Washington Konsensüsü, ABD ve diğer G8 ülkeleri tarafından kabul edilen; IMF, Dünya Bankası ve WTO tarafından dayatılan neo-liberal ekonomi politikalarıdır. IMF ve Dünya Bankası'nın standart paketi haline gelmiştir. Latin ülkeleri için oluşturulmuş ama zamanla genele şamil olmuştur. Mali disiplinler, özel Mülkiyetin korunması, kamu harcamalarının azaltılması, kamu teşebbüslerinin özelleştirilmesi, vergi reformu, ticaretin serbestleştirilmesi, Finansal reform, uluslararası ticaretin önündeki engellerin kaldırılması, Sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesi, Serbest faiz hadleri, Rekabetçi kur politikaları başlıca kriterleridir. Bu politikalar dünyanın büyük kısmında neo-liberal olarak tanımlanmasına rağmen ABD'de 'muhafazakar' olarak tanımlanan politikalardır.(Vikipedi, 03.01.2019).


Küreselleşme kültürleri kitle iletişim araçlarıyla hızla birbirine yakınlaştırırken bu yakınlaşmalarda çeşitli gerginliklerin oluşması kaçınılmazdı, asıl olan bu çakışmaların çatışmalara dönmeden uzlaştırılabilmesi iradesiydi. Fakat maalesef bu çakışmaların uzlaşmaya dönüştürülmesi çabalarından ziyade çok eski yıllardan beri olan, kaynağını Roma İmparatorluğundan alan 'divede et impera'(böl ve yönet) anlayışı hakim oldu. Siyasi tarihe bakıldığında belki de bilinçli olarak Kore, Kıbrıs, Pakistan-Hindistan, Almanya örneklerinde olduğu gibi problemli alanlar oluşturulup bu bölgelerden çatışma noktaları ortaya çıkarılmaya çalışılmıştı.

20. Asırda sahne bulan iki büyük savaş bu yapay gerilimler yanında gerçekten de var olan kültürler arasındaki farklar ve iktidar mücadelesi sonucunda çok kanlı savaşlara dönmüştü. Belki de içinde bulunduğumuz asırda savaşların bu kadar küresel felaketlerle sonuçlanmamasının nedeni içinde bulunduğumuz dehşet dengesiydi.

Soğuk savaş sırasında kullanılmaya başlayan dehşet dengesi kavramı nükleer silahların kullanılabileceği olasılığının düşünülmesinden dolayı kültürleri barışa zorlamak olarak adlandırılıyordu. Belki de bu sebepten Samuel P. Huntigton ünlü medeniyetler çatışması makalesinde çatışmaların bölgesel düzeyde, mikro boyutlarda kalacağını genele yayılmayacağını söylemişti.

İki dünya savaşından sonraki dönemde önemli bir kırılma noktası 1978 Washington Mutabakatı olmuştu. John Williamson'a göre küreselleşme sürecine uyum sağlamaya çalışan çevre ülkelerine merkezden önerilen politika çerçevesi 'İstikrarı sağla', 'Özelleştir', 'Serbestleştir' ('Stabilize', 'Privatize', 'Liberalize') komutları ile özetlenebiliyordu. 'Neoliberal' iktisadi düşünceden beslenen bu yaklaşım bazı sorunları da içinde barındırıyordu.

Birincisi, komutların merkezden çevreye tek yönlü olarak iletilmesi ve küreselleşme sürecinin yönetişim yapısında demokratik açıdan bir katılımcılık sorunu bulunmasıydı. Bunun da ötesinde, söz konusu küresel sistem büyük ölçüde ikinci dünya savaşında galip gelen tarafların çıkarlarını ve isteklerini yansıtıyordu.

İkincisi ise iletilen tavsiyelerin esas olarak piyasaların serbestleştirilmesi üzerine inşa edilmesi ve piyasalara kamu müdahalesinin bağlam ne olursa olsun her durumda asgaride tutulmaya odaklanılmasıydı. Üçüncüsü ise tavsiye edilen büyüme reçetesinin her yerde aynı olmasıydı. Halbuki ülkeler farklı farklıydı(Tepav, 2009).

İdeolojiler çağında dinin yerini almaya çalışan belki de tarihin en eski çatışmalarından olan felsefe-felsefeciler; din-peygamberler yeniden gündeme gelmiş Aydınlanma ve Reform-Rönesans ortaya insanların hayatlarını düzenleyen yeni fikirler çıkarmıştı ve din toplumsal alandan laiklik-sekülerizm vb ilkelerle çıkarılmıştı. İşte Neo-Klasik iktisat anlayışı ve bugünkü Amerikan Muhafazakarlığı tüm dünyaya empoze edilmek üzere….

1890'lı yıllara gelindiğinde Klasik İktisat teorisi çökmekteydi, Klasik Teori o dönemde yaşanan birçok olayı açıklayamıyordu. Bu dönemde Alfred Marshall 1890'da yayınladığı 'İktisadın İlkeleri(Princiles of Economics) kitabında bu bocalamalara karşı iktisat ilminin yeni bir güç ve güven kaynağı oldu. Böylece Neo-Klasik iktisat dönemi başlamış oldu (Savaş, 2007)