değerlerden bahsedilir, örf adet, komşuluk hakları, insana saygı konuları tartışılır, terbiye anlatılır, nasihatler çığ gibi boğazda sıralanır. Şehrin yıllardır yanlış ellerle yönetilmesi, kültürel ve sosyal anlamda yapılan tahribatları kimse duymuyor bile... Üst yapıyla ulaşıma ayrılan masraflar insan eğitimine dörtte biri yapılsaydı sanırım toplumda bu kadar etik değerler tarumar olmazdı. Maddiyetin, maneviyattan ön plana çıktığı toplumumuzda güzel şeyler başarmak elbet zorluklarla doludur. Lakin insan olmanın gereği olarak en güzelini yapmak zorluklarına katlanmalıyız.
Öyle bilinmeli ki kültürel değerler kaybedildikçe insanlar yoksullaşır. Yeni gelen sermaye, manevi değerler benimsemeden elde edilen kazanç, haksız ve zalimane bir gelişmeyi insanların beynine yerleştirdiği gibi dostlukları, insani ilişkileri siler götürür.
Fabrikalar çoğaltılabilir, işte su geldi, hepimiz olduğumdan fazlasıyla varsıllaştık, peki eski değerlerimiz geri geldi mi? Hani insani değerler, hani maneviyat? Demek ki her şey lüks demek değildir. Salt ekonomik kalkınma bir şey ifade etmiyor. İnsanların temel ihtiyaçları, ruhun ve beynin gereksinmeleri, hiçbir zaman ekonomik bakışla sınırlandırılamaz.
Yitirilen değerlerin insanların birbirini yeniden sevmeden geçtiğine inanıyorum. Bu değerlerini bulmak için maneviyatın pekişmesi, ruhun canlılık kazanması, insan hakları, tarihi bilinçle pekişmesi gerekmektedir.