Geçen hafta sosyal medyada paylaştığım bir kıssa beklediğimden daha fazla ilgi çekti. Birçok arkadaşım bir araya geldiğimizde ilgiyle okuduklarını söyleyip benimle düşüncelerini ve yorumlarını paylaştılar, günümüz olaylarına uyarlayarak neredeyse benzer düşünceleri paylaştılar. İnsanımız ne kadar da arifmiş, leb demeden leblebiyi anlıyormuş. Çok sevindim. Önce kıssayı kardeşlerimizin nasıl yorumladığına bir bakalım:

"Eğer devlet gün gelirde size bir yetki/görev verecek olursa bunu fırsat bilip haddi aşmayın." "O yetkiyi yanlış kullanıp; sadece kendi yakınlarınızı gözetip görevlendirmeyin."

"İşi ehline verin; yakınınıza değil."

"Devletin 'alnı secdeli' diye hüsn-ü zan ettikleri ve yetki verdikleri bazı kesimlerin asıl niyeti meğer devleti başkalarının (sömürgecilerin) hesabına ele geçirmekmiş. Bunu yakın geçmişte yaşadık-gördük. Bundan sonra daha dikkatli olmalıyız."

"Artık yukarıdan aşağıya, bürokrasinin veya siyasetin her kademesinde devletin verdiği yetkiyi sadece tarikatı-mezhebi-milliyeti-aşireti-akrabaları-cemaati için kullananları; devletin verdiği yetkiyle/imkanlarla 'devleti ele geçirmeye göz dikmiştir' diye anlayacağız, düşüneceğiz ve bu konuda kesinlikle iyi niyetli bakmayacağız."

"Allah'ın kaderimize yazdığı makam/mevki/yetkiyle şaşırıp veya azıp kendimizi kaybetmeyeceğiz yani haddimizi, asıl görevimizin ne olduğunu, nereden geldiğimizi ve edebimizi bileceğiz."

"Devletin omzuna basılmaz. Çünkü o bütün milleti temsil eder. Buna teşebbüs edenlerin omzunun üzerindeki başı er-geç gider."

Yorumlar böyle ve benzeriydi… Şimdi kıssayı bir daha hatırlayalım:

"Halife Harun Reşid, Bermek olan veziri Cafer bin Yahya ile birlikte, "Saray'ın bahçesi"nde gezerken, canı "meyve" çekiyor... "Elma"yı dalından koparmak için uzanıyor, ne var ki; "orta boylu" olduğu için, meyveye yetişemiyor!..

Veziri Yahya'ya diyor ki;

"Omzuma çık, o meyveyi kopar ve bana ver!"

Vezir "zayıf" olduğu için, "Halife'nin omzuna" çıkıyor ve meyveyi koparıp, veriyor...

Meyveyi yiyen Halife Harun Reşid, "çok lezzetliymiş" diyor, "Bana bahçıvanı çağırın... Bu lezzetli meyveden dolayı onu ödüllendireceğim."

Zaten az ileride duran ve olan-biteni "hayretle" seyreden bahçıvan geliyor... Halife, ona; "Sana bir ödül vereceğim, dile benden ne dilersen" diyor...

Bahçıvan diyor ki; "Sultanım, sizden bir tek isteğim olacak... Bana, benim Bermekî olmadığıma dair bir belge verir misiniz?"
Halife şaşırıyor!.. "Herkes devlet kademesinde görev almak için bir Bermekî şeceresi uydururken, herkes Bermekî olmaya can atarken, sen niye Bermekî olmadığına dair belge istiyorsun ki?..Kaldı ki, sen bir Bermekî'sin!.. Bermekî olmaktan niye kaçınıyorsun?.."

"Belge"yi almakta ısrar eden bahçıvan diyor ki; "Evet, bir Bermekî'yim... Ama, madem ki, benden bir istekte bulunmamı istediniz... Ben bu belgeyi istiyorum, başka da bir isteğim yok!"
Halife Harun Reşid de; "Madem ısrar ediyorsun, istediğin belgeyi vereceğim sana" diyor ve daha sonra da, o belgeyi veriyor bahçıvana...
Aradan yıllar geçer...Halife Harun Reşid, yattığı "uyku"dan uyanır, "göz"leri açılır, "kulak"ları duymaya başlar...
"Civar ülkelerden gelen uyarılar"ın ve "halktan yükselen tepki"lerin, hiç de yersiz olmadığını düşünmeye başlar!..
Bermekîler ; Halife Harun Reşid'in kendilerine beslediği "büyük güven ve yakın ilgi"yi "istismar" ederek, sadece "Saray kademeleri"ni değil, "eyaletleri de kendi yandaşları ile yönetmeye" başlarlar!..

Devletin her kademesini anlayacağınız bir "ur" gibi sarmışlar, en ücra yerlerine bile "kendi adamlarını" yerleştirmişlerdir!..
Yattığı "derin uyku"dan uyanan Halife, Bermekîlerin " bir devlet içinde devlet" kurmak için uğraştıklarını "ülkenin her yanını ele geçirdiklerini" ve "kendisini devre dışı bıraktıklarını" fark edince, derhal emir verir:
"Bermekîleri kılıçtan geçirin!..Yaşlılarını da zindana atın!" Emir, yerine getirilir!.. Bermekiler öldürülür. Peki, "bahçıvan"a ne olur?..
Halife'nin emri üzerine, görevliler "bahçıvan"ın evine de giderler... Ya kılıçtan geçirecekler, ya hapse atacaklardır!..
Ama, bahçıvan; hemen, "Bermekî olmadığına" dair, "Halife imzalı belge"yi gösterir!..
"Gördüğünüz gibi, ben Bermekî değilim" der ve kellesini kurtarır!..
"Kılıçtan geçirme ve zindana atma operasyonu" sona erince, Harun Reşid, son durumu öğrenmek için "kurmay"larını çağırır ve sorar; "Emrimi yerine getirdiniz mi?"
Kurmaylar der ki;
"Listedeki herkes; ya kılıçtan geçirildi, ya zindana atıldı... Sadece bir adam kaldı... Ama, ona dokunamadık, çünkü elinde sizin imzaladığınız bir belge vardı!"
Halife; "Hatırladım ben onu... Onu bulun ve bana getirin" der...
Bahçıvan huzuruna getirilince, Harun Reşid sorar adama;
"O gün, Bermekî olmadığına dair, benden ısrarla belge istedin... Ben de verdim... Peki, bugünlerin geleceğini nereden anladın?"

Bahçıvan der ki; "Sultanım; hani, o elmayı koparmak isterken, vezir, sizin omzunuza basmıştı ya... İşte o an dedim ki; eyvah, bizim sonumuz geldi!"
Harun Reşid, araya girip; "Ama ben söyledim omzuma basmasını" deyince, bahçıvan der ki;

"Farketmez sultanım... Sizin, Sultan olarak, vezirinizin omzunuza basmasını istemeniz bir alicenaplıktır, büyüklüktür... Siz istemiş olsanız bile, vezirinizin omzunuza basması ise; hem şımarıklık, hem hadbilmezlik, hem de küstahlıktır!..Sizin omzunuza basıp meyveyi koparmak yerine, pekala beni çağırabilir ve benden isteyebilirdi!..

Bir adam, vezir de olsa, sultanının omzuna basacak kadar cüretkar ve hadbilmez olduysa, bunun sonu felakettir!.. Ben, işte o gün bu felaketi gördüm ve sizden o belgeyi istedim."

Evet, atalar ne demiş: "İslamın şartı beş ise altıncısı haddini bilmektir". Zira, unutulmamalı ki, haddini aşanlara Allah eninde sonunda haddini bildiriyor!"