M. Sarmış: Seyfettin Sucu ile de tanışıklığınız varmış.
    
S. Savaş: Yakın dostumuzdu. Kamberiye'de dokumacıydı. Hoş bir adamdı.

M. Sarmış: Dostluğunuz nereden geliyor?    
    
S. Savaş: Müşterimizdi. Elbise dikerdik. Daha önce Bizim Millet Partisine çaycı olarak işe aldırdık kendisini. 1960'ların ortaları. O sırada il başkanı Sıtkı Öncel. Maaşını tam olarak vermiyor. O da parasını istiyor. İşte "yok kebap yedin, yok lahmacun yedin, paran bitti" filan diyerek vermiyor. Biz devreye girdik, parasını alıp verdik. Seyfettin 60'ların sonunda parladı. Ama bir hayrını görmedi. Allah rahmet eylesin.
    
M. Temizoğlu: Geçen sene oğlu da öldü.
    
M. Sarmış: He ya! Mustafa da Şanlıurfa Halk Müziği Korosundaydı. Babası gibi karaciğer hastalığından öldü. Onunla da babası hakkında röportaj yapmak istiyordum. Ölünce, o iş de yattı.
    
S. Savaş: Urfa'da müzik alanında öyle çok adam vardı.
    
M. Sarmış: Peki İbrahim Tatlıses?
    
S. Savaş: Hanımı Adalet Hanım PTT'de çalışıyordu. Bizim dükkânın karşısı. Ara sıra gelip bizden dikiş malzemesi, kumaş filan alıyordu. Bir gün kocasını da getirdi. Dedi "Bunun ölçüsünü al, kendisine bir pantolon dik." Kumaşları indirdim, beğensin diye. Dedim "İsmin ne?" "Niye? Beni tanımıyor musun?" dedi. Dedim "Nerden tanıyayım?" Dedi "Ben İbrahim Tatlıses." "Eyi" dedim, "tamam". Neyse pantolonu diktik. Hanımı parasını verdi.
    
Ondan sonra, askere gidecek. Cebinde para yok. Yanımıza geldi. Tüccarlar Kulübü'nde bir gece program yapmak istedi. Burada "Tüccarlar Kulübü" vardı eskiden. Şimdiki Sanayi ve Ticaret Odası yani. Yıkılan binanın yan tarafında. Hem kulüp, hem lokanta. Müsteciri amcam Ali Savaş'tı, yani o çalıştırıyordu. Söyledik, bir gece konser verdi. Bayramdı. Epey para topladı, gitti. Askerden sonra parladı. Allah kendisine verdi, ama yemesini bilmedi.
    
M. Sarmış: Sizin kaç amcanız var?
    
S. Savaş: Biri kayınbabam Bedir, diğeri de bu Ali Savaş. Küçük olan. Önce kunduracı idi. Sonra Beyaz eşya mağazası açtı. Çamaşır makinesi, dikiş makinesi gibi şeyler sattı. Singer'in bayiliğini aldı. Aynı zamanda kulüpte müstecirlik yaptı. Ha şunu da söyleyeyim; Dersim olayları sırasında askerdi orada. 1937-38'lerde. 1987'de vefat etti. 
    
M. Sarmış: Gençliğinde Şivan Perwer ile de tanışmışsınız.

S. Savaş: Onunla da tanışıyoruz. Dostumdu. Tabii gençti o zaman. Şimdiki gibi değildi. Sonra sola kaydı.

M. Sarmış: Oğlunuz Yusuf'un yazdığına göre bir program sırasında ona bir kumaş hediye etmişsiniz; sonra da MHP'nin bir il kongresinde rakipleriniz tarafından aleyhinize kullanılmak istenmiş.

S. Savaş: Vardı öyle bir şeyler. Ama pek hatırlamıyorum.

(O hatırlamayınca, içerdiği birçok önemli bilgiden dolayı Yusuf Savaş'ın yazısını buraya aktarmak istiyorum. Yusuf Bey'in kalemi çok kuvvetli. İmlasına hiç dokunmadım.

"sen şivan perwer'i savundun!"

Bin dokuz yetmişlerin ikinci yarısı, türkiye yangın yeri,  sovyet yayılmacılığının türkiye mümessilleri ile türk milliyetçileri arasındaki mücadelenin iç savaşa dönmesine ramak kalmış. ateşin yüksek olduğu kentlerden urfa'da mhp il kongresi yapılıyor. iki grup arasındaki (evet, o zaman kongrelerde adaylar yarışıyormuş) münakaşada aşiret asabiyetiyle kendini partide bulmuş biri, babama başlıkta biraz popüler kültüre uyumladığım suçlamayı yapıyor. "sen, şivan perwer'den, ince ince bir kar yağar fakirlerin üstüne'yi istedin"

Filmi on yıl geriye saralım, urfa'da renkli sinemada nasih yılmaz isimli yerel sanatçının gecesi var. assolist yılmaz öncesi sahneye aşık çoban çıkıyor. henüz bıyıkları yeni terlemiş bu genç, elindeki bağlamayı adeta konuşturuyor… aşık çoban'ın yanık sesiyle okuduğu türkülere ön sıradan eşlik eden terzi sait savaş, şarkı arasında çıkıp, yetenekli ve yoksul gence elbiselik kumaş hediye ediyor. aşık çoban da hediyeye mukabil, "sıradaki türkü sait abem için gelsin" deyip, "ince ince bir kar yağar… diye başlıyor… yani yıllar sonraki 'suçlama' doğrudur…

Lakin ismail aygün, o zamanki lakabıyla aşık çoban -sonraki yıllarda ise şivan perwer-, urfadaki milliyetçiler derneğine gelip giden, milli günlerde türküleriyle derneğin gecelerine renk katan bir isimdir. öyle ki babası yunus aygün onu yoksulluk sebebiyle okuldan almak istediğinde, "onu okuldan alma, velisi benim…" diyen urfa'nın yarısının öğretmeni ülkücü sabri sorguç'tan başkası değildir. ancak, yıllar hızlı geçer, sazının üstünde kalple ankara'ya giden aşık çoban, devrin çift kutuplu yapısında şivan perwer'e dönüşür…

Kongredeki o suçlama işin içyüzünü bilenler tarafından ciddiye alınmaz elbette… birkaç yıl geçmeden, seksen darbesi  olur, annemin evin tandırlığında yaktıkları arasında, atsız'ın kitapları, başbuğ türkeş'in mektuplarıyla birlikte siyah beyaz bir de fotoğraf vardır… ateş, kitapların mukavemetine karşın  üzerinde "sait abime hürmetle, aşık çoban" yazılı fotoğrafı bir çırpıda yutar…

Hep derim, bu topraklar dünyanın en ilginç hikayelerine sahip…")

S. Savaş: Mehmet Güçlü de benim samimi arkadaşım.

M. Sarmış: Mehmet Güçlü kim?

S. Savaş: O da ses sanatçısıdır Benim çocukluk arkadaşım. Aynı zamanda tiyatrocudur. Gençliğinde futbol da oynamıştır. Birçok plak yaptı. İzmir'de sahneye çıktı. Bir ara Ankara Gençlik Parkı'nda da sahneye çıktı. İbo Show programlarına da çıktı. Yeniliye vefat etmiş galiba. (Ben bu bilgiyi teyit edemedim.)

Ona da kumaş hediye ettim. Bir gün Atlas Sinemasında konser veriyor. Lise müdürü Ahmet Ural, onlar da önde oturuyor. Ben kalkıp Güçlü'ye bir takım kumaş hediye ettim.
    
M. Sarmış: Artık sonuna geldik abi. Bir hayli renkli ve hareketli bir hayatınız olmuş. Şimdi hayatınız nasıl geçiyor?

S. Savaş: Oğlanlar okudu, iş güç sahibi oldu; her biri bir yerde yaşıyor, çoluk çocuğa karıştılar. Şimdi herkes kendi derdine düşmüş. Ben de tekaüde ayrıldım. Kızımla beraber yaşıyorum.

M. Sarmış: Zamanı nasıl geçiriyorsunuz?

S. Savaş: Nasıl olsun? İhtiyarlık… Her gün dükkâna geliyorum. Ufak tefek işler çıktıkça yapıyorum. Pantolon altı kesiyorum. O da elle değil, makinayla. İhtiyacım olduğundan değil, meşguliyet olsun diye… Otura otura canım sıkılıyor. Dostlar, arkadaşlar gelip gidiyor sizin gibi. Gelmişten geçmişten konuşuyoruz. Sohbet, muhabbet… Gün dolduruyorum. Evde tek başıma oturup ne yapayım? Burada vakit geçiriyorum. Geçen pazar günü evde tek başımaydım, sabahtan akşama kadar çatlayacaktım.

M. Sarmış: Tekaüde ayrılmışsınız, ama Ülkücülük devam ediyor. Dükkânın her tarafı resimlerle dolu. Atatürk de var, Enver Paşa da… Alparslan Türkeş de var, Muhsin Yazıcıoğlu da…

S. Savaş: Lo aman! Ne yapah? Bu yaştan sonra değişmek olur mu? Bundan bir müddet evveldi. Baktım dışarıdan üç adam geldi. Artık nereden sorup öğrenmişlerse beni bulmuşlar. "Biz Turan Derneğini kuruyoruz. Bize yardımcı ol." dediler. Dedim "Kardeş ben emekli olmuşum. Bu yaştan sonra böyle işlerle uğraşamam." Birer çay içirdim, gönderdim.
    
M. Sarmış: Biz de çayımızı içtiğimize göre gidelim artık. Allah size sağlık afiyet versin. Çok teşekkür ederim.
    
S. Savaş: Ben teşekkür ederim. Her zaman beklerim. Dua edin; Bu Ramazan'da da orucumuzu tutalım. Allah bizi ele ayağa düşürmesin.
-SON-