M. Sarmış: İlkokula gelelim.
M. Akalın: İlkokula, Ellisekiz Meydanı'ndaki Kurtuluş İlkokulu'nda başladım. Evimize yakındı.  Dabakhane'ye 300 metre filandır. Müdürü babamın arkadaşı idi. Urfa'nın efsane müdürlerinden Abdülkadir Önen, nam-ı diğer "Karakaş Kadir". Milletvekili Emin Önen'in büyük amcası. O zaman müdür denilmez, "başöğretmen" denilirdi. Benden bir yaş büyük kız kardeşim okula başlayınca, "Ben de okula gideceğim." diye tutturdum. Evde kıyamet koptu, baktılar olacak gibi değil, babam eski yazı bir tezkere yazdı başöğretmene. Karakaş Kadir'e yani. Arkadaşı ya… Kızkardeşimle tezkereyi götürüp Kadir Amca'ya verdik. Gözlüğünü taktı, okudu, hizmetliyi çağırdı. Eskiden hademe ya da hizmetli demezlerdi, "halfe" derlerdi. "Bunları ilk sınıfa götür." dedi. O da bizi götürdü. Öğretmenimiz Nejat Gayberi idi… Aynı okulda ortanca ablamla abimi de okutmuş olan özel ve güzel bir insandı. Ablamla beraber onun sınıfına sabahçı olarak kaydolmuş olduk. O sırada beş yaşındayım. Benim gibi yaşı küçük olanların statüsü için eğitim hayatında "kayıtsız" ifadesi kullanılırdı. O dönem Urfa'da trahom hastalığının yoğun olduğu bir dönemdi. Çocuklar arasında da çok yaygındı. Onun için bazı okulların bazı devrelerini trahomlu öğrencilere ayırmışlardı. Mesela bizim Kurtuluş İlkokuluna sabahleyin trahomsuz öğrenciler, öğlenden sonra trahomlular gelirdi. Keza Beykapısı tarafındaki Turan Okulu da öyleydi. Şehit Nusret de… 
M. Sarmış: Bu arada babanız 1960'larda hâlâ eski yazıyı kullanıyor.
M. Akalın: Eski yazıyla okula başlamış olanların öyle bir alışkanlığı vardı.
M. Sarmış: Kurtuluş İlkokulundan mı mezunsunuz?
M. Akalın:  Hayır. Birinci sınıftan sonra Atatürk İlkokuluna geçtik. Eskiden "Mahkeme Önü" dedikleri Yıldız Meydanı'ndaki okula. Oradaki müdürümüz de yine efsane bir isimdi; Başöğretmen Şerif Özden… 5. Sınıfa kadar orada okuduk. 
M. Sarmış: Siz de trahom yüzünden mi Atatürk İlkokulu'na geçtiniz?
M. Akalın: Hayır. O sıralar ailevî bir sebeple Yıldız Meydanı'na taşındık. O evin karşısında Atatürk İlkokulu vardı; kaydımızı oraya aldılar. İki yıl sonra tekrar Dabakhane'deki evimize taşındık. Ama bir daha okulu değiştirmedik.    
M. Sarmış: Oradaki öğretmeniniz kimdi?
M. Akalın: 27 Mayıs sonrasıydı. O sırada yedek subay öğretmenlik uygulaması vardı. Öğretmen açığını kapatmak için Anadolu'nun her tarafına tahsilli insanları öğretmen diye gönderirlerdi. Her okulda vardı. Bizde üç dört tane vardı. Bizi 2. ve 3. Sınıflarda okutan öğretmenimiz İstanbul'dandı. Adı Gültekin Arcak idi.
M. Sarmış: Tahsilli insanları askerliklerini yapmak üzere o şekilde görevlendiriyorlardı herhalde.
M. Akalın: Evet, tabi. Lise ve yüksekokul mezunlarıydı.
M. Sarmış: İlkokul yıllarına dair anlatmak istediğiniz bir şeyler var mı?
M. Akalın: 4. Sınıfta öğretmenimiz rahmetli Yaşar Dağyutan'dı. Atatürk İlkokulu özellikli bir okuldu. Yüzyılın başlarında ya da önceki yüzyılın sonuna doğru Urfa'da dört tane "mekteb-i İbtidaî" yani ilkokul açılmıştı. Beykapısı mahallesinde Hayriye, Camikebir Mahallesinde Sa'diye, Dabbakhane Mahallesinde Feyziye, Yusufpaşa Mahallesinde ise, şu anda röportaj yaptığımız eve açılan tetirbenin önündeki sokağın adı olan İrfaniye sokağında yer alan İrfaniye. İrfaniye mektebi bir aralar Atatürk İlkokulunun olduğu binada da hizmet vermişti. Bunu da eski bir fotoğrafta görmüştüm. Fotoğrafta Atatürk İlkokulunun eyvanı görülüyor, önünde öğrenciler var; altında eski yazıyla "İrfaniye Mektebi" yazıyor. Buradan anlıyoruz ki İrfaniye mektebi bir süre orada hizmet vermiş. 
M. Sarmış: İlkokul hangi yıl bitti?
M. Akalın: İlkokula 1959-60'ta başladık, 1964-65'te de mezun olduk. Son sınıf öğretmenimiz Nursel Erdem idi.  Ondan sonra ortaokul. Urfa Ortaokulu, aynı zamanda Urfa Lisesi.  1946'da Lise olarak hizmete girmiş olan Asfalt Yol'daki üç katlı taş bina. Urfalıların çoğunun okuduğu okul. Sabah lise, öğlenden sonra ortaokul eğitim yapıyordu. Babam beni kayda götürdü. Müdür Mustafa Bengisu. Almanca, Fransızca sınıfları da vardı, ama ben İngilizce sınıfına kayıt yapmak istiyordum. Çünkü o dönem yeni moda olmuştu; herkes İngilizceyi istiyordu. O yüzden bütün İngilizce sınıfları erkenden dolmuş, Fransızca sınıfı boş. Mustafa Bengisu babama dedi ki "Sen bunu Fransızcaya kaydet." Babam bana baktı. Ben de "İyi olur baba." dedim. Ablam da Kız Enstitüsünde Fransızca okuduğu için bizim evde Fransızca kelimelere ve şarkılara aşina idik ve Fransızcaya karşı bir sempatimiz oluşmuştu. Tamam deyince beni de Fransızcaya kaydettiler. Üç yıl ortaokulu orada okuyup lise 1'e geçtik. Lise 2'ye geçtiğimiz günlerde haber aldık ki okulumuz Abide'nin yanında yapılan yeni binaya taşınıyor. Orası aslında ortaokul olarak yapılmış. Bizim müdürümüz Mustafa Bengisu bir yolunu bulup liseyi oraya, yeni binaya taşımıştı.
M. Sarmış: Milli Eğitim Müdürlüğünden habersiz olarak…
M. Akalın: Resmi onay olmadan diyelim… Biz lise 2'ye orada gittik. 3'ü de orada okuduk. Ben 1969-70 döneminde oradan mezun oldum. Lise bizden sonra da bir yıl orada kaldı. Yani o binayı üç yıl lise kullandı. Sonra ortaokul müdürü Haydar Peker'in çabasıyla Milli Eğitim Müdürlüğü lisenin eski binasına taşınmasına karar verdi. Merkez Ortaokulu da kendi binasına geçmiş oldu. O arada Urfa Ortaokulu liseden ayrılmış, adı da "Merkez Ortaokulu" olarak değiştirilmişti. 
M. Sarmış: Ortaokul ve lise yıllarında en çok hangi dersleri severdiniz? Ya da hangi derslerde daha başarılı idiniz?
M. Akalın: Ben ortaokulda Türkçe, lisede de edebiyat derslerinde çok iyiydim. Kompozisyonum da çok iyiydi, hocamız öyle söylerdi. Eskiden okullar tatil olunca, yazları çocukları "şegirt" olarak bir işyerine koyarlardı, ortalarda dolanmasınlar diye. Beni de, Hazar Pasajında terzilik yapan bir akrabamızın yanına vermişlerdi: Suphi Altıparmak… Orada Naci İpek'in kitapçı dükkânı vardı; "Özlem Kitapevi". Dükkânımız onun yanındaydı. Oturdum, oturdum, hiçbir iş yapmıyorum. Terzilik de bilmiyorum. Devamlı Naci İpek'in dükkânından bir kitap alıp okuyorum. Rahmetli Suphi abi baktı ki devamlı kitap okuyorum; Naci abiye dedi ki "Bu çocuk en iyisi sana çırak olsun." Böylece yazları Naci abiye çırak oldum.
M. Sarmış: Allah Naci abiye selamet versin. Benim röportaj listemin ilk sıralarında idi. Bilirsiniz, uzun zamandır Aydın'da yaşıyor. Urfa'ya gelmesini bekliyordum. Sonra öğrendim ki yaşlılığa bağlı unutkanlık başlamış, kimseyi tanımıyor diye… Dolayısıyla o fırsatı kaçırdık. Yapabilseydik, Urfa'nın son yüzyılını kendi hikâyesi etrafında anlatacaktı. 
M. Akalın: Doğru. Allah sağlık afiyet versin.
M. Sarmış: Ortaokul ve lise yıllarındaki öğretmenlerinizden de bahseder misiniz? Özellikle sizde iz bırakanlardan…
M. Akalın: Yabancı öğretmen çoktu. Orta birinci sınıfta Fransızca dersimize dışarıdan Avukat Adnan Akçar'ın geldiğini hatırlıyorum. Yerlilerden Celal Gayberi, Haydar Peker vardı. Türkçe öğretmenimiz Hayrünnisa Tapan vardı. Orta ikiden itibaren lise sona kadar Fransızca derslerimize Yıldız Tan isimli hocamız girdi. Gerçekten de çok iyi bir öğretmendi. Bize Fransızcayı hem sevdirdi, hem de öğretti. O bakımdan onu unutmuyorum.
M. Sarmış: Sözel derslere merakınız çok. Tarih, Edebiyat dersi öğretmenleriniz…
M. Akalın: En çok Felsefe ve Mantıktı. Tarih öğretmenlerimiz her yıl değişti. Sonradan Milli Eğitim'e şube müdürü olarak geçen Ali İpek'i, Coğrafya öğretmenimiz Aliye Bağrıaçık'ı iyi hatırlıyorum. Aliye Hanım bizi dört-beş sene okuttu; bütün devrelerde ve hepimizde iz bırakan bir öğretmendir. Rahmetli oldu. Edebiyatın farkına lisede vardık işin doğrusu. İyi edebiyat öğretmenlerimiz oldu, Günsel Kayışlıgil ve Mustafa Savaş… Edebiyattan keyif aldığımız dönem de o dönemlerdi. Matematik ve fizik derslerinde şüphesiz Ahmet Ural ile Abdullah Haktankaçmaz, Müzik'te Abdullah Balak, Psikolojide Celâl Aşar öğretmenlerimiz bize büyük katkı sundular. Felsefe derslerinin Sabri Sorguç tarafından verilmesi büyük bir şanstı bizim için. Hepimize, elinde tespihle gezen öğrenciler dâhil herkese felsefeyi sevdirdi, Lise'nin zengin kütüphanesinden felsefe klasiklerini alıp okumaya başladık.  Allah rahmet etsin.
M. Sarmış: 60'larda Urfa çok küçük, nüfus az, nispeten bozulmamış…  O dönem Urfa'sı için neler söylersiniz?
M. Akalın: Görmedik ama, muhtemelen 1760'lar Urfa'sı ile aynıdır. Urfa 1960'lara kadar hiç değişmemiş gibiydi. Sur içerisinde bir şehir. Herkes kendi mahallesinde. Atadan deden kalma evinde. Komşuluk münasebetleri de öyle. Herkes birbirini tanıyor. Herkesin mahallesine göre ortak değerleri var. Aşağı mahallelerde hayat daha çok Haşimiye Meydanı etrafında dönüyor. Şehrin esas ticaret merkezi Gümrük Hanı. Yukarıda Yusuf Paşa Mahallesi eskiden beri var, ama ticari faaliyetlere sonradan açılıyor. Keza Köprübaşı'nda da çarşı, sonraları açılıyor. O nedenle de Urfalılar bugünkü Haşimiye cıvarına "Aşağı Çarşı" demeye başladılar. Orası eskiden beri şehrin ticarî kalbi. Her esnaf grubu orada kendi sokağında faaliyet gösteriyor. Her sokak kendi mesleği ile anılıyor. Keçeci Pazarı, Koltukçu Pazarı, Çadırcı Pazarı, Kuyumcu Pazarı, Bıçakçı Pazarı, Demirci Pazarı, Çadırcı Pazarı, Kürkçü Pazarı, Kazaz Pazarı, Kokacı Pazarı gibi… Bunların hepsi yan yana iç içe uzayıp gidiyor. Gümrük Hanı etrafındaki yerlerin hepsine birden Aşağı Çarşı diyoruz. 
M. Sarmış: Hâlâ da o ismi kullanıyoruz. 
M. Akalın: Urfa eskiden beri yolların kavşağındadır. Musul'dan gelen yol Birecik'i geçip Halep'e gider. İran'dan Halep'e giden yol da Urfa'dan geçer. Dolayısıyla ticaret açısından canlı bir şehirdir. Gümrük Hanı bu sebeple kurulmuştur. Orayı 1730'larda Rızvan Ahmet Paşa tarafından Gümrük Hanına dönüştürülmüştür. Devrin yönetimi Urfa üzerinden yürüyen ticaretten gümrük vergisi alırdı. Urfa hem böyle canlı bir ticaret şehri, hem zirai açıdan verimli geniş topraklara sahip. Hem Halep'le yakın münasebeti var. Urfalı bütün tüccarların Halep'in hanlarında, çarşılarında yazıhaneleri vardır, yani irtibat noktaları… O zaman sadece Urfa'nın değil, Antep'in de Hatay'ın da, bütün bölgenin de ticarî merkezi Halep'tir. Urfa'da ciddi bir tüccar sınıfı vardı. Böyle uluslararası ticaret yapan tüccarlara "Hayriye tüccarı" denirdi. Bunlar özel ruhsat alırlardı. Urfa'ya mahsus değil, ülke geneli için geçerli bir isimlendirme. (Sultan İkinci Mahmut zamanında yabancı tüccarlara tanınan ayrıcalıklardan yararlanmak üzere berat verilen yerli tüccarlara "Hayriye Tüccarı" deniliyor.)
M. Sarmış: Ne alıp satıyorlar? Urfa'nın yağı, peyniri filan mı?
M. Akalın: Çok şey. Sadece Urfa'da üretilen mallar değil. Musul'dan Halep'ten, İran'dan çok çeşitli mallar gelip gidiyor. Bu yüzden Urfa'da İran şehbenderliği (konsolosluk) kurulmuştur.
M. Sarmış: Biliyorum. Şimdi Balıkesir'de yaşayan emekli öğretmen Hikmet Parmaksız'ın dedesi Hacı Bekir Efendi İran şehbenderi olmuş.
M. Akalın: Evet. Ondan önceki İran şehbenderi de Yahudi Harun Beydi. Halep'in de şehbenderi oydu.
M. Sarmış: Şu Haşimiye'den Arapmeydanı'na giderken sağ taraftaki yokuşa ismini veren vatandaş. 
M. Akalın: Evet. Firuz sokaktaki yokuş. Yani demek istediğim Urfa ticari bir merkez. Tarım da önemli. Esnaflık önemli. Mesela debbağlık, yani dericilik çok gelişmiş. Dabakhane Mahallesine isim olmuş. Çünkü orada debbağlık çatısı altında faaliyet gösteren onlarca esnaf vardı. Dericidir, kürkçüdür, kunduracıdır. Aklınıza deriyle bağlantılı ne geliyorsa vardı. Yani Urfa debbağlık konusunda gelişmiş bir şehirdi. Kendircilik te çok gelişmişti. 
Kendirci Mahallesi, Kendirci Çarşısı bu duruma işaret eder. Cumhuriyet'in kurulmasından önce Ankara Anlaşması ile Türkiye ile Suriye arasına sınır çekilince Urfa-Halep ticareti kapandı. Urfa köşede kaldığı için ticari önemini kaybetti. O yüzden Cumhuriyet'in başlarında ekonomik hayat durgun ve donuktur. Mahsulün sadece develerle taşındığı zorlu bir uğraş olan çiftçilik yapan bir kısım eşraf ve kendi içerisinde devri daim eden bir grup esnaf… Osmanlı'nın son zamanlarında ve Cumhuriyet'in başlarında, özellikle el sanatları konusunda oldukça mahir olan Ermenilerin de Süryanilerin de Urfa'yı terk etmelerinden dolayı Urfa çarşıları zayıfladı.