Akıp giden insanlar, arabalar, reklam levhaları, anonslar, tanıtımlar, broşürler, dükkanlar, kokular, korkular, sesler, kelimeler, harfler, öteler, uzaklar… Ve daha dahabir çok şey hep bir gerçeği haber veriyor insana. Anlayana. Anlamaya çalışana. Bir gerçeği, bir yaşanmışlığı, bir kaybı haber veriyor her şey. Avuçlarımız arasından akıp giden, o bitmez tükenmez bildiğimiz zamanı haber veriyor.

Öyle bir gerçek ki bu; duysak da duymasak da, saysak da saymasak da, umursasak da umursamasak da, unutsak da unutmasak da gelip geçiyor içimizden, hayatımızdan, ömrümüzden. Ve biz geriye dönüp bakabilme cesaretini gösterebildiğimizde içimizden kopan derinden derine bir eyvah oluyor belki de. Yalnızca eyvah demek geliyor o an elimizden. Her şey geçip gitmiş, bir ömrü eskitmişiz ve bizden sadır olan kocaman bir eyvah oluyor.

Oysa hiç hesaba katmamıştık böyle hızlı akıp gideceğini zamanın. Yerimizde durduğumuz gibi duruyor sanıyorduk zaman. Ama eyvah, yanılmış/yanmışız. Her bir dakikanın bile hesabı sorulmayacak mıydı ki, unutmuş/aldanmışız. Kocaman, dağ gibi bir hazineyi çocukça saçıp savurmuşuz.

Yılı, ayı, haftayı, günü ve saati öyle bir çekiştirmiş, öyle bir çekiştirmişiz ki, bir de bakmışız ki bütün sermaye tükenivermiş.

Sabah uyanınca akşam olsun istemişiz, hafta başlayınca hafta sonunu planlamışız, daha ayın başında belki para, belki maaş, belki bir alacak kaygısıyla ayın sonunu hesap etmişiz, daha yıl yeni başlarken biz bir sonraki yıla meftun olmuşuz.

Ve sonra. Ve sonrası malum; günler üç beş saatte, haftalar birkaç günde, kocaman bir yıl dört beş ayda elimizde ufalanır olmuş. Yani, bile isteye bunu arzulamışız bütün gücümüzle. Bütün çabamızı, emeğimizi ve gücümüzü zamanı tüketivermek uğruna harcamışız.

Şimdi bir kayıp zamanın peşinden öylece ah vah edip duruyoruz. Zamanımızı öldürmek için kendimizi o boş lakırdıların, beş para etmez heves ve hırsların, ömrümüzü ve toplumu yiyip bitiren dedikoduların arasında mıhlayıp durmuşuz.

'İki günü birbirine eşit olan ziyandadır' hadisini ya unutmuş ya da idrak edememişiz ki; bugün neyse dün de aynı, bu yıl neyse geçen yıl, hatta daha acısı onlarca yıl da aynı düzlemde durup kalmışız.

Ezberlerimizi değil bozmak, daha bir kavi hale sokmak için didinip durmuşuz. Yeni baştan okumayı düşünmemişiz hayat denilen kitabı. Zevklerimizi, renklerimizi, heyecanlarımızı, kaygılarımızı, üzüntülerimizi, sevinçlerimizi ele alıp yeni baştan okumamışız. Kendimizi dahi unutmuşuz, ezberlemişiz, yazmışız, çizmişiz ama yeni baştan okumamışız.

Hayatta hiçbir şey için geç kalınmış sayılmaz. Madem nefes alıyoruz, bitmemiştir o zaman. Şimdi yeni bir başlangıç neden olmasın. Hiç olmazsa bugünden başlamalı. Bu sabah, bu saat, bu dakikadan başlamalı. Başlamalı ki, zaman kaybolmasın hayatımızdan. Başlamalı ki, haberimiz olsun yaşadığımızdan…