Yakın zamana kadar eşitsizliğin ve ayrımcılığın en yaygın kaynağı olarak, ekonomik, etnik, ırksal, cinsel, bölgesel, sınıfsal ya da statüye ilişkin farklılıklar kullanılırdı. Ancak 11 Eylül olayıyla birlikte din temelli özellikle Araplara ve Müslüman ülke vatandaşlarına karşı ayrımcılık ve eşitsizlik hem kamusal hem de sivil alanda daha sık rastlanır bir uygulama oldu.

Diğer bir deyişle Arap-Türk-Fars ya da Müslüman olmak ayrımcılığa maruz kalmanın bir önkoşulu, ya da sebebi haline gelmiş gibi görünmektedir. Bu durum özellikle ABD ve AB ülkelerinde gözle görülür bir hal almış bulunmaktadır. (Delibaş).

Bakıldığı zaman bazı fakir-cahil-yobaz-azmış toplumlarda köktendinci hareketlere gerçekten rastlanırken var olan problemler daha da kaşınarak, körüklenerek çatışma artırılmakta kendi amaçları için Batı'nın bir kesimi tarafından kullanılmaktadır.

Osmanlı devleti, Müslüman dünyanın geri kalanı kısmı gibi 19. Yyda kapitalizmin ve Avrupa'nın zorla işgal tehditlerinin etkisi altında kalmıştır. Bağımsız tek büyük Müslüman devleti olan Osmanlı Devleti Müslüman dünyanın kıyısındaki devletlerden ve hükümdarlardan gelen ve bağımsızlıklarını ve İslami yaşam tarzlarını korumalarına yardımcı olunmasını isteyen taleplerle adeta kuşatıldı. 19. yy'ın 2. yarısında, Osmanlı Devleti İslâm dünyasının dini merkezi haline geldi.

Bu gelişmeler bağlamında Sultan 2. Abdülhamid Müslüman dünyanın sözde birliğini ağlayacak lider, dini lideri olarak ortaya çıktı. Bireycilik ve otoriterlik arasında olduğu gibi dinsizlik ile dünyevilik ve dindarlık ile cemaatçilik arasında da baş gösteren çatışma Türk modernizminin temel bir özelliği ve itici gücü haline geldi. Nasıl ki müteveffa Arnold Toynbee 'meydan okuma' ve 'tepki' unsurlarını Batı dünyasının kilit özelliği olarak görmüştü (Karpat, 2017: 2). Böylece kapitalizm Osmanlıya tesir etmeye başlamıştı.

Osmanlı imparatorluğu ve asıl ardılı olan Türkiye Cumhuriyeti batılılaşma çabalarına devam ederken bir yandan da doğuyla olan bağlarını muhafaza etmeye çalışmış, cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bugünkü Rusya ile olan bağlarını da güçlü tutmaya çalışmış, doğu ve batı sentezini kendi bünyesinde gerçekleştirmeye çalışmış ve çalışmaktadır. Doğunun ağırlığı bugün Çin'e kaymaktadır gibi gözükmektedir(Hindistan yedek ve tamamlayıcı unsur).

Bugün gelinen noktada vahşi kapitalizmin neo-liberalizm ve küreselleşmenin ortaya çıkardığı değerler bozuk bir sosyo-ekonomi özellikle gelir dağılımı adaletsizliği ve ulusların borçla köleleştirilmeye çalışılması olmuştur. Son yapılan Davos toplantısında alınan kararlardan biride gelir dağılımının daha adaletli bir hale getirilmesi ve sosyo-ekonominin büyük sıfırlama ve yeşil dönüşüm kavramları, 2 ayağı üzerinde yeniden düzenlenmesi olmuştur, direnen ulus devletler sistemde sadece bir obje olmak yerine subje olmayı da istemektedirler.
Dipte süren önemli bir dalgada ise tüm dünyanın Çin benzeri bir dijital kölelik sistemine evrilmesidir.