Arşive bakarken 1 Ağustos 2013 Tarihli bir yazı göze çarptı.

Şehrin gündeminde yer alabilecek birçok hususu dile getirdik, son iki haftada.

Maalesef bilen de bilmeyen de hayvan sakatadı olan ciğerin kendilerine ait olduğunu ifade edip duruyor.

Biz, ekmek arasına kuzu ciğerini kuyruk yağıyla kömürde pişirip dürüm yapıp yemezsek, bu şehirli olmama kanaati ağır basar.

Bırakın kuzular koç ve koyun olsun.

Bırakın kuzular, toklu olsun.

Canlıyı hayvan bile bile ciğeri kutsama...

Yediğimiz günlük kuzu ciğeri değil, kuzu olması mümkün olamaz.

Komşu ve uzak iller, stoktan ve şoktan ciğer göndermezse, bu şehirde günde beş bin kuzu şiş ciğer aşkına kesilmesi imkansız.

Beş bin kuzunun her birinin ciğeri yüreğiyle dalağıyla birer kilo ise bunca ciğer neyin nesi? Keçi, oğlak, koyun, dana, inek olmasın mı?

Biz şehre dair araştırmalarda bulunan olarak, adeta bir şey yokmuş gibi, bir şehrin ön algılarla kurtuluşunu ciğer kebabında görenler, bir porsiyon ciğerden 100 kazanmanın başka ticarette olmadığını bilir.

Biz, yine 2013'de kaleme aldığımız yazımıza dönelim.

2013'de ne düşünmüşüz, bu gün olanlar nedir?

Aradaki farkı sizin değerlendirmemizde ve yorumunuzda görmek isteriz, bir yönüyle.

1 Ağustos 2013 Tarihli Makale:

ŞEHİR ARAŞTIRMACILIĞI NEDEN GÜNDEM TEŞKİL ETMEZ

Şehir Araştırmaları alanında kesinlik kazanan, böyle bir ihtiyacın günümüz şartlarında ülke için gerekli olmadığıdır.

O halde turizm alanında önemli bir yer teşkil ettiği söylenen Şehir Rehberliğinin sadece turistler için geçerli olduğu kanaatine varıyoruz.

Turist Rehberliğinde yabancı dil bilme zorunluluğu göz önünde bulundurulursa, şehre verdiğimiz değer, sadece yabancılara hizmet ile sınırlıdır.

Ülkemizde şehir araştırmacılığının ciddiyete alınmaması, seksen bir vilayetin sahip olduğu tarihî, kültürel ve diğer alanlardaki zenginliğin yok sayılması manasını taşımaz mı?

Sanal ortamda her şehri tüm yönleriyle araştıran biri olarak, kitaplarla sanal ortamdaki bilgilerin örtüşmediğini ifade etme, bizim şehir araştırmacılarına ne denli ihtiyaç duyduğumuzun bir göstergesi olarak ortada dururken, yayınlanan kimi kitaplardaki bilgi yanlışlıklarına göz attığımızda bu vahîm ölçüdeki yanlışlıkları nasıl düzelteceğimizi kara kara düşünmekten başka elimizden bir şey gelmediğini görmekteyiz.

Alanında uzman olan şehir araştırmacılarına bir kıymetin verilmediği günümüzde, ancak kurumlarla kuruluşların hazırladığı prestij amaçlı kimi yayınlar gündeme geldiğinde, şehir araştırmacılarının kapısının çalındığını görmekteyiz, bilmekteyiz.

Şehir Araştırmaları Merkezi kapsamında her ile ait eserleri bir araya getirirken karşılaştığımız bir önemli husus, kimi kitaplardaki bilgilerin birbiriyle örtüşmediği, şehri ele alan yazarların kendi yorumlarıyla tarihî eserleri tanıtması, bunun beraberinde o şehrin önemli simalarını kendi pencerelerinden gördükleri biçimde tanıtmaları, kimilerini ele alırken oldukça cömert kimilerini ele alırken oldukça mesafeli davrandığı, ideolojik takıntılarla ilmî perspektiften bakılmadığıdır. Kişi, eserinin çerçevesini belirlerken, elbette kendince özgürdür. Fakat bir şehri ele alırken, bu tasarruf hakkına sahip değildir, buna malik olma vasfı söz konusu olmamalıdır.

Bir şehri ele alan eserde yazar, araştırmacı biyografik tanıtımlarda olanı olduğu gibi vermek zorundadır. A şahsını ele alırken sayfalarca tanıtım, B şahsından esirgenmekte ise bu büyük bir sorumsuzluk teşkil etmektedir.

'Şehir Araştırmaları Merkezi' düşüncesinde, herkese hakkettiği oranda yer verme esas iken, kimi eserlerde buna uyulmaması, çalışmalara gölge düşürmekte ve oldukça masrafla ortaya çıkartılan bu tarz eserlerin güvenirliğini zedelemektedir.

Uzman Şehir Araştırmacılığı alanında bir çalışmanın yapılmamış olması, bu tarz eserlerde inanılmayacak derecede yanlışlıklara ve eksik bilgilendirmelere zemin hazırlarken, ortaya konan eserlerde fotoğraf altı yazılarda olan yanlışlıklar ayrı bir fecaat kazandırmaktadır(!)

İstanbul'u tanıtan onlarca eseri karşılaştırırken yazarların keyfî tutumları, mekan tanıtımlarında kendisini barîz biçimde göstermektedir.

Ankara şehrinin ele alınışında da bu böyle görünmektedir diğer bir çok şehir kitabında da.

Resmî ve yerel yetkililerin aynı konuda yayınladıkları eserlerde başkalıklar, farklılıklar, kendilerince önem derecelerine göre şehri ele alış şekilleri, araştırmalarda bulunmak isteyenleri oldukça şaşırtırken, bu alanı kendilerine uğraş seçmiş özel kuruluşların yazarlarının bu eserleri kaynak alarak yayınladıkları eserler, fecaat halini alır.

Özellikle büyük şehirlerde etkin olan özel kuruluşların kaleme aldıkları şehir tanıtım kitapları, fotoğraf olarak yeni iken, temin ettikleri birkaç kitaptan yola çıkarak hazırladıkları eserler, göze hitap ederken bilgi açısından konuya yenilikler getirmekten uzak düşmektedir.

İlçelerin dahi medeniyetler beşiği şeklinde tanıtıldığı bu tarz eserlerde, medeniyetin ne olduğu sorgulanmamakta, amaç ilçeyi ya da şehri tanıtmak, ön plana almak olduğu için tarih yanlış aktarılmakta, edebiyat-sanat-kültürel değerler kulaktan duyma bilgilerle hercûmerc edilmektedir.

Doğru aktarılan coğrafik özellikler ve fizikî yönler iken, tanıtımın omurgasını oluşturan tarih ve edebiyat ile kültürel değerler ne hikmetse acilen geçiştirilmektedir.

Mutfak alanında her şehirde, ilçede artık herkesin yaptığı yemeklere bakıldığında, kimi yemeklerin sadece o şehre ve ilçeye aidiyeti söz konusu edilmektedir.

Halk oyunlarında aynı olan durum, giyimde ve kuşamda da kendisini gösterirken, mimarî alana ayrılan sayfalar, çoğu yanlışlıklara setre vazifesi görünümündedir.

Turizmi merkeze oturtan bu tarz kitaplarda doğal güzelliklerin şehre ya da ilçeye turist getirtme anlayışı, bazen o mekanları gezenleri hayal kırıklığına uğratmaktadır.

Sıradan ve her yerde bulunabilecek görünümler, doğal mekanlar eserlere büyülü bir atmosfer kazandırmada kullanılmaktadır.

Şehir Araştırmalarına verilmeyen değerin kat be kat izlerinin görüldüğü bu eserlerin resmî olarak hazırlananlarında bir vazifenin yerine getriilmesi esası göze çarparken, belediyelerin hazırladıkları eserlerde belediyelerde etkin olan ideolojik unsurlar ağırlık taşımaktadır.

Bir yanda resmî neme lazımcılık öbür yanda taraf tutularak ele alınan eserler...

Bazen bir akademisyenin kaleminden çıkan eserler de sadece o akademisyenin kitaplarının sayısını bir adet artırma derecesinden öte bir mana taşımaz.

Kimi yazarların ve şairlerin yayınlanan biyografileri, toplu çalışmaları da olmazsa resmî ve yerel kurumlarla kuruluşların kültür, sanat ve tarih alanında hizmetleri, sadece matbaalara iş çıkarma konumunda bir manzarayla karşı karşıya olmamızı sağlar.

Seksen bir ile ve yüzlerce ilçeye ait tanıtım broşürlerini, kitapçıklarını ele aldığımızda bu çalışmalarda bir estetik kaygının çoğunlukla göz ardı edildiğini görmekteyiz.

Büyük şehirlerde son dönem görülen fotoğraf albümleri, zevksiz sayfalarla hacimlendirilirken, bu tarz eserlerin halka ve araştırmacıya ne verdiği hususunda bir kaygı söz konusu değildir.

Özellikle turist çekme amaçlı birkaç dilde yayınlanan kitaplardaki katliam derecesine varan estetik düşüklük, çalışmaların baştan savmacılıkla taçlandırılmasını göz önünde bulundurmaktadır.

Bir ilin elbette çok dilli tanıtım kitapları ve broşürleri olacaktır. Lakin bu işin erbabına danışılmadan bir oldu-bitti anlayışıyla yayınlanması, hoş karşılanır durumlardan değildir.

Kimi illerin de her yıl aynı kitapçıkları kapak değiştirerek aynı fotoğraflarla eserleri yayınlamaları, büyük sorumsuzluk örneğidir.

Yazı hacminin fotoğrafa oranının onda birini oluşturmadığı bu tarz kitapların okunur olmaktan çok göze hitap şekli, gittikçe okuma oranının düşüklüğünün adeta yansımasıdır.

Tanıtım kitapları bilgiyi değil, o şehrin ya da ilçenin görsel yönlerinin ön plana alınmasını hedeflemektedir.

Kimi eserlerde İslamî literatörün istenildiği biçimde ele alınmaması, yabancı turistlerin dinî inanışlarının motiflerine ağırlık vermeyi vitrinde gerekli kılmaktadır.

Kiliselere ve benzer yapılara ne kadar yer verilirse o deni o belde tanıtılır düşüncesiyle tarihe, geleneğe, inanca, örfe, kültüre, sanata bir sırt dönüş söz konusudur.

Tarihî eserlerde tercih edilen milad öncesi ve yaklaşık milad sonrası 1000 ile sınırlandırılan zaman dilimi esas alınarak tarih ele alınır, tarihi eserler bu perspektifte sunulur.

Amaç, tarih ise Anadolu'nun tarihi, milad sonrası 1000 ile sınırlandırılamaz.

Bu tarz eserlere bakıldığında yılların vermiş olduğu bir bilinç altı baskıdan söz edilebilir.

Alışılagelmiş tanıtım, ancak ve ancak 1000 sonrası olan ne varsa aleyhinde bulunmakla değer kazanır. Çünkü öğretilen tarihe yabancılık, inanca uzak durma, geleneği tanımama, kültürel ve sosyal hayata mesafeli bakış ve bunların yanında yabancıya hoş görülü davranma, insanını hor görme, başka milletlere hayranlık gibi aşılar söz konusudur.

Kapitalist ve nihilst bakışın şekillendirdiği çok kazanma hırsı, milletin değerlerine yakın durmayı, kendi değerlerine sıcak bakmayı engellemektedir.

Mimarî oluşumlara bakıldığında, denizle toprağın cömertçe buluştuğu şehirler, giyimde ve kuşamda serbestliğin tavan yaptığı beldelerde sergilenen duruş, turizmin mabedleri olan otellerde yalancı cennetlerin oluşumunu tetikletmekte ve her şeyin turizm için mübah olduğu anlayışını kutsallaştırmaktadır.

Mitolojiye esir şehir araştırmacılarının kendilerinin bile inanmadıkları konuların yer aldığı eserler, tanıtım kitapçıkları, broşürler mebzul miktarda basılırken, kendi medeniyetine hor bakan anlayışlar semirtilmektedir.

Bir çok kez şehir konulu yazılar ele alan biri olarak, eksiğiyle, hatalarıyla bu eserlerin temininde karşılaştığımız zorluklar da cabasıdır, uğraşımızın.

Kurumların artık yayınladıkları bir çok prestij eseri, özel yayın evi şartları konumunda kar getirici şekilde satışa sunması, şehir araştırmacısı için başka bir handikaptır.

Kimin şehir araştırmacısı olup olmadığı tartışılabilir konu olarak, önümüze dururken, bu işle iştigali söz konusu olan bizim gibi kalemlerin tanıtım yayınlarını elde etme imkanı da sınırlı görünmektedir.

Bazen eserlerini gönderme lutfûnda bulunan kurumların broşürden ibaret kargolarına ödenen meblağ, eserin astarını yüzünden pahallı konuma getirmektedir.

Kimi şehirlerin halen sağlıklı tanıtım eserlerine sahip olmadığını öğrenmiş olmamız da işin ayrı bir yönünü oluşturur .

Anonim şirket haline getirilen kimi belediyelerin kültür daire başkanlıkları, bizi ister istemez yayın evlerince basılan eserlere yöneltmektedir.

Yayın evlerinin de her şehir hakkında eser yayınlamaması, araştırmacıları güç durumlara düşürmektedir.

Son yirmi senedir özellikle valilik ya da belediyelerin düzenledikleri sempozyumlar, ya ulusal ya da uluslararası sıfata sahiptir.

Kimi sempozyumların bildirilerinin kitaplaşması, o şehrin tanıtımının sağlıklı biçimde yapılmasını sağlasa da uluslararası sempozyumlarda misafir sunumcularının sunumlarının tercüme edilmeksizin bildiri-tebliğ kitabına alınışı, yabancı dil bilmeyen şehir araştırmacılarını tebliğlerin anlaşılması boyutunda zorlamaktadır.

Özellikle sınırlı sayıda basılan bu sempozyum bildirilerine ulaşma, kişinin talihinin yaver gidip gitmemesine bağlıdır.

Şimdi, bunları niye kaleme almaktayız, uzun zaman? Bu ülkenin insanı, yazarı, bir düşüneni olarak, artık ülkemizin her şehrinde bir Şehir Araştırmaları Merkezi kurulmasının bir zarûriyet halini aldığını, kesin bir lisanla ifade etmek, daha önce belirttiklerimizi dile getirmektir.

Bir şehrin yerel araştırmacılarından şehri tanıtmalarını istiyor ve bu hizmeti bekliyorsak, onları tek bir çatı etrafında birleştirmek gerekmektedir.

Bu sağlanmıyorsa ve şehirlerin dolayısıyla ülke tarihinin, sanatının, edebiyatının, kültürünün, medeniyetinin alışılagelmiş haliyle daha iyi tanıtıldığı hükmünde kimileri halen tarafsa, işin doğrusu burada kalemi ya kırmaktır ya da suskunluğu bir cevap olarak, işin muhattabına, muhattaplarına bildirmektir. Biz, şimdilik suskun kalmayı, kalemi kırmaktan önce bir hazırlık olarak görüyoruz.