Her yılı, haftalara ve günlere ayıran anlayış, 3 Aralık'ta Engelli İnsanı ön plâna çıkarmak istemiş.

Sadece bir gün içinde başlayıp biten saltanatta ne yapılabilirse o.

Çiçekçi bayram etsin, hediyeleşmeler olsun, âdet yerini bulsun, şekerleme, lokumla parfüm ve kolonya satışı artsın.

365 Günü bu anlayışla parselleyenlerin tüketime teşvik çılgınlığı, değerlerin ne denli yozlaştırıldığını, itibarsızlaştırıldığını gösterme yönüyle önemli.

Çabuk harcanan, tüketilen, diğer günlerde unutulan insandır, canlılardır, çevredir, değerlerdir.

Bir insanın beden azasının eksikliği, kendisini dışlanmışlığa itmemeli.

Görme, işitme olmak üzere diğer alanlardaki engel durumlarında iyileştirme beklenirken, sonradan engelli olanların çoğunun sebebi ihmaldir, bunu biliyoruz.

Engelliye acıma duygusu, merhamet gösterme, şahsı daha da üzer, bu bilinmelidir, bu tür durumlardan kaçınılmalıdır.

Engelli insanın bize göre eksikliği söz konusu olamaz, onların bizden farklılığı, duyarlılığı bizim idrâk sınırını bazen zorlar.

Engellilik, sadece insan için mi?

Engellilik, sadece diğer canlılar için mi?

Çevrede, sosyal hayatta, mimarîde engelli anlayışların hayatı gittikçe zorlaştıran, yaşamı cehenneme çeviren icraatı nasıl yorumlanabilir?

Bir yerleşim biriminde çarpık iskân uygulaması, zamanla ne gibi durumlara zemin hazırlar?

Her gördüğü, satın aldığı, kapattığı toprak parçasına devasa yerleşim alanları kuranlar, sebep oldukları olumsuzluklardan muhattap olmaktan yasal çerçevede yakalarını kurtarabilir de vicdanen beton ve demir yığını haline getirdikleri ekilebilir, tarıma, ormancılığa ve hayvancılığa elverişli arazileri bir daha aslına ruc'û olmayacak hale getirmede hak sahibi midir?

Şehrin, yerleşim birimlerinin tarihî değerlerini yok sayan, turizme endeksli yatırım anlayışı ile tam işgal hareketinin mümesilleri, yerlesim alanı haline getirdikleri toprağı, tabiat örtüsünü yok etmekle kalmayıp su kaynaklarını kirleterek yeşil alanları ortadan kaldırarak, diğer canlıların döngüsünü bozmuştur.

Su kaynaklarını kirletenler, akarsularda, nehirlerde ve denizlerde doğal döngüyü bozup su canlılarını ortadan gittikçe yok ediyor.

Yeşil alanları yerleşime açanlar, yabanî hayvanların yaşam alanlarını yok ederek, tabiattaki dengeyi sarsıyor.

Endemik türleri ortadan kaldıranlar, çok kazanma, kapital uğruna her şeyi feda etmeye hazır, birer fedaî konumunda.

Şehirler, birer birer işgal edilmiş durumda.

Hava kirliliği, gürültü kirliliği, fikir kirliliği,...

.

Köyden ve kasabadan şehre sığınan herkesi üretici iken tüketici konumuna getiriyor.

Şehirde kümeleşen gruplar, artan geçim zorluğu zaman içinde birçok zararlı madde bağımlılığına, gaspa, hırsızlığa, yaralamaya, cinayete zemin hazırlıyor.

Şehir, medeniyetten denayete sürüklenirken yozlaştırılmak istenen değerlere inandırıcılığı bırakılmayan genç kuşaklar, tüketim esaretinde kendilerine benimsetilen özgürlük anlayışıyla kimliksiz biçimde, tarihle, inançla, değerlerden kopuk, hangi tarafa yöneltilirse hemen patlatılabilen bomba şekline dönüştürülmekte.

Soğuk savaşların bir özelliği, savaş meydanlarında artık geçerliliği kalmayan kuvvetin yerine uzun zaman alan, toplumu ve toplumu oluşturan grupları ifsad etme yolunu ülke işgalinde izlenecek yoldur.

Zamana muhtaç plânlar, projeler her yönüyle bağımlı hale getirilen, ekonomik olarak çökertilen, tüketime alıştırılan, zihnen köleleştirilen, kendilerine yabancı hale getirilen değerleri reddeden, hakkın ve hukukun arayışında şartlandırılan, olumsuzlukların sebepleri gizlenerek, toplumu ayakta tutan değerlerin düşman gösterilmesine, insanın akl-ı kemâl ile hareket etmesine fırsat vermeyen yapıdadır.

Engelli şehir anlayışını ortadan kaldırmak, yeniden medeniyeti ihya hareketi olarak düşündüğumüz "ŞEHİR ARAŞTIRMALARI MERKEZİ", sadece han ve hamam ile cami, kilise ve köpŕü ile ilgilenen bir oluşumun merkezinde değildir, olmadı, olmayacaktır.

Engelli şehir anlayışı mensuplarına güzel görünmeyen çehremiz, medeniyetten yana olan tavrımız gün ışığında gölgesiz haliyle ortadadır.

Bizi biz kılan değerlere sahip olmadıkça, bu engelli şehir anlayışı bünyeye düşen habis urdur.

Biz büyüdüğümüzü sandıkça, vücudumuzda semirir, büyür. Büyüyen urun hacmidir, artan ağırlığıdır, azalan ve zayıflayan, erimeye yüz tutan varlığımızdır.

Ötesini söylemeyeceğini belirten Şair misali, biz de bunu söylemekle yetiniyoruz.

Düştüğümüz yerden doğrularak, gün ışığına kavuşmak için çok basamakları yokuşta çıkmak lazım, tökezlesek de yeniden var olma ruhunu canlı turmak mecburiyetindeyiz.

Yolumuz ve şiârımız, bu.

Bu çağ, medeniyetler savaşıdır.

Biz, Şehir Araştırmaları'nı yaparken, merkezi kurarken bu savaşın bir tarafında, yola düşen karıncayız, İbrahimi ateşten kurtarmak için gagasında kendisince çok suyu ateşi söndürmek için kanat çırpan kuş ya da yerde sürünerek acele eden kertenkele misaliyiz.