M. Sarmış: Dedeniz Halil Çavuş savaştan sonra ne yapıyor?
S. Savaş: Savaştan sonra Beykapısı'nda bakkal dükkânı açıyor. Bu dediğim Kule'nin sahibi Mahmutoğlu Mustafa Bey de kendisinin dostu, sık sık gelip yanında oturuyor, sohbet ediyorlar. Dedem 1953'te vefat etti. Babamdan bir sene sonra. Beni çok severdi. Kürkünün içine koyardı. Beykapısı Camii'nin (Kara Musa Camii) avlusunda küçük bir havuz vardı; yazın beni orada çimdirirdi. O havuzu sonra kaldırdılar. Dedem o savaş yıllarını bana çok anlatırdı… Öldüğü zaman ben 13-14 yaşındaydım. Avukat Müslüm Akalın'ı biliyorsunuz, Urfa'nın kurtuluşu hakkında çok önemli çalışmaları var. Bir gün gelip dedemi sordu. "Varsa bir resmini, bir de nüfus kâğıdını verin." dedi. Dedim "Dedemin resmi yok." Resmi sevmezdi dedem. Oğlum Hasan Basri e-Devlet'ten nüfus kâğıdını alıp verdi Müslüm Bey'e.
M. Sarmış: Dedeniz inkılaplar sırasında Suriye'ye gitmiş. Onu da anlatır mısınız?
S. Savaş: Kıyafet (Şapka) Kanunu çıkıyor. Şapkayı takan oluyor, takmayan oluyor. Yeni kıyafetleri giyen oluyor, giymeyen oluyor. Dedem giymeyenlerden. Artık aradan ne kadar zaman geçtiyse… Bir gün Beykapısı'nda kahvede oturuyor. Polis gelip başından külahını almak istiyor. Dedem kızıp polisi dövüyor. Kendisini içeri atıyorlar. Kardeşi Hacı Yusuf devlette kuvvetli bir adam. Hali vakti de çok iyi. Dedemi kısa zamanda çıkarıyor. Dedem diyor ki "Artık ben burada oturmam." Neyi var neyi yoksa hepsini satıp yallah Şam'a… Oğulları, kızları, çoluk çocuk hepsi… Bedir emmim ve çocukları. Ali emmim. O, o sırada bekâr. Annemi de götürüyorlar. O sırada yeni evli. Babamsa o sırada Balıkesir'de asker.

M. Sarmış: Hacı Yusuf da gidiyor mu?
S. Savaş: Yok. O akıllı adam.
M. Sarmış: Ne kadar kalıyorlar orada?
S. Savaş: Epey bir müddet kalıyorlar. İş yok, kâr yok. Hazıra dağ mı dayanır? Götürdükleri parayı pulu yiyip bitiriyorlar. Yiyecek bir şey kalmıyor. Aç susuz perişan oluyorlar. Babam askerliğini bitirip geliyor. Sonra da Şam'a gidip durumu görüyor. Bunların hali hal değil. "Ben hanımımı alıp dönüyorum." diyor. Hepsi geliyor. Burada kendilerini yeniden toparlıyorlar.
O sırada Suriye Fransız işgalinde. 1948'e kadar onların elinde kalmış. Kurtuluş Savaşını kazanmış bağımsız Türkiye'den, Fransız işgalindeki Suriye'ye gitmek olacak bir iş değil.
M. Sarmış: Başka birçok giden olmuş.
S. Savaş: Akıllı adam gitmiyor. Buluntu Efendi bölgenin en önemli âlimi gitmiyor, bunlar gidiyor. Mırine Hoca gitmiyor, bunlar gidiyor. Nereden baksan cehalet.
Mahmut Temizoğlu: Bir kısmı da dönmek istemiş, dönememiş. Kalmışlar orada. Mesela bugün Suriye'de akrabası olanlar var. Bazılarını tanıyorum. Mesela Yetkinler... Onların devamı olan bazıları son Suriye olaylarından sonra (2011) kaçıp geldi. Aralarında çok yaşlı olanlar da var. Çok fakirler. Buradaki akrabalarının bazıları maalesef onlara sahip çıkmadı. Hâlbuki halleri vakitleri yerinde. Zekâtlarını verseler bile yeter. Vermiyorlar. Çok kızıyorum onlara.
M. Sarmış: O sırada bazıları da şapka giymemek için evden çıkmıyor. Böyle birçok örnek de var, biliyorum.
S. Savaş: Yahu pantolonla şapkanın ne farkı var? İkisi de Avrupa'dan gelmiş. İnsanın inancı kalbinde midir, kisvesinde midir?
M. Sarmış: O konular uzun gider. Biz esas konumuza dönelim. Anne tarafından da savaşa gidenleriniz olmuş.
S. Savaş: Evet, ninemin babası İsmail Çavuş gitmiş. O da Balkanlara gitmiş. Babamın annesinin adı Zeliha. Mirine Hocanın ve diğer kardeşlerin hepsinin ablası. Çok zeki bir kadın. Belki bize elli sefer anlattı. Babası İsmail Çavuş, Gazi Osman Paşa'nın hem maiyet çavuşu hem sancaktarı imiş. Osman Paşa kendisini evladı gibi severmiş. 93 Harbinde Ruslar bunları Plevne'de kuşatmış. Onlar sürekli takviye alırken bizimkilere yardım gelmemiş. Uzun süre canla başla savaşmışlar. Dayanacak güçleri kalmayınca da kuşatmayı yarmaya çalışmışlar, ama esir düşmüşler. Osman Paşa ile beraber dedemiz de Moskova'ya götürülmüş. Gösterdikleri büyük kahramanlıktan dolayı Ruslar bunlara çok iyi davranmış. Rus Çarı, Osman Paşa'ya çok hürmet etmiş, "Sen benim esirim değil, misafirimsin." demiş. Beline altın kılıç bağlamış. Savaş sırasında ayağından yaralandığı için araba tahsis etmiş. Bilahare de serbest bırakıp İstanbul'a göndermişler. Tabii İsmail Çavuş da beraber. Daha sonra Urfa'ya gelmiş.
M. Sarmış: Babanıza gelelim.
S. Savaş: Mahmut Savaş.
M. Sarmış: Ne zaman doğmuş?
S. Savaş: Tam bilmiyorum. 1952'de vefat ettiğinde 39-40 yaşlarında olduğuna göre, 1912-13'lerde doğmuş olmalı.

M. Sarmış: Eğitim durumu nedir?
S. Savaş: Okula hiç gitmemiş. Medresede okumuş. 

M. Sarmış: O zaman dindar insanlar çocuklarını okula göndermeyi pek istememişler. Okul da çok yok aslında.
S. Savaş: Evet, öyle…
M. Sarmış: Annenizin ismi ne?
S. Savaş: Mekke… 
M. Sarmış: Dedenizin bahçecilik yaptığını söylediniz. Sonra bakkallık yapmış. Babanız ne işi yapardı?
S. Savaş: Ne dersen yapardı. O zaman hal pazarı esnafı, şire pazarı esnafı, bakkallar, sebzeciler filan hepsi tek dernekti. O zaman hal pazarı yok. Toptancılar Haşimiye'de İsotçu Pazarı ile Koyuncu Pazarı arasındaydı. Sabahleyin toptan, öğlenden sonra da perakende satarlardı. Mevlahana sonradan yapıldı. (Mevlevihane Camii'ni de içine alacak şekilde yapıldığı için eski Hal Pazarına "Mevlahane" denirdi.) Babam da dernek başkanıydı. Onun için de kendisini belediye encümen listesine aldılar.

M. Sarmış: Hangi partiden?
S. Savaş: Demokrat Parti'den. Babam Demokrat Partiliydi. Urfa'daki kurucularındandı. Partinin hatiplerindendi. Milletvekili seçimlerinde gider konuşurdu. O zaman sistem şimdiki gibi değildi. Halk başkanı doğrudan seçmezdi. Halkoyuyla meclis seçilir, meclis de kendi içinden birini başkan seçerdi. Seçimleri babamın da bulunduğu Demokrat Parti listesi kazandı. Mecliste başkanlık için babamla Reşit Akyüz arasında seçim yapıldı. Reşit Akyüz belediye başkanı oldu. (1950-1953) Zengin adam. Köy kent sahibi. O zaman Sanat Okulu'nun karşısında iki ev vardı. İki taş bina, ikişer katlı. Biri Ahmet Naci'nin, biri de Reşit Bey'in. Zenginlik siyasette her zaman önemlidir. Babam esnaf adam; o da belediye meclis üyesi oldu. Aynı zamanda başkan vekili. 7 Ekim 1952 tarihinde "Et Kombinesi"nin yanında bir trafik kazası geçirdi. İki gün hastanede kaldı, sonra vefat etti. Amcam Bediüzzaman'da mezar kazdırmış. Bizim mezarlığımız orada. Fakat Belediye Başkanı Reşit Akyüz eve geldi; "Ben mezarını Dergâh'ta kazdırmışım." dedi. Babamı Dergâh'a defnettiler. Zaten encümen olmasının bir tek hayrı da Dergâh'a gömülmek oldu. Eskiden her Perşembe günü anamı babamın mezarına ziyarete götürürdüm. Babam öldükten sonra anam çok yaşadı.
M: Sarmış: Mevlid-i Halil Camii yapılınca o mezarları arka tarafa kaldırdılar.
S. Savaş: Babamın mezarını da kaldırdılar.

M. Sarmış: Babanızın siyasetle ilişkisine dair başka söyleyeceğiniz bir şey var mı? 
S. Savaş: Ali İpek derdi ki "Demokrat Parti kurulunca fakir fukaranın hepsi Demokrat Partili oldu. Beyler, ağalar, aşiret sahipleri ise hep Halk Partisinin yanındaydı. Onlar zaten her zaman iktidardan yana olurlar. Bir gün babanla Dergâh'ın önünde konuşuyorduk. Baban dedi ki "Memleketin zenginleri, eşraf adamları, hangi parti iktidara gelirse oraya giderler. Eğer yarın biz seçimi kazanırsak, şimdi Halk Partili olanlar gelip bizim yerimizi alırlar. Keşke kanunlar müsaade etseydi de bunlara bir damga bassaydık da yarın böyle yapmasaydılar. Ama ne yazık ki kanunlar müsaade etmiyor." Hakikaten de öyle oldu. Ahmet Naci, önceden birine kızdığı zaman "Demokrat oğlu demokrat!" derdi. Yani hakaret anlamında söylüyor. Demokrat Parti iktidarı kazanınca kendisi de demokrat oldu.
M. Sarmış: Her devirde öyle olmuş abi. Eskiden de öyleymiş, şimdi de öyle, yarın da öyle olacak. Şimdi damgaya gerek yok. İnternet var. Hepsinin kayda geçmiş sözleri, videoları var, sosyal medya paylaşımları var. Değişen bir şey yok.
Mahmut Temizoğlu: He valla!

M. Sarmış: Bu arada Ali İpek kim?
S. Savaş: Mahalle şeniği. Çocukluk arkadaşım. Sonradan öğretmen oldu. Tarih öğretmeni. İyi bir öğretmendi. O da rahmetlik oldu.