M. Sarmış: Çocukluk yıllarınıza geri dönelim. Çok zor zamanlara denk gelmiş.

S. Savaş: İyi hatırlıyorum. İkinci Cihan Savaşı 1945'te bitmiş. Millet yoksulluk içinde. Avrupa da aynı. Kıtlık var. Ekmek karne ile satılıyor. Ülkemizde sanayi daha gelişmemiş. Menderes iyi bir adamdı. Gitti Amerika'dan Marshall yardımı aldı. Traktörün, biçerdöverin kimse ismini bilmiyordu. Affedersin, millet öküzle çift sürüyordu. Orakla ekin biçiyordu. Menderes zamanında millet zengin oldu. Fakat 55, 56'dan sonra işler kötüye gitmeye başladı. Menderes "Milli Koruma Kanunu"nu çıkardı. (1956) Buna dayanarak hükümet piyasaya müdahale etmeye başladı. Birçok zorluklar oldu. Menderes iktidara gelir gelmez ezan yasağını kaldırdı, o zamana kadar Türkçe okunan ezan, yeniden Arapça olarak okunmaya başlandı. Çok sayıda imam hatip okulu açtı. İslam enstitüleri açtı. 57'den sonra dine daha çok ağırlık verdi. Amerika bunu gözden çıkardı. Ekonomik yardımları vermediler. Menderes krize girdi. 27 Mayıs İhtilali oldu, Menderes devrildi, sonra da idam edildi. Dünyanın en melun devleti Amerika'dır. Bizim büyük dedemiz İsmail Çavuş, Rusların eline değil de Amerika'nın eline esir düşseydi derisini yüzerlerdi.

M. Sarmış: Ben burada o genel konuları değil, sizin o yıllarda ve o olaylar sırasında neler yaşadığınızı merak ediyorum. Sizin hayatınıza devam edelim. Okula gitmeyince ustaya gittiniz tabii. Terzilik… İlk ustanız kimdi? Dükkân nerede idi?

S. Savaş: Dükkân Yusuf Paşa Camii'nin hemen yanında. Ustamın adı da Ahmet Köylü. Meşhur bir isim. Orada bir sıra dükkân hep kendisinin. Yedi sekiz sene onun yanında çalıştım. 1957'ye kadar… Mesleği iyi kötü orada öğrendim. 57'de baktım adamın durumu kötü, iflas etmiş. Ayrıldım. İki sene kadar da Nazif Barutçu'nun yanında çalıştım. O da meşhur bir terzidir.
M. Sarmış: Eskiden kalfalıktan ustalığa geçerken ustalar kalfalarına "artık dükkân açabilirsin" anlamında makas verirlermiş. Sizde öyle bir şey oldu mu?

S. Savaş: Yok öyle bir şey. Eskiden ustalar şegirtlere (çırak) bir şey alıştırmazdı. Kırk sene hizmet et, elini öp, sana bir şey göstermez. 
M. Sarmış: Rakip olur diye herhalde. 

S. Savaş: Tek tük öğreten de olurdu tabii. Kalıp üzerinde kesme, biçme işini öğrenmek için illa İstanbul'a gideceksin. Benim de imkânım yok. Yetimim. Bir komşumuz vardı, "Zılha Dayze". Gitmiş Bedir Usta'ya "Bu çocuğa öğret demiş. Allah rahmet etsin, adam benden para almadan öğretti. Başkalarına da öğretiyordu. Zaten ben birçok şeyi kendi kendime öğrenmiştim. Komşu kadınlara manto da dikiyordum. O zaman hazır manto yoktu. 58'de kendi dükkânımı açtım. Askere gitmeden iki sene evvel. Amcam "Askerliğini yap, ondan sonra dükkân aç." dedi, ama ben açtım. Kirası ne kadar? Senelik 250 lira… Altı ayda bir 125 lira ödüyorsun. Vatan Çarşısı'nda. Vali Kadri Eroğan Vatan Okulu'nun içinden bir çarşı çıkardı. Benim dükkânım da orada.

M. Sarmış: Bu Kadri Eroğan'ın adı yaptığım röportajlarda sık sık geçiyor. Daha çok, yol açmak birçok tarihi eseri, bilhassa Eski Paşa ya da Yıldız Hamamını yıktırdığı için eleştiriliyor. Bize kısaca nerede neler yaptığını anlatır mısınız?
S. Savaş: Allah rahmet etsin. Çok şey yaptı memlekete. Kara Meydanı'nın oradan Haşimiye'ye, oradan Herrehman'a kadar… O yol çok dardı, genişletmek için mecburen yıktı. Yoksa arabalar geçemezdi.
M. Sarmış: Duvarda Kadri Eroğan'ın eski hükümet binası önündeki meşhur resmini görüyorum. Arap Reşo'nun oğlu Mehmet Polat'ı yakalayıp halka teşhir ediyor.

S. Savaş: Evet. Mehemed'i biliyorsunuz. Birçok kişiyi öldürmüş, en son Urfa Belediye Başkanı Hacı Tevfik Saraç'ı (1955-1957) da öldürmüş. Kaçmış, bahçelerde, bağlarda gizleniyor. Sonra Kadri Eroğan (1957-1959) zamanında yakalanıyor. 1958'de. Mahkeme de idam cezası veriyor. İki sene hapiste kalıyor. Bir ara çocukluk arkadaşı "Sakallı İbe"ye pusula yazmış. Bir ayakkabı ve pantolon istemiş. Sakallı İbe geldi bana söyledi. O sırada namlı adamların çoğu Vatan Çarşı'sına gelip gidiyor. Ben pantolonu diktim. Tabii parasıyla. Ama ayakkabı alacak parası yok. Onu da adam ceketini satarak aldı. Götürüp verdi. Bir hafta sürmedi, Mehemed'i Adana'ya götürüp astılar. (27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra) Yine Sakallı İbe, Mehemed'in kardeşi, anası gidip cenazeyi Urfa'ya getirdiler. Burada defnettik. 
    M. Sarmış: Bu Sakallı İbe, bizim çocukluğumuzda adını çok duyduğumuz bir isim. Ne iş yapardı?
    
S. Savaş: Ya boş ver. 

M. Sarmış: Niye "Sakallı İbe" demişler?

S. Savaş: Babasına da "Sakallı Ahmet" derlerdi. Lakapları öyle. Allah yardım etsin. Sakallı İbe daha sağ. 95 yaşında. Ama artık bir şey hatırlamıyor. Yatağa düşmüş, çoktandır dışarı çıkmıyor. Geçenlerde tıraşa getirdiler, gördüm…
Mahmut Temizoğlu: Oğlu Ahmet vardı. Belediyede zabıtaydı. Bizden bir iki yaş küçüktür. Emekli olmuş. Çoktandır görmüyordum. Geçen gün sordum, o da psikolojik olarak bir hayli rahatsızmış.

S. Savaş: Allah yardım etsin.
M. Sarmış: Az önce Mırine Hocanın adı geçti. Sizin neyiniz oluyor?

S. Savaş: Zeliha ninemin kardeşi. Yani babamın dayısı. Hepimiz dayı derdik. Giderdik elini öperdik.
    
M. Sarmış: Onu bize biraz anlatır mısınız?

S. Savaş: Esas adı Mehmet Lütfi Okumuş. Hem hafız, hem hoca. 

M. Sarmış: Çok da iyi bir şair.
S. Savaş: Tuzeken Camiinde imamdı. Sonra vaiz oldu. Yusuf Paşa Camiinde de vaaz veriyordu. 
M. Sarmış: Çok da hazır cevap. Nasrettin Hoca gibi esprileri olan bir adam. Özellikle, nasıl diyeyim, müstehcen esprileri meşhur.
    
S. Savaş: Hak ediyorlar ama.
    
M. Sarmış: O konuyla ilgili anlatılan birçok hikâye var. Sizin söyleyeceğiniz bir şeyler var mı?
S. Savaş: Çok şey var, ama çoğunu duymuşsunuzdur. Ben yine askerden izne gelmişim. Yirmi günde, ayda bir, sık sık geliyorum. Yine bir hafta sonu gelmişim. Bedir (Orak) adında bir arkadaşım var. "Kaleci Bedir". Dedi "Bacım bana bir kız bulmuş, evleniyorum. Akşama nikâhım var. Sen de gel." Ev Sinekli Mahallesinde. Akşam oldu, gittik. Nikâhı kıyacak olan hoca gelmedi. Bedir bana "Git Mırine Hocayı getir." dedi.  Mevsim kış, hava soğuk, şiddetli bir yağmur yağıyor. O zaman yol mol yok, her taraf çamur. 1960 olmalı. Dedim "Bedir ben hocadan korkarım. "Askerden gelince yanıma gelmiyorsun da, nikâha götürmek için mi geliyorsun?" der, beni döver." dedim. Gidip Zeki Hafız'ı getirdim. (Zeki Dayı, 1907-1981) Zeki Hafız da babamın asker arkadaşı. Değerli bir adamdı. Evi Kuttik Cami'nin (Hacı Yadigar Camii) yanında idi. Kapısını çalıp meramımı anlatınca, o havaya aldırmadan kalktı geldi. Yani diyeceğim, Mırine Hoca çok sertti, lafını esirgemezdi, hepimiz korkardık kendisinden. Allah rahmet etsin, değerli bir adamdı.
Vaiz olmasıyla ilgili bir meseleyi de anlatayım. Vaizlik imtihanı için Ankara'ya gidiyor. Kazanıyor. Oğlu Fatih Konya'da hapis.
M. Sarmış: Niçin hapis?
S. Savaş: Hocaya layık bir adam değildi. Neyse, evlat sonunda. Hoca "Buraya kadar gelmişken gidip oğlumu da göreyim diyor.  Konya'ya gidiyor. Orada bir ayakkabı boyacısı kendisini görüyor. "Gel la Mırine Hoca bıraya!" deye sesleni. Hoca çoh şaşıri. Adamın yanına gidi. "La bıra bah!" deyi adam. "Ver girmi beş kurış ayahkabi boyıyım." Hoca veri. Boyahçı deyi ki "Gelmişsen oğli görmağa. Get gör. İmtihanı da kazanmışsan. Get diplomayı al. Eyi konış" Hoca daha çoh şaşıri. "Bı adam benim kim oldığımı nerden bili? İmtihanı kazandığımı, oğlımın Konya'da hepis oldığını nerden bili?" deye merak edi. Bını bizzat hocanın gendisi biye aynattı. Çoh hoş bi adamdı. Allah rahmet etsin. Öldüğünü rüyamda gördüm.

M. Sarmış: Nasıl?

S. Savaş: Hoca hasta yatıyor. Ben ve bibim oğlu Ahmet (Tosun) de gidip kendisine hizmet ediyoruz. Bütün çarşı gelip kendisini ziyaret ediyor. Eskici pazarı esnafı, sebzeciler, herkes… Hanımı çay pişiriyor, biz dağıtıyoruz. Ölümünden önceki cumartesi günüydü. Tabii nereden bileyim? Ahmet yine "Sait gel gidelim." deyince, "Çok yorgunum. Bugün sen git. Yarın Pazar, ben gidip sabahtan akşama kadar yanında kalırım." dedim. Allah vekil, gece saat on buçuk suları, bir rüya gördüm. Baktım Yusuf Paşa Camii'nin ağzında duruyorum. Aşağıdan Kara Meydanı'ndan taraf bir cenaze geliyor. Tabutun üzerine de Mırine Hocanın sarığını ve cüppesini koymuşlar. Önde giden bir adam yüksek sesle ilahi okuyor. Dedim "Nedir bu?" Dediler "Mırine Hoca ölmüş." "Bu ilahi okuyan adam kim?" Dediler "Müslüm Hafız Efendi". Yani Nakşi halifesi Müslüm Abacı. (1884-1958) Kendisinin arkadaşı. Kendisinden daha evvel vefat etmiş. O anda ayıldım. "Anne ben gidiyorum. Hoca öldü." dedim. Annem "Deli misin?" dedi. "Bu saatte ne işin var?" Ben anama hiç karşı gelemezdim. Gidemedim. Bir daha yatıp uyudum. Sabah kalkıp çarşıya gittim. Pazar günleri gidip eve "aşlık" alıyorum. Baktım bizimkiler kalabalık geliyorlar. "Nereden geliyorsunuz?" diye sordum. Dediler "Mırine Hoca öldü, götürüp defnettik, cenazeden geliyoruz." Sabahleyin erkenden götürüp defnetmişler. O zaman öyleydi. Telefon yok, bir şey yok, haberim olmadı. Allah rahmet etsin.
    
 Buluntu Hocanın da elini çok öptüm.
    
M. Sarmış: Onunla da tanışıyor musunuz? Ondan da bahsedin o zaman.
    
S. Savaş: Bunlar büyük insanlar. Evi Sarayönü'nde benim dükkânımın arkasındaydı.
    
M. Sarmış: Şimdi ŞURKAV binası, çok güzel bir ev.

S. Savaş: Evet. Hoca her evden çıkanda elini öperdik. Ata binip köye giderdi. Herkes çok severdi, sayardı. 102 yaşında vefat etti.  (1967) Bütün millet Ulu Cami'ye koştu. Cami, caminin hayatı, her tarafı çok kalabalıktı. Tabutu camiden çıkar çıkmaz el üzerinde Halilü'r-Rahman Camii'ne gitti. Vali (Kemalettin Gazezoğlu, 1966-1968) akıllı adam, Herrahman'ın (Halilü'r-Rahman Gölü) önünde duruyor. Bıraksa millet göle dökülecek. Çok kalabalık. Bütün esnaf dükkânını kapatıp gelmiş. Vali Herrahman'ın önünde kalabalığı durdurdu. "Tabutu indirin." dedi. İndirdiler. Sonra "Hoca efendiler alsın." dedi. Hocalar alıp mezarına götürdüler. Ben oraya her gidende mezarına uğrarım, okurum. 

M. Sarmış: Zaten uzun yıllar Halilü'r-Rahman Camii ve medresesinde görev yapmış.
S. Savaş: Doğru. Allah nur içinde yatırsın.