Sednaya'nın rüzgârgülü şeklindeki son bölümünde bir kantin ve yemekhane bulunuyordu. Ancak mahkûmlar için burası da bir işkence alanına dönüşmüştü. Gardiyanlar, mahkûmları sırf eğlence olsun diye buraya getirirdi. Ancak içeride ışık yoktu; sadece gardiyanların ellerinde birer fener bulunur, yalnızca kendi yollarını aydınlatırlardı. Mahkûmlar, bağlı hâlde ilerlerken masalara çarpar, düşer ve çoğu zaman bir yerlerini kırarlardı.

Hapishanede sular sürekli kesilirdi. Mahkûmlar uzun süre susuz bırakılırdı. Susuzluktan perişan olan mahkûmlar, kirli tuvalet hortumlarından su ihtiyaçlarını giderirdi. Günün sonunda, bir görevli hücrelere sadece bir kap su getirirdi. Gelen su paylaştırıldığında, her mahkûma bir su bardağının üçte biri kadar su düşerdi. Üç gün boyunca susuz kalıp, sadece birkaç kaşık su içmek zorunda kalırlardı. İnsanlığın öldürüldüğü ve ayaklar altına alındığı yer Sednaya idi. Rejim, adeta Kerbela’daki Hz. Hüseyin’e suyu kesen zalimler gibi mahkûmları susuz bırakırdı.

Bazen mahkûmlara verilen su kabı bir anda delinmiş ve su yere dökülmüştü. Mahkûmlar, çaresizlik içinde dökülen suyu yerden yalayarak içmeye çalışırdı.

Uzun süre mahkûmlar susuz bırakıldıktan sonra, içlerinden biri dayanamayarak cesaretini topladı ve "Su!" diye bağırdı. Herkes şaşkına dönmüştü, çünkü görevler öyle bir korku salmıştı ki, kimse bunu yapmaya cesaret edemiyordu. Ardından diğer mahkûmlar da ona katıldı ve hep birlikte "Su!" diye bağırmaya başladılar. Bir süre sonra, borulardan kısık bir su damlama sesi geldi. Küçük bir çocuk gibi ağlayan mahkûmlar, o birkaç damla suya kavuşmanın sevincini yaşıyordu.

Son olarak, hapiste büyüyen çocuklara değinmeden geçemeyeceğim:

Hepimizin bildiği gibi, Sednaya Hapishanesi'nde kadınlar ve çocuklar da vardı. Suriye'nin önde gelen muhalif düşünürlerinden bir yazarın anlattığı bir olay: hapishanede tutulduğu sırada hamile kalan bir kadın ve onun çocuğu hakkında trajik bir hikâye anlatıyor. Hangi vicdan, o çocuğu ve annesini orada tutabilir? Hangi vicdan, bir kez olsun gün ışığına çıkarmadan, bir ağaç ya da kuş göstermeden onları orada yaşatabilir?

O çocuklar, korku dolu gözlerle bakıyorlardı. Güneşi hiç görmemişlerdi. Onların dünyası, o küçük hücreden ibaretti. Ama bir gün kurtulanlar oldu ve dışarı çıktıklarında, çocuklar gibi sevinerek ağladılar.

Michel Kilo, bir gardiyanın gece yarısı kendisini hücresinden çıkardığını ve ileride kadın bir mahkûmun bulunduğu bir hücreye götürerek orada bulunan beş yaşlarındaki bir çocuğa hikâye anlatmasını istediğini belirtiyor. Gardiyan özellikle ona "Sen okumuşsun, bilgilisin" demişti. Michel, çocuğa masal anlatmaya başladığında "Bir gün bir kuş uçuyormuş" dediği anda, çocuk "Amca, kuş nedir?" diye sormuştu. Ünlü yazar, tüm çabalarına rağmen hapishanede annesinin tecavüze uğraması sonucu dünyaya gelen çocuğun güneş ışığını hiç görmediğini, bu yüzden "ağaç, güneş, kelebek, kuş" gibi en basit kelimelerin anlamlarını bile bilmediğini belirtti. Program sunucusu bu anlatılanlar karşısında gözyaşlarını tutamadı. Sednaya, anlattıklarımızdan ve anlatılanlardan daha dramatik ve korkunçtur. Temennimiz, Sednaya’nın müzeye çevrilmesi ve bu zulmün gelecek nesillere aktarılıp bir daha dünyanın hiçbir yerinde yaşanmamasıdır.