Toplum olarak konuşmayı dinlemekten daha mı çok seviyoruz? Bence bu soruya çoğunuz evet dersiniz. Halbuki, Tasavvufta bile ilerlemenin yolu sohbettir ve sohbet ancak dinlemeyle olur. Yani dinlersek öğreniriz, bu da az konuşmakla mümkün.

Geçen akşam bir tv. kanalında açıkoturum tarzında bir program izliyorum. Konuşmacıların istisnasız tamamı söz sırası kendisinde olan kişinin konuşmasını mütemadiyen kesiyorlar. Konuşan kişiyi dinlemek bir yana cümlesini bile tamamlamasına izin vermiyorlar. Söz sırası kendilerine geldiğinde aynı şeyi bu sefer kopyalamış gibi diğerleri ona yapıyor.

Tabi ne seyirci bir şey anlayıp öğreniyor ne de kendileri bir şey ifade edebiliyorlar. Bu durum kısır döngü şeklinde sürüp gidiyor. Sadece bu formattaki programlar değil, örneğin bir yemek programında, bir yarışma programında tablo aynı. Hatta bazen kendi ailemizde bile. Etki - tepki kuralı gereği; karşıdaki tartışan, konuşan, bir şey anlatan kişi baskın çıkmak adına: Bana sesini yükseltme, bağırma dediği anda ipler kopuyor.

Bu sefer diğeri : Asıl sen bağırma. Diyerek kendisi daha çok bağırıyor. Oysa burada herkes birbirini duyma mesafesinde. Yani sesini duyurmak için değil kendince haklı çıkmak için bağırıyor.

İletişim uzmanları neden dinlemek gerektiğinin üç sebebi olduğunu söyler:

Öğrenmek,

Anlamak,

Empati kurmak.

Eğer karşınızda konuşan kişi anlaşıldım diyorsa dolayısıyla siz iyi bir dinleyici olmuş oluyorsunuz. Tabi boş konuşmuyorsa. Bence dinlemenin altın kuralı bu olsa gerek.

Tabi yerelde karşılaştığımız mizahi durumlarda yok değil. Örneğin yanındaki arkadaşına: Samimi bir şekilde ''dün müthiş bir şekilde başım ağrıyordu'' diye halini arz eden kişiye '' Yav sen onu boşver, dünegin bi çiğköfte yapmışam bele barmahlari yersen'' hadi buyrun bakalım. Biri can diğeri mide derdinde. Ne diyelim?