İnsanlar, bulundukları yerleşim alanlarında savaş durumu varsa, oralardan başka bir yerlere göç etmek isteyeceklerdir. Savaşın yaşandığı alanlarda halk endişe ve kaygılarla yatıp kalkar.

Savaş mağduru olanların bir tek hedefi, hayatta kalmakla beraber çocukların geleceği ve güvenliği için bir yere göç etmektir.

Yıllardır mazlumların sığınağı, aynı zamanda ümidi haline gelen yerleşim yerlerinin başında tabi ki Anadolu toprakları gelmektedir.

Bundan olayı, hepinizin malumu Ortadoğu savaşları başladığından şimdiye kadar milyonlarla ifade edilecek insan göçünü kabul etti ve insanlara kucak açtı Türkiye.

Bu göç edenlerin içinden sadece bir aileye değineceğiz.

Şeyh Ömer, Suriye'de yaşayan, itibarı, saygınlığı olan ve hatırı sayılan bir vaizdi. Aynı zamanda şair ve edebiyatçıydı. Kuranla beraber binlerce şiir ve kasideler ezberlemişti.

Bir özelliği de mevlithandı. Mevlitlerde okuduğu güzel ilahilerle tanınıyordu.

Savaşın ağır şartlarından dolayı Rakka güvenli bir yer olmaktan çıktı. Bundan dolayı doğup büyüdüğü şehirden göç etmek zorunda kaldı. Can, mal, namus ve onurun güvende/emin olduğu bir yere hicret etmek istiyordu.

Hicret kararını aldı. Ve hicret etti. Nereye? Bu yer, güven veren bir yer olmalıydı.

Bu güvenli yerin Türkiye olduğu zihninde tartışmasızdı. 'Benim eğer Suriye dışında bir vatanım olacaksa, bu Türkiye olmalıdır.'

Şeyh Ömer, tarih bilgisine müdrik birisiydi. Ortadoğu'da çizilen sınırların suni sınırlar olduğunu biliyordu. Bunu bilmek için alim ya da tarihçi olmaya gerek yoktur. Çanakkale şehitliğinde Suriye'den gelip şehit olanların olduğunu biliyordu.

Bundan dolayı çizilen sınırların bir Müslüman ve Anadolu medeniyetine vakıf olan bir insan için bağlayıcı olmadığının farkındaydı.

Tarihe vakıf olan ve türedi olmayan için Anadolu çok anlamlı ve birlikte yaşamanın kültürel tecrübesidir.

Ümit, yaşam ve gelecek arzusuyla Anadolu'ya göç etti.

Bir ev kiraladılar. Kiraladıkları evde üç aile kalıyordu. Buna rağmen ailede sevinç ve neşe eksik olmuyordu.

Şeyh Ömer'in ailesi için ve bu minvalde Türkiye'de kalan Suriyeli aileler için Türkiye asli bir vatan hükmündeydi. Bundan dolayı hiç bir yabancılık hissine kapılmıyorlar.

Evet, Şeyh Ömer, cami hatibi ve şairdi. Dilinden şiir ve kaside eksik olmazdı. Sevincini ifade etmek için (zorlanmazdı. Kasidelerle ifade ederdi.

Gönüllü olarak bir camide kuran dersleri verirdi. Elinden gelen bir hizmet olursa yapmak isterdi.

Türkiye halkına minnet ve şükranlarını dillendirirdi ortamlarda ve her dem dua ederdi memleketin barışı ve huzuru için. Hep şunu derdi: 'İnsan nankör olmamalı; insan su içtiği koyuya taş atmamalıdır. Bizim aldığımız anlayış ve öğreti bize bunu öğretti.'

Türkiye'deki yardım kuruluşlarının Suriyelilere ve diğer devletlerden göç eden insanlara yardım etmeleri, İslam medeniyetinin ruhunun canlı olduğunu gösteriyor.

Şeyh Ömer, genel olarak Türkiye'deki Ensar kardeşliğinin yaklaşımını hayretle karşılayıp 'yeniden bir Tarih yazıldığını ifade ederdi. Sayıları milyonlarla ifade edilen insanlara kucak açmak sadece Allah'ın bize bir lütfüdür. Bunun ifadesi İslam ahlakından başka bir şey değildir.

Ve derdi ki: Allah'tan bana uzun bir ömrü vermesini dilerim. Suriye'nin, zalim diktatörden kurtulup zafer kazanana kadar ömür vermesini dilerim. Yeni kurulacak Suriye'de Türkiyeli kardeşlerimizi ağırlar ve bir nebze bize yaptıklarının karşılığını ödemiş oluruz...