Kelimeler olmadan sözün tadı olmaz. Dil kendini ifade edemez. İşte bundandır ki bazı kelimeler var ki taşıdığı anlam itibariyle dile bir güzellik katırlar. Önce bir 'leyli' nedir? deyip üzerinde biraz düşünelim ve anlamlandırılalım. Yazı gönlümüze tat versin.
'Leyl' Arapça gece demektir. Ancak çok sevilmiş olacak ki Türkçe dil literatüründe 'leyli' olarak yerini bulmuş. Tüm sanatçılar bu kelimeyi tadına vararak kullanılmaktadır. O kelimenin zıddı 'nehari'dir. Eskiden öğrenciler 'leyli' (yatılı) ve gündüzlü 'nehari' olmak üzere okullara giderlerdi. Bildiğimiz 'Leyla' karanlık gece demektir. 'Leylim' gece insandan ayrılmayan sevgi anlamına dönüştürülmüş olumlu imajların geleceğe düşen yansımasıdır.
Yazı bununla bitmez elbette… Işıltıya hasret düşünceleri yaldızlama anlamında böyle kelimeler sevdanın nirengi tahtasına konulan umuttur. Dilimizde buna benzer fazlasıyla kelimeler olmasına rağmen 'leyli, leylim' şairlerin ilham kaynağı ve dizelerini renklendiren bir kelimedir.
Ahmet Arif, imza atar gibi başlıyor 'leylim leylim, dünyamızın yarısı' deyip başlıyor şiire... Son mısraı sonlandırırken aynı heyecanla yürekleri burkar... 'Leylim leylim, ayvalar nar olanda sen bana yar olanda...' Enver gökçe, hasret dolu gecelerin gönlümüze düşürdüğü sıkıntıyı 'En leylim gecede ölesim tutmuş.' diyerek ifadesi can bulmaktadır.
Sabahattin Ali şiirinde ki 'leylim' sazın tellerinde kendini bulunca seher yelinde kuru yaprağın hali niceyse onun ki de öyle.... Sabahattin Ali'nin sözlerinin farklılığını Zülfü Livane'nin sesinden 'Leylim ley' diye hasretini seslendirirken dilsel bir güzelliği bizimle paylaşır.
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa leylim ley/ Seher yeli dağıt beni kır beni, leylim ley/ Götür tozlarımı buradan uzağa, leylim ley/ Yarı çıplak ayağına sür beni, leylim ley, Leylim ley, leylim ley
Bu ifadeler 'ley' demeden kendini tamamlayamıyor. Kürtçe de ismi bilinmeyen ya da kendine yakın bulduğun bayanlara 'ley' ya da 'ley ley' hitap şekli bir saygınlığın ifadesi bir sevginin ses bulmasıdır. Bu türküde de o 'ley' olmasa şiir kendini tamamlayamaz.
Siyasi spekülasyonlara girmeden, çirkinliğe bulanmadan, karanlık anlamını taşıyan 'leylim' kelimesini kirletmeden, şiddetin esrikliğini derinleştirmeden, ırksal ve dinsel hezeyanlardan uzaklaşarak kelimelerle içselleşmek ne güzel…
Özgür ve özgün olmak geleceğin aydınlanmasına katkı sunmaktır. Bu arada bu maniyi sizlerle paylaşmadan olmaz sanırım. 'Bayram geldi dediler / leyliye bindirdiler / el oğlu olmaz deyip / emmoğluna verdiler.'
Aslında sizlerle paylaşmak istediğim bizim salıncağa 'leyli' dememizdir. Leyli uyumak ve geceyle iç içe olmanın izahıdır. Leyli bununla kalmaz birde bayram yerinde kurulan salıncaklara 'leyli' deriz. O zaman 'lunapark' ın adını sanını bilmezdik.
Bayram yeri dediğimiz yerde kurulan salıncaklara para verir, binip sallanırdık. Nedenine gelince; leyli sallandıkça bebekler uyutulduğundan eğlenmek için binilen salıncağa da 'leyli' ismi verilmiş.
Leyliler özel olarak evlerde kurulurdu. Bayram günleri, kızlar gelinler eğlenmek için gelir, leyliye biner eğlenirlerdi. Çoğu aileler kızlarının tanınıp bilinmesi için toplu şekilde leylili olan evlerde sıraya girer, leyliye biner sallanırlardı.
Bura da tanışan aileler arasında yapılan evliliklere tanık olmuşuz. Biliniyor ki leyliler salt bir sallanma yeri olmadığı kolayca anlaşılmaktadır.
'Leyli' uzun direkler birbirine eklenerek yapılmış, uzun kendirlerle demir halkalarla bağlanmış bir salıncak. Ancak leyliye binmek başlı başına cesaret ve maharet işiydi. İşte o zaman 'adrenalin' kelimesini bilmesek de heyecan arayanlar hep buralara toplanırlardı. Bu sallanmada hayli takdir toplayan olduğu gibi kazalarda kaçınılmaz bir hal alırdı.
Yine önemli bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu 'leyliler' evlerinin etrafında gençler eksik olmazdı. Nedeni kızlar sallanıp etekleri uçuşunca onlarda avlunun dışında onları seyretmeleriydi. Her ne kadar leyli sahibi arada sırada dışarı çıkıp 'biz ekmek parası derdindeyiz, sizin yüzünüzden kimse leyliye binmiyor, içerde sizin de bacınız var' deyip hakaretlere maruz bıraksalar da beş dakika dağılıp tekrar toplanırlardı.
Özgün ve zengin bir sözlü gelenekle sürdürülen türküler, yaşamın güzelliklerini bizlerle paylaşmaktadırlar. Aynı zamanda iç içe yaşayan halkların ulusların kimliğini günümüze taşıyarak barış ve birlikte yaşamayı güçlü ve edebi seslerle toplumun derinliklerine kadar yaymaları takdir edilir.
Bu kadar barışçıl şiir, bunca hasret dolu türküler varken, güçlerin çatışıp ölümlerin yaşanması, annelerin gözyaşının akması insan hakları kavramına sahip çıkmayışımızdandır. Yıllarca leylilerle uyutulduk. 'uyu, uyu yat uyu' diyenlerin sesleri hala kulağımızda iken sallanıp baş dönmelerden vazgeçmeli, mitolojik sevdaların inadına hayatın realitesini özgür iradelerle buluşturmalıyız.