M. Sarmış: Şimdi gelelim dedeniz Şıh Müslüm Parmaksız'a…
    
H. Parmaksız: Hacı Bekir Beyin birinci hanımından olan en büyük oğlu. 1882'de doğmuş. Çok eğitimli, çok kültürlü, çok modern bir insan. Öyle fazla dindar, sofu değil.
    
M. Sarmış: Nerede veya nerelerde okumuş?
    
H. Parmaksız: Onu bilmiyorum.
    
M. Sarmış: Eğitim için Urfa'nın dışına gitmiş mi?
    
H. Parmaksız: Bilmiyorum, sanmıyorum. Urfa'daki okullarda okumuş olmalı. Artık hangi iptidai, hangi rüşdiye, hangi idadidir bilgim yok.
    
M. Sarmış: Ninenizin adı nedir? Ne zaman evlenmişler?
    
H. Parmaksız: Ninemin adı Remziye. Babam 1904 doğumlu velk çocukları olduğuna göre en geç 1903'te evlenmişler demektir. Yani dedem 19 yaşında, daha erken de olmuş olabilir. Çünkü babamın resmi doğum tarihine göre daha büyük olduğu söylenirdi.
    
M. Sarmış: Babası Hacı Bekir üç evlilik yapmış. Daha sonra bahsedeceğimiz oğlu Ekrem Parmaksız'ın da birkaç evlilik yaptığını biliyorum. Kendisi tek evli mi?
    
H. Parmaksız: O da iki kere evlenmiş. Biri babaannem Remziye Hanım. Diğeri de Karaçizmelilerden Zeliha Hanım. Babam Karaçizmeliler için "Benim dayı tarafım." derdi.
    
M. Sarmış: Hangisi önce, hangisi sonra?
    
H. Parmaksız: Onu tam olarak bilmiyorum, ama Zeliha Hanımdan olma Edibe Halam babamdan birkaç yaş daha büyük olduğuna göre Zeliha Hanımla daha önce evlenmiş olabilir. Konsoloshane olarak da kullanılan selamlık kısmında Remziye Hanım oturuyormuş. Harem kısmında ise Zeliha Hanım oturuyormuş. O taraf daha büyük; altı, üstü, zerzembesi, saray gibi bir ev…
    
M. Sarmış: Peki biraz da Şıh Müslüm Beyin çocuklarından söz edin.
    
H. Parmaksız: Önce ilginç bir şey söyleyeyim. Bitişik evlerde iki kuma arasında çocuk konusunda büyük bir rekabet olmuş. Remziye Hanım bir erkek doğuruyor, Zeliha Hanım bir kız, Remziye Hanım bir erkek, diğeri kız… Böyle böyle Remziye Hanım dört erkek, üç kız;  Zeliha Hanım da altı kız doğuruyor. Remziye Hanımın kızları; Süreyya, Emine ve Mehveş. Zeliha Hanımın kızları; Edibe, Samiye, Nezihe, Nedime, Güzide, Nebihe…
    
M. Sarmış: Birbirleriyle ilişkileri nasıl?
    
H. Parmaksız: Gayet iyi. Küslük filan yok. Biz de diğer nineme, halamlara giderdik, onlar bize gelirdi. Birbirimizle bayramlaşırdık.
    
M. Sarmış: Erkek çocuklara gelelim.
    
H. Parmaksız: Şıh Müslüm'ün Remziye Hanımdan dört oğlu olduğunu söyledik: Babam Ekrem Parmaksız ve kardeşleri Kemal Parmaksız, Cevdet Parmaksız, Celal Parmaksız… Cevdet ve Celal amcalarım erken vefat ettikleri için babam isimlerini kardeşlerime vermiş. Kemal yaşıyor. Bir ara niyedir bilmiyorum, kızıyor ve Özbey soyadını alıyor. Sağlık memuru olarak Urfa'dan ayrılıyor. Daha sonra Kütahya Tavşanlı'da vefat ediyor. Vefat edince babam gitti, kabrini yaptırdı. Ben, bundan yedi sekiz sene önce Kütahya Emet'e giderken Tavşanlı'ya da uğradım, amcamın kabrini buldum. Üzerinde "Şeyh Müslüm Parmaksızoğlu Kemal Özbey", parantez içinde de "Parmaksız" yazıyor.
    
M. Sarmış: Peki amcanızın çocukları ile iletişiminiz var mı?
    
H. Parmaksız: Tabii. Amcamın Cumhur adında bir oğlu var. Benden sanıyorum sekiz on yaş büyüktü. Daha önce Sümerbank'ta çalışıyordu. Sümerspor Futbol Kulübünde çok ünlü bir kaleciydi. Bir ara Altay'a transfer oldu. Son zamanlarda Almanya'ya göç etti. Zaman zaman telefonla görüntülü olarak konuşuyorduk. Sanıyorum geçen yıl vefat etti. Eşi ve çocukları orada yaşıyor.
    
M. Sarmış: Dedenize dönelim. Babasından dolayı çok zengin. Ayrıca bir iş yapıyor mu? Babası gibi ticaretle mi uğraşıyor?
    
H. Parmaksız: Aslında politika ile uğraşıyormuş. İttihat Terakki Cemiyeti mensubuymuş. 
    
M. Sarmış: Sadece üye mi, ayrıca bir görevi var mı?
    
H. Parmaksız: Partide bir görevi var mı, varsa nedir, bilmiyorum. Sonra da "Kuvvacı" oluyor. (Sonradan Müslüm Akalın ile yaptığım görüşmede İttihat Terakki Cemiyetinde idare kurulu üyesi olduğunu öğrendim.)
    
M. Sarmış: Önceki görüşmelerimizde bir ara Fransa'ya gittiğinden söz etmiştiniz.

H. Parmaksız: Evet. Daha belediye başkanlığından önce kalkıp Fransa'ya gidiyor. Biz şu anda Fransa'ya gidemiyoruz, o, o günün çok daha zor şartlarında gidiyor.

M. Sarmış: Fransızca biliyor muymuş?

H. Parmaksız: Tam bilmiyorum, ama o dönemde geçerli dil Fransızcaymış.

M. Sarmış: Ne zaman gitmiş?

H. Parmaksız: Sultan Abdülhamit döneminde gidiyor.

M. Sarmış: 1909'dan önce yani. En fazla 26-27 yaşında, henüz çok gençken. Niçin gidiyor peki? Gezme amacıyla mı? İttihat Terakki Cemiyeti mi gönderiyor? Yoksa Abdülhamit sürgüne mi göndermiş?

H. Parmaksız: Tam olarak bilmiyorum. Ama sürgün değil. Fakat İttihat Terakki ile ilgili olabilir. Muhalif olduğu için baskı görmüş olabilir. Yani siyasi sebeplerle gitmiş olabilir.

M. Sarmış: Orada ne kadar kalmış?

H. Parmaksız: Uzun süre kalmış sanıyorum. Aylarca olması lazım.

M. Sarmış: Peki orada neler yaptığına dair bilginiz var mı?

H. Parmaksız: Para sıkıntısı yok. Geziyor, dolaşıyor, fotoğraflar çekiyor. Rahmetli ninem diyordu ki "Gümüş me'regeli (büyük eğer) atların üzerinde fotoğraf çekip bize gönderdi." Onun oradan böyle fotoğraf çekip göndermesi, o fotoğrafların o günün şartlarında Urfa'ya ulaşması kim bilir ne kadar zamanda olmuştur? Buradan, onun Fransa'da uzun süre kaldığı sonucunu çıkarıyorum.

M. Sarmış: Doğru. Başka neler yaptığına dair bilgi yok mu?

H. Parmaksız: Araştırmayı, öğrenmeyi seviyormuş. Çok gezmiş, görmüş, gözlemlemiş. Diyor ki "Hapishaneler kaldı." Fransa'nın hapishanelerini de görmek istiyor. Nasıl olacak? Orada sokağa tükürmek yasak. Gidip bizzat polisin önünde yere tükürüyor. Polis kılık kıyafetine bakıyor; "Beyefendi siz yabancısınız galiba?" diyor. Dedem de "Evet, ben yabancıyım." diyor. Polis "Burada yerlere tükürmek yasak. Tükürmenin şu kadar Frank cezası var." diyor. "Vermeyeceğim." diyor dedem. O da "Sizi tutuklamak zorunda kalırım." diyor. Dedem de "Buyurun gidelim." diyor. Giderken dedem "Karakol nerede?" diye soruyor. Polis "biraz uzakta" deyince dedem "O zaman dur bir arabaya binelim." diyor. Artık otomobil mi, fayton mu, o gün ne varsa… Polis şaşırıyor. "Beyefendi, şu kadar cezayı vermezken ondan çok daha fazlasını arabaya vereceksiniz. Cezayı verin kurtulun." diyor.  Söz gelimi ceza 50 Frank, araba 500 Frank… Dedem "Hayır, ben hapishaneye gitmek istiyorum." diyor. Bir arabaya binip hapishaneye gidiyorlar. Polis ilginç bir durumla karşı karşıya olduğunu anladığı için dedemi doğrudan hapishane müdürünün yanına götürüyor. Durumu anlatıyor. Müdürün de tuhafına gidiyor. Sebebini soruyor. Dedem de "Ben bütün Paris'i gezip dolaştım. Her şey dışarıdan çok şatafatlı, allı pullu, güzel. Ama ben bir de görünmeyen kısımlarınızı görmek istedim. Hapishaneleriniz nasıl? Orada insanlara nasıl davranılıyor? Temizlik nasıl, yeme içme nasıl? Onun için buraya geldim." diyor. Müdür memnun oluyor ve dedemi alıp hapishanenin her tarafını gezdiriyor. Dedem tutuklu olarak bir gece kalmak istiyormuş, böylece buna gerek kalmamış. Bunu babam bize bu şekilde anlatırdı.

M. Sarmış: Polisle, müdürle böyle rahatça konuşabildiğine göre, Fransızcayı da biliyor olabilir.

H. Parmaksız: Evet, olabilir.

M. Sarmış: Babanız 1904 doğumlu olduğuna göre giderken evli ve çocuğu da var. Genç eşini ve küçük çocuğunu bırakıp uzun süre yurt dışına gidilmez herhalde. Bir mecburiyet olmalı.

H. Parmaksız: Benim bildiğim gezmeye gidiyor. Ama o zaman ileri gelenlerin hepsi ittihat Terakkici imiş. Bilirsiniz Mehmet Akif Ersoy da önce İttihatçı iken sonra Kuvayı Milliye saflarına geçiyor. Dedem de işgalden sonra Kuvayı Milliye'ye çalışıyor.