Şüphesiz ki şu dünyada ki en güzel ve en zorlu görev Allah'ın yeryüzüne indirdiği meleklere anne olabilmektir. Onların bakir olan zihin bahçelerine; karakterlerini, ahlaklarını imanlarını oluşturacak doğru yararlı tohumları ekebilmektir. Hepimizce de bilinir bu her yiğidin harcı değildir.

Anne olmak, bir bebeği karnında büyütüp onun dünyaya gelmesine vesile olmasıyla kazanılabilecek bir vasıf değildir. Asıl meziyet her zaman, her koşulda, her düştüklerinde ve en önemlisi her hatalarında onlara yüz çevirmeyip, yanlarında olup ellerinden tutup kaldırabilmektir. Onunla ağlayıp onunla gülebilmek, yeri geldiğinde de tüm dünyayı onun için karşına alabilmektir. Yani doğurmak değil yürekte yaşatmaktır anne olmak.

Ama tabi burada ufacık bir nüanstan bahsetmek istiyorum. Tüm bunların yanında onun sizin vücudunuzun bir parçası olmadığını, ayrı bir birey olduğunu, farklı bir hayat yaşayacağını unutmayıp onun bu gelişimine engel olmayıp hatta ve hatta ona kendi kendine yetebilmeyi, kimseye (ne acıdır ki annesine bile) bağımlı olmamayı yine biz anneler öğretmekle mükellefiz. Kısacası incecik görünmeyen bir ipte yürüyen bir cambaza benzer anne.

Allah bağışlasın, inşallah ben de 15 aylık bir emanete annelik yapmaya çalışıyorum. Bismillah deyip başladık ama yolun bu kadar zorlu olacağını tahmin etmemiştim açıkçası. Ona yetebilmek, her şeyiyle en doğru şekilde ilgilenebilmek bunları yaparken de kadın, arkadaş, eş, evlat, gelin olabilmeyi saymıyorum bile. Gerçi çevredeki çocuk büyütmeyi yedirip içirmeye temizliğini yapmaya indirgeyen kadınları gördükçe, ufacık bir an diyorum ki onların söylemiyle belki de biz abartıyoruz.
Bunları neden mi anlatıyorum? Genel olarak geçen şu kısacık (benim için upuzun) zaman diliminde aslında kadınların en büyük haksızlığı, yine kadınların kendilerine yaptıklarını keşfettim. Bebek doğduktan sonra başlayan süreç o kadar yıpratıcı ki, okuyan erkekler eminin abarttığımızı düşünecek ama yaşamak lazım. Neyse bebeğinize alışmak, onun karnını doyurabilmek, uykusuz kalabilmek, çevrenizde ki insanların öğütleriyle boğuşabilmek; aynı zamanda eşinizi evinizi idare edebilmek (sütün olsun diye yiyip içmek zorunda kaldıklarınızdan bahsetmiyorum bile, mesela benim kaşık kaşık kimyon yemişliğim var) imkansız gibi görünüyor.

Kabul etmek lazım, aslında her kadın bir süper kahraman. Fakat bu anne kahramanlar söz konusu kendileri olunca çuvallıyorlar. Hayatı evlatlarından ibaret görüyorlar. Çocuk doğduktan sonra bütün hobiler eşle, arkadaşla paylaşılan sohbetler, kişisel bakım bunların hepsi rafa kaldırılıyor. Bir süre sonra farkında olmadan kadın için bebek bağımlılığa dönüşüyor.

Bu süreçten sonra sadece anneler için değil, çocuklar için de sıkıntılı bir süreç başlıyor. Çünkü aynı şekilde çocuk da bir bağımlı olarak büyüyor. Kendi kararlarını veremeyen, tek başına hareket edemeyen, yalnızlaşan, aslında yetişemeyen bir yetişkin olma yolunda ilerliyor.

Bebeğimize verdiğimiz aşırı sevgi ve ilgi sonraki aşamalarda hayatına girecek olan insanların normal seviyede gösterdiği ilgiyle karşılaştığında ona kendisinin sevilmediğini, ilgilenilmediğini hissetmesine yol açıyor.

Yani anlayacağınız biz biz olmaktan çıkıp, diğer tüm rollerimizden soyunup 'yalnız anne' olurken hem kendimize hem bebeğimize hem ailemize zarar veriyoruz. Kaş yapalım derken göz çıkarıyoruz.

Unutmayalım bebeğimizin, çocuğumuzun mutlu olabilmesi için önce annesinin mutlu olması gerek. Uçaklarda bile nasıl ki önce kendi kemerimizi bağlıyorsak, günlük hayatta da önce biz mutlu, ayakları yere basan, hobileri olan, kendine ve çocuğunun hayatına saygı duyan bir kadın olarak var olabilelim ki; evlatlarımız da şu kısacık dünya hayatının gerçekleriyle savaşırken güçlü ve yıkılmaz olabilsin.