Her ramazanda kendi çocukluğuna uzanır herkes. Geçmişine. Eski ramazanlara, eski bayramlara uzanır. Oysa pek bir anlamı yok bu cümlelerin. Çünkü hepimiz her gün eskiyoruz gün gün.

Ve çok değil yirmi otuz yıl sonra bugünkü ramazan da hoşça yâd edilmiş olacak anılarımızda. Yalnızca yirmi otuz yıl sonra çocuklarımızın da eski ramazanları olacak mesela. Onlar da hatırlayıp tatlı bir tebessümle dalacaklar gökyüzünün o sonsuz ve huzur dolu maviliğine. Ramazanın o tarifsiz sevincine varacak onlar da. Onlar da kendi çocukluklarına, çocukluklarındaki ramazan hatıralarına varacak bir bir.

Çocukluğumuza uzandığımızda annemizin sofra etrafındaki o tatlı telaşı, o koşuşturması geçer gözlerimizin önünden kare kare. Dakikalar dakikalarla yarışırdı o iftar anında. Ve sonra cızırtılı hoparlörden hızlı hızlı okunmaya başlayan ezan haberdar ederdi hepimizi.

Ezan hep ansızın yakalardı hepimizi ayakta, telaş içinde ne hikmetse. Ve hepimiz ezanın o derin sükûnetini bütün damarlarımızda yaşardık. Bütünüyle ve en derinden yaşardık hem de.

Samiha Ayverdi'ye kalemi verelim yine; kelamı verelim ona:

"İftara yarım saat kala, evlerin içinde sessiz ve sabırsız bir telaş başlardı. Yüzler rûhanileşip hafifçe solar, her zamankinden daha anlayışlı, daha mülayim olurdu. Hatta tiryakilerin abus ve kavgacı çehrelerinde bile bir imanın felsefesini okumak mümkündü."

Evet, geride kalan sevinç ve huzur oluyor sadece. Geride elimizde kalan tek gerçek, tek hakikat bu oluyordu. Zaman da değişse, yıllar da geçse, hayat farklı bir sayfada yaşanılır da olsa; genlerimize, ruhumuza sirayet eden gerçek bu oluyordu: Sevinç ve huzur.

Ramazan kültürüne sağlam bir kulpla yapışıyor olmamızda gizlidir belki de her şey. Ve orada bulduğumuz huzurla yeni baştan var oluyoruz her birimiz. Doğuda da bu böyle, Batıda da. Gencinde de durum bu, ihtiyarında da. Şehirde de vaziyet bu, köyde de. Ramazanın değdiği her iklimde huzura açılan bu büyük kapının önünde buluyoruz işte kendimizi.

Ramazan ayında bulduğumuz sevinci yitirmek niyetinde değiliz hiçbirimiz. Bu sevincin, bu farklılığın farkındayız hala.

Huzuru bulmak için aramak, kapıyı çalmak ve orada beklemek gerekiyor galiba.

Keşke bunu anlasak. Sadece bunu anlasak.