M. Sarmış: Ofis ne zaman geldi?

A. Rızvanoğlu: Onu arz edeceğim. Asker çıktı, ofis geldi. Ofisi biz nereden bildik? Sıtkı Bey isminde bir müdürü vardı. Eşinin adı da Rabia Hanımdı. Bir tek de kızları var; Sıdıka… Babası Sıtkı, kızı Sıdıka… Bunlar orada yaşamaya başladılar. Bizim süt ineğimiz vardı. Ben kendilerine her akşam süt götürürdüm. Bazen ben götürürdüm, bazen küçük kardeşim Casım. Para karşılığında ha! O zaman herkes sütü 25 kuruşa satardı, biz 30 kuruşa satardık. Neden? Anam çok merhametli, vicdanlı; Rabbim mekânını cennet etsin, onun da bütün ölülerimizin de… Yedi sefer de Hacca gitti maşallah! Sütü çok temizdi, bir şey karıştırmazdı. Bazen ben bazen kardeşim sütü götürürdük. Dış taraftan bir yıkık duvar vardı. Oradan içeriye girerdik. Sıtkı Bey gittikten sonra ofis oradan kaldırıldı; mahallenin güneyine siloların olduğu yere nakledildi. 

M. Sarmış: Sıtkı Beyin ailesiyle beraber kaldığı yer, halk arasında "Papaz'ın Evi" denilen, esas binanın güneydoğusuna bitişik odalar olmalı.

A. Rızvanoğlu: Tamam, orası.

M. Sarmış: Zamanını hatırlıyor musunuz?

A. Rızvanoğlu: 1950'den önce.

M. Sarmış: İkinci Dünya Savaşı yılları olmalı. O zaman birçok cami askeri amaçla depo olarak kullanılmış. Türkiye'nin savaşa girme ihtimaline karşı tahıl stoklamak için…

A. Rızvanoğlu: Belki onun için kullanmışlardır. Ulu Cami de öyleydi. Topçu Meydanı'ndaki Şehbenderiye Camii de öyleydi. Depo olarak kullanıldı. Burası da öyle. Ofis taşınınca bu sefer oraya "Zirai Aletler" geldi. İlaç serpmeler filan… Eski harhuta arabalar, eski traktör ve biçerdöver parçaları, motorlar vesaire getirdiler. Bahçeyi onlarla doldurdular. Onlar orada uzun zaman kaldı. 

M. Sarmış: Bahçedeki o çeşit parçaları ben de çocukluğumdan hatırlıyorum.

A. Rızvanoğlu: Sonra onlar da taşındı. Taşındıktan sonra da, Allah rahmet eylesin, Çarhoğlu Mehmet Ali Efendi geldi. Bir gün evdeyim. Dediler ki "Etrafta biri dolaşıyor, artık mühendis midir, nedir?" "Bu kiliseye nasıl gidilir?" filan diye soruyormuş. Ben de böyle şeylere meraklıyım. Dışarıya çıktım. "Selamün aleyküm ammo!" "Aleykümselam yavrum! Bir şey soracağım." Eskiden kiliseye yukarıdan, gidilirdi. Bir tetirbenin içinde doğuya bakan bir kapısı var.

M. Sarmış: Biliyorum o kapıyı. Eski Urfa yürüyüşlerim sırasında görmüştüm.

A. Rızvanoğlu: Evet. Adam "Buradan, kestirmeden içeriye nasıl gidilir?" diye sordu. Dedim "Buradan yol yok. Ne yapacaksınız?" Dedi "Oğlum ben burayı aldım. Cami yapacağım. Ama bu taraftan yolu yok. Kapısı uzak olduğu için mahalleli camiden mahrum kalır." Dedim "Ammo benim yerim var." "Hangisi?" dedi. Dedim "Bu ev benim, yeni aldım." Ev değil daha, arsa. Abiş Amber'in yeri. Dedi "Ne istersen verelim, buradan bir yol açalım." Dedim "Ben parayla satmam. Allah senden zengindir. Eğer kabul edersen sana hibe ederim, yoksa parayla satmam." Dedi "O zaman memnuniyetle kabul ederim. Ama hepsini istemem. Fazla gelir. İki metre yeter." Dedim "Tamam. Ne zaman isterseniz gelin." Ertesi sabah ben hayvan pazarına gittim. Mesleğimiz hayvan ticareti. Pazardan döndüğüm zaman gördüm ki ameleler çalışmaya başlamış. Diyeceğim, o kapı ve o yol benim evimin içinden çıkmadır. Bize böyle bir şey nasip oldu. Sonra o kapıyı taştan yaptılar. Üzerine yazı yazdılar.
M. Sarmış: Biliyorum. Üzerinde Rafi Hafız'ın oğlu Münip Görgün'ün yazdığı bir hat var. Kilisenin camiye çevrilmesi sırasında birçok değişiklikler de yapılmış. Münip Görgün'ün babası Rafi Hafız (Görgün) ve yakın arkadaşı Abdülkadir Özen de bir hayli emek vermiş.

A. Rızvanoğlu: Doğrudur efendim. Siz demek o konuları biliyorsunuz

M. Sarmış: Eskiden meydanın öbür köşesindeki caddede teyzemin evi vardı. "Bırhe Rıhele"nin eşi, İbrahim Ak.

A. Rızvanoğlu: Biliyorum, benim arkadaşımdır. O da, kardeşi Mehmet de… Allah her ikisine de rahmet eylesin.

M. Sarmış: İşte ben küçükken teyzemgile geldiğim zaman, teyze çocuklarımla oralarda oynardık. Bazen o kapıdan cami tarafına geçip hal pazarına giderdik. Bahçesinde zeytin ağaçları vardı.

A. Rızvanoğlu: Evet, iyi hatırlıyorsunuz. Çarhoğlu'na "Ammo. Burayı neçiye aldi?" diye sordum. "240 bin liraya aldım." dedi. Büyük bir alan. Camiden başka, o "Papazın Evi" dediğiniz yer içinde, o zeytin ağaçlarının olduğu bahçe içinde… Çok geniş. Fisebilillah camiye çevirdi. Ondan birkaç sene evvel de Arap Meydanı'ndaki camiyi yaptırmıştı. Meşarkiye Caddesi üzerinde…

M. Sarmış: Evet, onu da biliyorum.

A. Rızvanoğlu: Bir gün kendisine "Ammo kaç cami oldu?" dedim. Dedi "Üç tane oldu. 15 kadarına da yardımım var."

M. Sarmış: Urfa'da iki tanesini biliyorum.

A. Rızvanoğlu: Üçüncüsü de Ankara'da… Çarhoğlu Mehmet, daha sonra Ankara'ya taşındı. Bir ara hastalanmıştı, ziyaretine gittim. Evinin yanında bir cami var. Dedi "İşte ha bu camii." (Daha sonra internetten baktım. Keçiören ilçesinin sınırları içinde "Çarhoğlu Mescidi" diye geçiyor. M. S.) Çarhoğlu o şekilde alıştı bana. Her geldiğinde arayıp soruyor. Gövdesi da maşallah dağ gibi. Elinde bastonu. Gelip kapıyı döger. "Haci!" Genç yaşta Hacca gittiğim için. "Ha ammo, geldim." "Gel gidelim, inşaatı biraz gezelim." O sırada ameleler çalışıyor. Gezer, sohbet ederdik.

M. Sarmış: Kim bu Çarhoğlu? Ne iş yapar?

A. Rızvanoğlu: Urfa'nın eşrafından. Bir de kardeşi Ahmet Çarhoğlu vardı. O ve oğlu Abdurrahman, Sarayönü'ndeki dükkânında radyo, televizyon satardı. İnsan gibi insanlardır. Mehmet Çarhoğlu daha sonra Ankara'ya gitti. Kafayı çalıştıracaksın. Allah da verecek. Sonradan Anıtkabir'in yapılacağı tepe satılıyor. Bu Mehmet Çarhoğlu o tepenin hepsini alıyor. Sonraları devlet Atatürk'ün kabrini orada yapmaya karar veriyor. Mehmet Çarhoğlu satıyor mu, hibe mi ediyor, bilmiyorum. Ama o kısmı hibe etse bile kalan kısmı çok kıymete biniyor. Çarhoğlu Mehmet de bu sayede büyük paralar kazanıyor. Çok zengin oluyor. Artık hepsini Allah yolunda saçmaya başladı.

Şükrü Özdemir: Cıddo bizim caminin (Peygamber Camii'nin) içinde bir mezar varmış. Circis Aleyhiselam'ın makamı derlermiş. Yanılmıyorsam onu de siz kaldırtmışsınız. Onu da bir anlatın bence.

A. Rızvanoğlu: Hatırına geldiği iyi oldu hocam. Anlatayım. Cami bittikten, ibadete açıldıktan sonraydı. Bir gün Çarhoğlu Mehemed'e söyledim. "Ammo bu mezar nedir?"

M. Sarmış: Ne mezarı? Nerede?

A. Rızvanoğlu: Caminin içerisinde bir mezar vardı. Harim bölümüne girdin mi sağ kolun üstünde köşenin ağzında… Dedim "Ammo bunun çivileri benim içimde çakılı." Nedir çiviler? Mezarın etrafına korkuluk yaptılar. Yeşile boyadılar. Demirlerin uçları sivri sivri. Çivi dediğim onlar. Dedi "Niye oğlum?" "Kimdir burada yatan?" dedim. Dedi "Kiliseyi yapan, Corc isminde bir insandır." Dedim "Ammo! Camiye fakir fukara geliyor. Bilmiyor, mezarın başına geçip "Ya Nebi Allah, oğlumun kaderini aç. Ya Nebi Allah, kızımın kaderini aç." diyor. Diyecek... Bu sizce uygun mu?" "Hı?" dedi, şaşırdı. Dedim "Ben camide namaz kılmaya meraklıyım. Gidip müezzinlik yapıyorum. Bu çiviler vallahi benim kalbimde asılı." Dedi "Ben kalbinden çıkarırım." Devrisi gün değil, bir sonraki gün gittim, demir cağ sökülmüş, mezar kaldırılmış, yerini düzlemişler, üzerine de yeşil bir halı atmışlar. Kendisi de çok sevinçli. Dedim "Allah senden razı olsun." Böylece mezar ortadan kaldırılmış oldu.

Şükrü Özdemir: Altında da bir boşluk varmış. Eskiden yolmuş diyorlar.

A. Rızvanoğlu: Oranın altı değil. Kilisenin batıya çıkan kapısı var ya, orada alttan lağım gibi bir yol varmış.

M. Sarmış: Tünel…

A. Rızvanoğlu: Hay babana rahmet. Tünel… O kapının altından bir ucu bizim evimizin yanından geçen daracık sokağa çıkarmış. Yani papaz ve diğerleri, artık havanın soğuk olduğu zamanlar mı, korktukları zaman mı, oradan kiliseye gelip ibadetlerini yapar, sonra da aynı yoldan geri dönerlermiş. 

M. Sarmış: Şimdi o da kaybolmuş herhalde…

A. Rızvanoğlu: Evet.