M. Sarmış: Şimdi yine size dönelim. Amcanızın rüyası üzerine adınızı Abdülkadir koydular; onun etkisiyle de üzerinizde Abdülkadir Geylanî'den kaynaklanan manevi bir himaye var, dediniz. Ondan sonra dinî hayatınız nasıl gelişti? Okula gitmemişsiniz; hocaya da gitmediniz mi?

A. Rızvanoğlu: Altı ay hocaya gittim. Topçu Meydanı'nda bir hanımefendiden ders aldım. Halamın kızıydı. Allah rahmet eylesin, güzel bir hanımefendi idi. O zaman bu işler yasak. Hocamız bizi sıkı sıkı uyarırdı. "Oğlum buraya geldiğiniz zaman çok dikkatli olun. Etrafta bir yabancı gördünüz mü, içeriye girmeyin. Çıkacağınız zaman da biriniz dama çıksın, baksın, sokak boş mu? Boşsa çıkın" Öyle yapardık. Sokak boşsa, hepimiz bir kereden gürrr diye fırlayıp çıkardık.

M. Sarmış: Tek Parti dönemi herhalde…

A. Rızvanoğlu: Evet, Tek Parti dönemi. 50'den önce. Sonra zaten Demokrat Parti, Celal Bayar geldi. Her şey serbest oldu. Af geldi. Ezan aslına döndü.

M. Sarmış: 50'de 13 yaşındasınız. Hoca için biraz geç değil mi?

A. Rızvanoğlu: Akraba olduğumuz için kabul etti. 

M. Sarmış: O altı ay boyunca Kur'an okumayı öğrendiniz herhalde. İlmihal de okutulurdu eskiden.

A. Rızvanoğlu: Kur'an okumayı öğrendim. İlmihal de okudum. Mustafa Mevlidi'ni de okudum. Altı ay içinde hepsini bitirdim ve çıktım. Peki, beni aşk nerden sardı? Biraz daha büyüdük bu arada. "Hoca-yı Mirine" vardı, Allah rahmet eylesin. Esas ismi Mehmet Lütfü Okumuş. Niye "Mirine" demişler? Müezzin minareye çıkar. Türkçe ezan okumaya başlar…

M. Sarmış: Siz hatırlıyor musunuz Türkçe ezan okunduğunu?

A. Rızvanoğlu: Evet, iyi hatırlıyorum. "Tanrı uludur! Tanrı Uludur! Tanrı uludur! Tanrı Uludur! Tanrıdan başka yoktur tapacak! Tanrıdan başka yoktur tapacak! Haydi namaza gelin! Haydi namaza gelin!" Onlar böyle okurken Hoca-yı Mirine de kapının önünde "Allahu ekber! Allahu Ekber!" diye ezanın aslını okumaya başlar. Etrafındakiler Kürtçe "Yav hoca ağzını tut. Vallahi seni öldürürler." derler. Hoca kendi de Kürt. Der ki "La ez male mirineme la. Yani ben zaten ölüm malıyım. Niye korkayım ki?" Ondan dolayı kendisine "Mirine" lakabı takılıyor. Neyse ezan işi böyle böyle devam ederken, bir gün baktık ki Yusuf Paşa Camii'nden bir ses geliyor. Arapça ezan okunuyor. Rahmetlik Kıde Hafız… Sesi ne kadar kibardı. Allah rahmet etsin. Herkes hayret etti. "Hele gelin gelin! "Hoca bugün Arapça okuyor." diyorlar. Sonra öğrendik ki yasak kalkmış, af gelmiş. Artık Arapça okunmaya başlandı. 
Neyse. Beni o işe (ezan okumaya)  teşvik eden de biraz sesimin var oluşu. Her fırsatta camilere gidip hocaların ağzına bakardım, nasıl okuyorlar diye. Uzunca bir süre rahmetlik Hoca-yı Mirine'nin de yanına gittim.

M. Sarmış: Tuzeken Camiine mi?

A. Rızvanoğlu: Yok, Tuzeken Camii'nde görevliydi; fakat genelde vaazını Yusuf Paşa Camii'nde yapardı. Ben de artık Yusuf Paşa Camii'ne gidiyorum. Zamanla ben ona alıştım, o da bana alıştı. Uzakta isem kalkıp yanına giderim, elini öperim, otururum. Vaazını bitirdi mi, hafızlar para toplamaya başlarlar. Okudukları Kur'an için tabii. Allah yardım etsin. Mirine Hoca "Hafızlar! Allah için bir dakika durun." dedikten sonra bana dönerek, "Sen okumaya başla oğlum." derdi. Başlardım aşr-i şerif okumaya. Duadan önce okurdum ki, arkasından dua etsin. Ses müsait. Böyle eski deyimle kuşlar lef vururlar ya! Öyle. Camide yankı da yapıyor. Hakikaten o da beni sardı. Bu güzellikten istifade etmek için hocanın yanına gitmeye devam ettik. O da bana derdi ki, "Geldiğin yerde beni göremediğin zaman, ara bul ki ben seni dinleyeyim."

M. Sarmış: Maşallah! Bu konulara tekrar döneceğiz, ama şimdi hayatınızın akışına devam edelim. Okula gitmediniz, ama okuma yazmayı biliyorsunuz. Nasıl oldu?

A. Rızvanoğu: Sonradan yazdığım bir şiirimde şöyle demiştim: "Dokuz gece yetti bana/Haber verin bunu hep ihvanlara". Bir ara arkadaşlar geldiler; dediler "Gece mektebi açılmış. Sen de kaydolmuyor musun?" "Olurum" dedim. Daha bekârdım. 17-18 yaşları civarında… Gidip yazıldım. Vatan Mektebi'nde, Asfalt Yolda… Dediler "Ders bir gece var, bir gece yok." Neyse bir gün gittim, ertesi gün yok, öbür gün var, daha öbürsü gün yok… Yahu bu şekilde okunmaz dedim. Ben bir şeyi tuttum mu bitirmek isterim.  Bir gün öğretmen dedi ki "Gençler herkes yarın bir yazı getirecek. Kimin yazısı iyiyse ikinci sınıfa ayıracağız. Ne yazacağız? Kara tahtaya yazdı: "Sevgili anneciğim. Muhterem babacığım. Yaşasın öğretmenim." Hâlâ hatırımda. Eve gidince tekrar tekrar yazdım, beğenmedim, yazdım beğenmedim. Belki yüz kâğıda yazdım. En nihayet el alıştı yazıya, tam çıktı. Devrisi gün gittim. Hoca baktı, "Bu senin değil." dedi. "E hocam hevesimizi kırma yav!" Dedi "Ben bunu zor yazarım." Dedim "Söyle gözümün önünde yaz. Gözünün önünde yazayım babam." Öyle yaptık. Yazdım. Dedi "Bu yazıyı yazabildiğine göre niye geldin?" Dedim "Öğrenmeye geldim." Bir de matematik hususu var. Allah vergisi herhalde, kafam biraz fazla çalışıyor. Bilhassa matematikte… İsteseydim o zaman profesör olurdum. Hoca tahtaya 1, 2, 3 diye 10'a kadar yazdı. "Bunları okuyun." dedi. Dedim "Tek tek mi, hepsini birden üst üste mi?" "Nasıl? Hepsini birden üst üste okuyabilir misin?" "Tabii." dedim. Başladım "Yüz yirmi üç milyon dört yüz elli altı bin yedi yüz seksen dokuz." Dedi "Yahu sen niye okula gelmişsin, şaşırıyorum." Dedim "Lo gelmiyem ha!" A terk ettim.

M. Sarmış: Diploma almadınız mı?

A. Rızvanoğlu: Devam etmedim ki diploma alayım.

M. Sarmış: Keşke devam etseydiniz, ama hayırlısı olsun artık. Gelelim askerliğe… Nerede yaptınız?

A. Rızvanoğlu: Ben askerlik yapmadım efendim.

M. Sarmış: Nasıl oldu?

A. Rızvanoğlu: Efendim bizi şikâyet ettiler; "Hac Şavakgil askerlik yapmaz." diye… Yedi kardeşin üçü göz özürlüsü. Neydi adı? Ha! Miyop. Gittik Diyarbakır'a. Askerî doktor. Heyete girdik. Ertesi gün raporu almak için gittik. 

Gencin birisi "Ananın sağ eli başındaymış. Askerlikten kurtuldun." dedi. Dedim "Keşke senin ananın o eli başında olaydı da ben askerlik yapaydım. Askerlikten kurtulmak için gözümün çürük olmasına mı sevineyim? Askerlik cihattır cihat! Ben askerlik yapacağım, kocakarılar, ihtiyarlar, çocuklar rahat uyusun diye… Askerlik budur. Ama maalesef o zaman kâğıdımızı elimize verip bizi gönderdiler. O kutsal görevden muaf olduk. 

Şimdi de gözlerim sizi görmüyor. Yakınsınız diye bir karartı şeklinde görüyorum ancak.