Ortadoğu uzmanı gazeteci – yazar Mustafa Ekici, Esed iktidarının aslında Fransızların bu bölgeye implant ettiği yabancı bir proje olduğunu söyledi. Ekici’nin programda dile getirdiği görüşler şöyle;

“Esad aile hanedanlığına dönüşecek olan yapı 1963’te Baas rejimiyle iktidara geldi. Öncesinde Fransızların Suriye’de Levant Özel Birlikleri (Troupes Spéciales du Levant) adıyla kurdukları bir ordu yapılanması vardı. O ordu, Suriye’de başta Sünni Müslümanların, Dürzilerin, bazı Nusayriler ve diğer bazı azınlıkların da bulunduğu sömürge karşıtı direnişine, onları bölüp – parçalamak ve ezmek üzere kurulmuş bir orduydu. Bu ordunun merkezinde Nusayriler vardı. Beşşar Esad’ın dedesi Ali Süleyman El Vahşi da bu yapılanmanın önde gelen liderlerinden biriydi, 1936’da Fransa başbakanı Leon Blum’a 80 Nusayri lideriyle birlikte yazdığı mektupta ‘Nusayriler Suriye’ye bağlılığı reddediyor, Fransız koruması altına girmek istiyorlar’ demiştir.

Nusayriler uzun zaman boyunca ötekileştirilmiş, İslam tarihinde gadre uğramış, hakları yenmiş, zaman zaman katliamlara maruz kalmış bir kitleydi. 1920’lere kadar çocuklarını karın tokluğuna zengin çiftçilerin yanına verirlerdi. Fransa’nın kurduğu bu ordu, onlara bir anlamda iş ve ekmek kapısı oldu. Aynı zamanda siyasete çıkan yola açarak iktidar sahnesine çıkmalarını sağladı.  Bunun tersine Müslümanlar, özellikle Sünni orta sınıf, bu askeri yapılanmayı emperyalist yapılanma olarak görüp uzak durdular. Uzun yıllar boyunca ücretini ödeyip askerlikten uzak durdular.

1944’te Fransızların çekilmesiyle beraber bağımsız Suriye kurulunca azınlıkların etkin olduğu bu ordu yapısı yeni devletin de ordusu oldu. Merkezinde Nusayrilerin olduğu, Dürzi,  İsmaili ve Hıristiyanların yanı sıra dış çeperinde de bir miktar Sünni Arap ve Kürtlerin yerleştirildiği bu yapı doktrin olarak ülkeye yabancı bir yapıydı.

1952’ye kadar bu yapının içindeki güç dengelerine yönelik 7 darbe oldu. Hafız Esad’a kadar süren bu darbelerin nedeni, ordu içindeki bu dengesiz güç dağılımı üzerine kurulu doktriner yapılanmayı karşılıklı değiştirme çabasıydı. Sonuçta Fransızların bölgeye implant ettiği bu ordu, 8 Aralık 2024’e kadar Suriye’nin başına çökmüş bir yapıydı. Sosyal tabanı yoktu, meşruiyeti yoktu, Suriye’nin gelişmesiyle, ekonomisiyle, sosyal sorunlarıyla uğraşmıyorlardı, halk diye bir dertleri yoktu. Tamamen kendi kalelerinde oturup Suriye’yi yönettiklerini söylüyorlardı.

2000’de Hafız Esad ölene kadar Suriye, ağır bir baskı ve korku rejimi altında yaşayan bir diktatörlüktü. Arap Baharı’yla birlikte ilk defa kitleler sokağa çıktılar. Daha önce 1980’de Hama’da bir kalkışma olmuş ve çok kanlı bir şekilde, katliamlarla bastırılmıştı. On binlerce insanın katledildiği Hama katliamıyla muhtemel bir muhalefetin oluşumu daha başından engellendi. Suriye’de bu şartlarda muhalefet diye bir oluşum olamazdı. Muhalefetin karşılığı net olarak ölümdü.

Arap Baharı ve Beşar Esad döneminin başlamasıyla beraber toplumda bir umut oluştu. Şam Baharı denilen bir reform dönemi başladı. Toplumun çeşitli kesimleriyle büyük toplantılar yapıldı. Talep ve görüşler dinlenip birtakım vaatlerde bulunuldu. Ama bunların hiçbiri yerine getirilmedi.

Arap Baharının ilk yansıması olan Dera’daki gösteriler ve devamı olaylara rejimin tepkisi, on binlerce insanın öldürüldüğü katliam boyutundaki bastırma hareketleri oldu. Bir anlamda Fransız Levant Ordusunun doktriner ezberiydi bu. Bu süreçte ordudan firarlar başladı, halkın direnişi kitleselleşerek 14 yıl boyunca devam etti.

Peki 14 yıl boyunca yıkılmayan, ayakta tutulan Esed rejimi ne oldu da 8 günde çöktü? Herkesi şaşırtan bu gelişme, aslında önceden çökmüş, çürümüş bir rejimin doğal sonuydu.

Baba-oğul Esed hanedan rejimi jeopolitik dengelerle ayakta kalan bir rejimdi. Esed, Rusya – İran ve Rusya-Amerika arasındaki dengeden kendisine bir alan açtı. Suriye muhalefeti karşısında, önce Hizbullah – İran, sonra da Rusya’nın müdahaleleriyle ayakta kaldı. Bu müdahaleler olmasaydı 2013’te rejim yıkılmıştı. Ama Rusya’nın getirdiği hava gücü ve İran’ın organize ettiği 200 bin kişilik Şii milis kuvvetleri ağır katliam ve yıkımlarla dengeyi değiştirdi. 1 Milyona yakın insan öldürülerek, şehirler yakılıp yıkılarak denge değiştirildi.

Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, dikkatlerini buraya kaydırdı. Rusya, ayrıca önemli bir odak kaymasının yanı sıra ciddi bir kapasite kaybı da yaşadı. Ukrayna savaşında sahip olduğu silah ve insan kapasitesinin önemli bölümünü kaybetti. Dolayısıyla Suriye, Rusya’nın önceliği olmaktan çıktı. Buradaki asker ve silahların önemli kısmını geri çekti.

İran da uzun zamandan beri bölgedeki yayılma ve yapılanmasının hedefi olarak gösterdiği Kudüs’ün kurtarılması iddiasının sonucu olarak; Gazze olaylarının başlamasıyla İsrail’le karşı karşıya gelmek zorunda kaldı. İran ve Hizbullah’ın, İsrail saldırıları karşısında etkisiz kalmaları, iddia ettikleri kadar kapasitelerinin olmadığını gösterdi. Böylece İsrail saldırıları karşısında Hizbullah ve İran kendi bölgelerine çekilmek zorunda kaldılar.

Bu gelişmelerin sonucunda Esed ve Muhalifler baş başa kaldılar. Muhalefet bu konjonktürü iyi değerlendirerek, tükenmiş, çürümüş rejime son müdahaleyi yaptı.”

Kaynak: Tuğba Polat