M. Sarmış: Ahmet abi söz arasında 1970'lerin başlarında Urfa'da Milli Türk Talebe Birliğini ben kurdum demiştiniz. MTTB çok eski bir kuruluş. 1916'da kurulmuş diye biliyorum. Çok el değiştirmiş. Kapatılmış, yeniden açılmış. Farklı zihniyetlerin kontrolüne girmiş. Türkçü, milliyetçi, Atatürkçü, hatta bir ara solcuların eline geçmiş. 1960'lardan itibaren de İslamcıların hâkimiyetine geçmiş.
Ahmet Apaydın: MSP kurulduğu sırada Türkiye'de birçok şubesi vardı, ama Urfa'da yoktu. Ben, meclis üyesiyken ayda bir filan Ankara'ya gidiyordum. O zaman partinin genel merkezi Çankaya'da idi. Bir gün orada, sanıyorum gazeteci Abdülkadir Özkan'dı, bana dedi ki "Milli Türk Talebe Birliğini kurma yetkisini sana vereyim, Urfa'da sen kur." Dedim ki "Ben kuramam. Mesleğim müsait değil. Ama güvenilir bir arkadaşın ismini verebilirim." "Tamam" dedi. Yetki belgesini verdi, ama isim yazmadı. Urfa'ya geldim. O zaman bizim etrafımızdaki gençler arasında Halil Soran var, Ömer Saatçi var, Mehmet Oymak var, Atilla Maraş var. Çok gencimiz var. Biri de Müslüm Tüysüz. Keresteci Durak'ın oğlu. O zaman Bayındırlık Müdürlüğünde mühendis. Ben MTTB başkanlığı için onu uygun gördüm. Sağlam, samimi bir genç. Yetkiyi ona verdim. Bazıları bana biraz gönül koydu, ama olsun. Müslüm Bey başkan oldu. Karameydanı Camii'nin batısında bir yol vardır. Oradan bir yol Ulu Cami'ye, bir yol da Su Meydanı'na çıkar. Su Meydanı'na çıkan yolun köşesinde bir daire kiraladık. Remzi Küçük'ün evinin karşısı. Öylece derneği kurmuş olduk. Açılışımıza Sait (Tekin) Hocayı, Derviş (Yazıcı) Hocayı, Arap Hocayı (Muhammet Tokmak), Sabri (Yazar) Hocayı da davet ettik. Bizim gençleri de tabii. Birinci konuşmayı bana verdiler. Biraz geçmişten bahsettim. CHP'nin ilk dönemlerinden bahsettim. O zamanki cumhurbaşkanından bahsettim. Sonra da işi çevirip bizim döneme bağladım. Daha sonra hocaların yanına gidip oturdum. Sait Hoca, "Önce kendini ele verdin, sonra kendini kurtardın. Bravo!" dedi. Çünkü orada hükümet polisi de vardı.
M. Sarmış: Müslüm beyi de abisi Necati Tüysüz'ü de tanırım. Necati Bey vefat etti, bilirsiniz. 
Ahmet Apaydın: Biliyorum, Allah rahmet eylesin. Müslüm Beye üniversitede iken "Sen bir tarikata bağlısın." diyerek yüksek mühendisliğini vermemişlerdi. Abisi Necati Tüysüz de mühendisti; ona da aynı sebeple vermediler.
M. Sarmış: Her ikisi de İskender Paşa'ya bağlı idiler. Müslüm Bey daha sonra da önemli görevlerde bulundu. DSİ 15. Bölge Müdür yardımcısı oldu. Sanıyorum 2009 yılında da Vakıflar Bölge Müdürlüğüne atandı. Şimdilerde biraz rahatsız, çoktandır görmüyorum.
Mahmut Apaydın: Urfa'da daha sonra Harran Kitapevi kuruldu. Yusuf Paşa Camii'nin kuzeyindeki Beyaz Sokak'ta. MTTB'ye gelip giden gençlerin çoğu oraya da gitmeye başladı. Harran Dergisi'ni çıkardılar. Kitap yayınladılar. Ben de bir gün bir tabelacıya sipariş verdim. "Bir camı siyah boya; üzerine de şöyle yaz: "Ya saatlerini sarf ederek kitap oku, ya senelerini sarf ederek kitap yaz." Onu Harran Kitapevine astılar, senelerce orada kaldı. Adil Saraç da o gruptan, edebiyat öğretmeni. O yazıyı okulda öğrencileri arasında düzenlediği münazara konusu yapmış. Bir grup kitap okumayı, diğer grup da kitap yazmayı savunuyor. "Senelerini sarf ederek kitap yaz." tarafı kazanmış. Fakat Adil Hoca bu sözün altına benim adımı değil, bir gavurun adını yazmış. (Gülüyor.) Duyunca "Niçin benim adımı yazmadın?" dedim. Dedi "Yahu sen esnaf adamsın; millet o sözün sana ait olduğuna inanmaz, başkasına ait olduğunu düşünür."
M. Sarmış: Harran ekibiyle ilişkiniz nasıldı?
Mahmut Apaydın: Beraberiz. Görüşlerimiz aynı.
M. Sarmış: Peki, geldik 12 Eylül 1980'e… Darbe oldu, askeri yönetim başladı. Size yönelik bir şey oldu mu? Yani bir gözaltı, bir soruşturma gibi…
Ahmet Apaydın: 12 Eylül sırasında ben Hac'da idim. Siyasi çalışmalarımdan dolayı herhangi bir şey olmadı. Fakat Feridun Yazar'ın dönemindeki iki konudan dolayı soruşturma geçirdim. Onun iki teklifine karşı çıkmış, şerh koymuştum, ama kendisi uygulamıştı. O işçi alma ve sünnet meselesi… İhtilalden sonra buraya denetime geliyorlar. Beni de çağırdılar. O sırada Hac'dan yeni dönmüştüm. Gittim. İki tane adam. Niçin şerh koyduğumu sordular. Anlattım. Sonra savcılığa çağırdılar, oraya gittim, aynı ifadeyi verdim. Bir şey çıkmadı.
M. Sarmış: Mahmut abi siz o sırada MSP'nin gençlik kolları başkanı idiniz. Size yönelik bir şey oldu mu?
Mahmut Apaydın: 12 Eylül'den önceydi. 5 Eylül'ü 6 Eylül'e bağlayan gece. Ne hikmettir bilmiyorum, Urfa'da evlerden belki on kamyon silah sıkıldı. Herhalde bir tek bizim evden sıkılmadı. Niye öyle oldu, bilmiyorum. Ülkücüler ve solcular sıktı dediler… Biz o gece mitinge katılmak için Konya'ya doğru yola çıktık. İki otobüs… 
M. Sarmış: Şu meşhur Konya mitingi için. 6 Eylül 1980… 
Mahmut Apaydın: Evet. Mitingin adı "Büyük Kudüs Mitingi". Gittik. Gençlik kolları olarak yürüyüş yapıyoruz. Askeri bir konvoy aramızdan geçip bizi bölmek istedi. Ben hemen hemen gidip konvoyun önünü kestim. Dedim "Bugün yürüme sırası bizde. Bizi bölmeye çalışmayın." Orada bir arkadaşımızı da öldürdüler.
M. Sarmış: Urfalı biri mi?
Mahmut Apaydın: Değil, başka bir şehirden gelen gönüldaşımız…
M. Sarmış: Kim öldürdü?
Mahmut Apaydın: Bence polisler öldürdü. Mitingden sonra Urfa'ya döndük. Ayın 12'sinde de ihtilal oldu. O arada çok insan öldürdüler. Sağcılar solcuları, solcular sağcıları… Fakat 12 Eylül'de kimse kimseyi öldürmedi.
M. Sarmış: Devrin Başbakanı Süleyman Demirel'in meşhur sözü var: "11 Eylül günü akan kan, 13 Eylül'de nasıl durdu?" diyor.
Mahmut Apaydın: Tabii. Sonra Amerika'dan bir haber geldi: "Bizim çocuklar işi başardı."
M. Sarmış: 12 Eylül'den sonra diğer partilerle beraber sizin partiniz de kapatıldı. Erbakan'ı da tutukladılar. Urfa'da bir şey oldu mu? 
Mahmut Apaydın: Hiçbir şey olmadı. Herkes işinde kârında. Herkes üzgün. Yapılacak hiçbir şey yok.
M. Sarmış: Yani en azından bir araya gelip bir durum değerlendirmesi filan da mı yok?
Mahmut Apaydın: Yapamıyorduk, konuşamıyorduk. Herkes darmadağın. Herkes kendisini düşünüyor. Herkes "Acaba beni de mi çağırırlar?" diye endişeli. 
M. Sarmış: Çağırdılar mi peki?
Mahmut Apaydın: Beni çağırmadılar. 
M. Sarmış: Urfa'da soruşturma geçiren, tutuklanan olmadı mı?
Mahmut Apaydın: Bence olmadı. En azından biz duymadık.
M. Sarmış: Peki… Bir süre sonra yeni partiler kurulmaya başlandı. İşte Turgut Sunalp "Milliyetçi Demokrasi Partisi"ni, Necdet Calp "Halkçı Parti"yi, Turgut Özal "Anavatan Partisi"ni kurdu.
Mahmut Apaydın: Özal'ı biz 12 Eylül öncesinde İzmir'den milletvekili adayı olarak göstermiştik, kazanamamıştı. Sonra kendisi parti kurdu, başbakan oldu, reisicumhur oldu.
Ahmet Apaydın: Anavatan Partisini Urfa'da kuran Osman Doğan'dır. Benim çocukluk arkadaşım. Özal kendisine diyor "Urfalı. Al bu yetki belgesini, git Urfa'da partiyi kur." Osman da diyor ki "Benim Urfa'da samimi arkadaşım var, halen alış veriş ediyoruz." Benim o zaman beyaz eşya dükkânım da vardı. Osman yanıma geldi. İki kardeştirler bunlar. Osman Doğan, abisi Hasan Doğan. "Selamün aleyküm." "Ve aleyküm selam. Hoş gelmişsen! Herola, ne gezisen?" Dedi "Geldim siye bi vazife vermağa." "Ne vazifesi?" dedim. Dedi ki "Anavatan Partisini kuracahsan." "La dedim, Allah'tan kork. Ne Anavatan partisi?" Dedi ki "Densizlıh etme. Ben Urfa'da kimi tanıyam?"
M. Sarmış: Kendisi Urfa'da yaşamıyor mu?
Ahmet Apaydın: Yoh, Ankara'da kali. Dedim ki "Osman! Ben sormadan kuramam." "Neyi soracahsan la?" dedi. "Partinin genel başkanı sizin İzmir adayiz." Dedim "Olsın." Dedi ki "Sor ağam." O sırada ben genel merkezi aradım. Erbakan Hocanın sekreteri Ferhat Koç açtı telefonu.
Mahmut Apaydın: O da vefat etti. Benim Hac arkadaşımdı.
Ahmet Apaydın: Dedim ki "Hocayla görüşmek istiyorum." Dedi "Hoca Mısır'da." Dedim "Kiminle görüşeyim?" "Fehim Adak burada." dedi. Fehim Adak'la da çok samimiyiz. Dedim "Bağla Fehim Beyi." Bağladı. Dedim ki "Bana böyle böyle bir teklif var. Ne diyorsunuz? Hoca Mısır'da imiş. Size sorayım dedim." "Vay!" dedi. "Hocayı terk etmeyi mi düşünüyorsun?" Dedim "Terk etmek isteseydim size danışmazdım." Önce "Sen bilirsin." dedi. Ben ısrar edince de "Bırak, ne işin var onlarla?" dedi. "İyi" dedim, kapattım. Tekrar Ferhat'ı aradım. Dedim "Baba, başka kim var orada?" Dedi "Şu anda Şevket Kazan var." "Hele onu da bağla." dedim. Bağladı. Ona da durumu arz ettim. Sanki birbirleriyle anlaşmışlar gibi o da aynı şeyleri söyledi. "Vaaa! Yani Hoca'yı terk mi ediyorsun?" Ben de yine "Eğer terk edecek olsaydım size danışmazdım." dedim. "Bırak" dedi, "Onlar Anavatan Partisi." "İyi." dedim, kapattım. Döndüm Osman'a "Valla izin yoh. Kabıl edemem." dedim. "La" dedi "Deli olma. Gel kur. Fazla degil, beş gişi lazım. Biri sen, dört kişi daha. Sen il başkanı olursan. Seçimler gelince istifa edersen, aday olursan. Ben Ankara'dayam. Seni desteklerem." Dedim ki "Valla olmaz." Dedi "Şimdi ben Ankara'ya gidip kuramadım mı, deyecağam?" "Yoh" dedim, "Kurabilirsen." Tuttım gendine bi kâğıt, bi de kalem verdim. Dedim "Ali Hacıbanoğlu yaz. Yazdı. "Hüsamettin Köroğlu yaz." Yazdı. "Yusuf Akçar yaz, Mustafa Toprak yaz." Yazdı. Sonra "Yeter, yeter." dedi.
M. Sarmış: Kim bunlar?
Ahmet Apaydın: Bunlar benim binamda oturanlar. Stat Apartmanında.
M. Sarmış: Yani zihniyet olarak onlara uygun olduğunu düşündüğünüz isimler…
Ahmet Apaydın: Evet, Anavatan Partisine uygun isimler. Osman Kalktı gitti. Aradan bayram geldi geçti. Ramazan Bayramı mı, Kurban Bayramı mı, hatırlamıyorum. Bir hafta sonra Osman yine geldi. "Allah'a ısmarladık!" dedi. "Noldı?" dedim. Dedi ki "Ekibi kurdım." "Kimden?" dedim. Dedi "Seni söledıği isimler." "Eyi" dedim. "La, dedi, sen idare heyetine girmedi ama, gene aday ol. Müracaat et. Senden kimse para pul istiyemez." Çekti getti. Aradan bir ay mı ne geçti, Ankara'ya gittim. 
Hoca gelmiş. Ferhat'a "Bak hele, Hoca'yla görüşebilir miyim?" dedim. "He, dedi, şimdi müsait, hemen girebilirsin." İçeriye girdim, kendimi tanıttım. "Urfa'da ne var, ne yok?" diye sordu. Biraz sohbet ettik. Dedim ki "Efendim, bir süre önce benim çocukluk arkadaşım bana geldi. Turgut Bey kendisine Urfa'da parti kurma yetkisi vermiş. O da bana teklif etti. Siz yurt dışında olduğunuz için Fehim Beye sordum, Şevket Beye sordum. Onlar da bana böyle böyle dediler. Özal bizim İzmir adayımız değil mi?" Hoca dedi ki "Doğru Özal bizim İzmir adayımız idi. Ama o yumuşak demirdir. Her mıknatısın etki alanına girer. Kabul etmemekle iyi yapmışsın. Milli görüşe gelen eşkıya evliya olur; Milli Görüşten kaçan evliya eşkıya olur." Sesimi çıkarmadım, müsaade isteyip ayrıldım.