Basit bir şekilde muhalefetin rejime karşı ayaklanması ile başlayan ve bu haliyle bir devrim süreci olarak değerlendirilen Suriye krizi, bugün karmaşık sorunlar yumağına dönüşmüş durumda. Ne muhalif gruplar ile uluslararası destekçileri olan ülkelerin konumları ne de rejim ve rejimi korumaya alan İran ve Rusya'nın stratejileri krizin başladığı dönemle benzeşmektedir.

Krizin başında rejim değişimi için çalışan Türkiye ile ABD'nin yaklaşımları bugün birbirinden oldukça farklılaşmış durumda. Kısaca özetlemeye çalışalım: Muhalif gruplar bir bölgede birleşip güçlenirken, başka bölgelerde birbirleri ile çatışma halinde olabiliyor. Esed rejimini yıkmak neredeyse bütün grupların ortak ve temel amacı olsa da kimi zaman metod farklılığı kimi zaman sahanın gerçekliği birleşmelerinin önüne geçiyor. Birleştikleri durumlarda ise ABD ve bazı bölge ülkeleri tarafından ambargoya maruz kalabiliyorlar.

Krizin boyutları

Benzer bir tablo uluslararası aktörler için geçerli. Temel argümanlarda kesişmeler söz konusu olsa da bugün Türkiye ve ABD arasında derin anlaşmazlıklar söz konusu. Türkiye için uzun dönemli ve jeopolitik tehdit olabilecek PKK'nın kontrolünde özerk bir bölgenin ortaya çıkmasına dönüşecek adımları ABD atmaktadır. Buna karşın krizin başında iki zıt kutupta yer alan ve uçak düşürme hadisesinden dolayı doğrudan karşı karşıya gelen Türkiye ve Rusya ise krizin çözümüne yönelik beraber çalışma iradesi gösterebilmektedir. Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerekse Putin birçok kez Suriye meselesinde bazı kilit konularda benzer yaklaşımlara sahip olduklarını ve bu sayede ateşkesin gerçekleşebildiğini dile getirmişlerdir.

Benzer bir durum, muhalefet kanadına göre daha konsolide ve daha işbirliği halinde görünse bile rejim ile uluslararası destekçileri için de geçerli. Şimdilik rejimi ayakta tutma hedefi etrafında birleşseler de çözüm senaryoları gündeme geldikçe daha çatışmacı bir sürece girdiklerine birkaç ay önce şahit olduk.

Dolayısıyla bugün Suriye krizini bütünlüklü bir şekilde değerlendirerek çözüme kavuşturmak oldukça zor. Muhalefetin durumu, ABD-YPG işbirliği, Rakka operasyonu ve olası sonuçları, çatışmasızlık bölgeleri, DEAŞ'ın Rakka sonrası taktiksel adımları gibi birçok temel mesele krizin birer boyutu haline gelmiş durumda. Bu sorunlar başta olmak üzere birçok mesele kendi içinde bir çözüm beklemekte ve fakat herhangi birine dokunulduğunda yeni sorunlar üretme potansiyeline sahip.

Rejimin saldırıları anlaşmayı tehlikeye atıyor

Geldiğimiz noktada ise Suriye krizini iki temel hat üzerinden değerlendirmek mümkün. Birincisi çatışmasızlık sürecinin evrilebileceği noktalar, ikincisi ise ABD-YPG işbirliği ve Rakka'nın DEAŞ'tan temizlenmesine yönelik harekat sonrası olası senaryolar. Birbirinden bağımsızmış gibi yürüyen bu iki süreç günün sonunda mutlaka ya çözüm ya da yeni bir kaos ve çatışma sürecinin bir noktasında kesişeceklerdir. Önce çatışmasızlık bölgelerinin durumuna bakalım.

Mayıs ayının başında Astana'da Türkiye, Rusya ve İran'ın garantörlüğünde varılan mutabakatın en önemli çıktısı, sınırları belirlenmiş dört bölgenin altı aylık bir süre için 'Çatışmasızlık Bölgeleri' olarak ilan edilmesiydi. Buna göre İdlib vilayetinin tamamı, Lazkiye, Halep ve Hama vilayetlerinin bazı bölümleri, Humus vilayetinin belli bölümleri, Şam/Doğu Guta bölgesi ve Deraa ile Kuneytra vilayetlerinin belirli bölümlerinde çatışmalar sonlandırıldı. Altı ayın sonunda ise mutabakata varılması durumunda bu süre uzatılacak. Çatışmaların durdurulması bu bölgelere insani yardımların ulaştırılmasını ve bu alanlardaki alt yapı onarımlarının gerçekleştirilmesini hızlandırılacak ve böylece bu yerleşim yerlerinden göçmek zorunda kalan mültecilerin kısa süre içinde geri dönmesi sağlanmış olacak.

Ancak bu adımlar atılırken varılan mutabakata rağmen çatışmasızlık durumunu tehlikeye düşüren en önemli unsur rejimin bu bölgelerde gerçekleştirdiği saldırılardır ve bu durum ne yazık ki artık kanıksanma noktasına geldi.

Yine de bu anlaşma Suriye'de en etkili üç uluslararası aktörün bir mutabakat sağlamış olmasının dışında, krizin çözümü açısından stratejik bir değere sahip. Suriye'de neredeyse 'herkesin herkesle savaşı' gibi bir manzaraya doğru gidildiği bir dönemde böylesi bir mutabakatla krizin çözülebileceği şartları müzakere edebilme noktasına gelinmesi bu stratejik değerin en önemli parçası. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan Çatışmasızlık Bölgelerine dair mutabakata işaret ederek 'sağlanırsa, Suriye'de bu iş yüzde 50 çözülmüş olur diye düşünüyoruz' ifadelerini kullanmıştı.

Çatışmasızlığı korumak

Geçtiğimiz hafta St. Petersburg Uluslararası Ekonomik Forumu'nda konuşan Putin'in yaptığı açıklamalar ise "çatışmasızlık süreci yeni bir dönemece mi giriyor?" sorusunu akla getirmektedir. Söz konusu açıklamasında Putin Suriye'nin bölünmesinden endişe ettiklerini vurgulayarak çatışmasızlık bölgelerinin Suriye'nin bölünmesinde rol model olmaması gerektiğini açıkladı. Devamında Putin rejim ile muhaliflerin kontrol ettiği Şam ile Doğu Guta bölgeleri arasında siyasi düzeyde olmasa da sosyal ve insan hareketliliği açısından bir etkileşim kurulduğunu, bunun işbirliklerine örnek olabileceğini ve diğer bölgelerde de uygulanabileceğini ifade etti.

Putin'in bu sözlerini iki olası senaryo etrafında değerlendirmek mümkün: Birincisi, çatışmasızlık bölgeleri gerçekten böylesi bir potansiyele sahip mi? Bu bölgelerin kontrolünü elinde tutan muhalif gruplar bu bölgelerde fiili birer yönetim oluşturmakta ısrar ederlerse böylesi bir ihtimalin üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor. Ancak bu oldukça zayıf bir ihtimal. Temel sebebi de çatışmasızlık sürecinin garantör ülkelerin Suriye'nin bölünmemesi konusundaki ortak tavırları. Şam ile Doğu Guta arasında kurulan etkileşimin de çatışmasızlık sürecinin bir ürünü olduğu gözden kaçırılmamalı.

Dolayısıyla Putin'in bu açıklamalarını başka bir bağlamda okumak gerekiyor. Putin'in açıklamasının arkasındaki ikinci olası düşünce ise muhaliflerin kontrolündeki bölgeleri rejimin kontrolüne geçmesini temin etmektir. Şöyle ki; Türkiye ile Rusya arasındaki önemli mutabakata rağmen Esed'in Suriye'nin geleceğinde oynayacağı rol konusunda derin görüş farklılığı mevcut. Dolayısıyla Putin'in açıklamaları, Türkiye için hassas bir konu olan bölünme söyleminin bu yönde bir kaldıraç olarak kullanıldığı şeklinde okunabilir. Eğer Suriye'nin bölünmesinin önüne geçilecekse sorunsallaştırılması gereken nokta muhalifler değil arkasına ABD'nin desteğini alan PYD/YPG'nin izlediği stratejidir. Krizin henüz erken dönemlerinde özerklik ilan eden PYD, ABD'nin desteği ile bugün askeri bir güce kavuşmuş oldu. Buna rağmen PYD'nin hala Rusya'da bir ofisinin olması, Putin'in bu endişesinin kaynaklarını gözden geçirmesi gerektiğine işaret ediyor.

Çatışmasızlık durumunun kapsamlı bir çözüm sürecine dönüşmesi için hayata geçirilmesi gereken birkaç adımdan bahsetmek mümkün. Birincisi BM'nin çatışmasızlığın bozulması durumunda yaptırım uygulayabilecek daha etkin bir rol üstlenmesidir. İkincisi hem rejim hem de muhalif gruplar içindeki yabancı savaşçıların Suriye'yi terk etmesi ve üçüncüsü siyasi geçiş sürecinin başlamasıdır.

Rakka operasyonu yeni fırtınanın başlangıcı mı?

Taraflar, bu adımların atılması için DEAŞ'ın tamamen yenilgiye uğratılmasını bekliyor olabilirler. Ancak DEAŞ'la mücadelenin nasıl sonuçlar doğuracağını, tarafların bu süreci çözümün bir parçası olarak mı yoksa kontrol alanlarını genişletmek için bir fırsat olarak mı kullanacakları konusu belirleyecek Hangi seçeneğin hayata geçeceğini yakında göreceğiz, çünkü ABD'nin YPG'nin ağırlıklı olarak yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri ile birlikte planladığı Rakka operasyonu başladı. Ağır bombardımanla birlikte kara güçleri de Rakka'ya girme hazırlığı içinde. Operasyon ilerledikçe DEAŞ taktiksel adımları devreye sokuyor.

Geçtiğimiz hafta anlaşmalı bir şekilde Rakka'dan çıkması bu adımlardan biriydi. Palmira'ya yönelen örgütü ise Rusya havadan bombaladı. DEAŞ'ın muhaliflerin kontrol ettiği bölgelere yönelmesi durumunda Rusya ve İran'ın takınacağı tavır oldukça önemli bir gösterge olacak. Böylesi bir senaryoda rejim ve destekçileri DEAŞ'ın muhalif grupların kontrol ettiği bölgelere girmesinin önünü açacak mı yoksa DEAŞ'ı mı bombalayacak? Çatışmasızlık süreci ile Rakka operasyonun kesişeceği nokta burası ve böylesi bir senaryoda Rusya'nın takınacağı tavır çatışmasızlık sürecinin geleceğini de belirleyecek.

Son olarak düşülmesi gereken bir not: Operasyonların ürettiği insani dramlar maalesef artık konuşulmuyor bile. Askeri operasyonlarda hayatını kaybeden siviller, DEAŞ'ın katliamları, ortaya çıkan yeni göç dalgaları operasyon haberlerinin önemsiz birer ayrıntısından ibaret!

[Ortadoğu'’da otoriteryenizm, demokratikleşme, asker-sivil ilişkileri alanlarında çalışan İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi Veysel Kurt, aynı zamanda SETA Stratejik Araştırmalar Direktörlüğü'nde görev yapmaktadır] AA