M. Sarmış: Dedeniz Urfa'ya gelince ne iş yapıyor?
Mahmut Apaydın: Sünnetçilik yapıyor. Herhalde önceden de yaptığı bir iş.
M. Sarmış: Gelelim şekercilik işine…
Mahmut Apaydın: İlkönce babam başlıyor bu işe. Sonra Abdullah amcam, sonra da Abdülkerim amcam.
M. Sarmış: İşte, ailede nasıl başlıyor diye soruyorum?
Mahmut Apaydın: Babam gençken kuru yemişçilik yapan bir Ermeni'nin yanında çalışmaya başlıyor.
Ahmet Apaydın: Ondan önce Koyuncu Pazarında Bakır Ustanın yanında çalışıyor. "Leblebici Bakır" derlerdi. O da kuruyemişçi, ama sonra mesleği bırakıp manav dükkânı açıyor.
Mahmut Apaydın: Babam o Ermeni'nin yanında epey çalışıyor. Adamın oğlu bir gün bir Müslümanla kavga ediyor. Babam da Müslümana arka çıkıyor. Ermeni çocuk babasına gidip, "Ben bir Müslümanla kavga ettim; senin kalfan, bana yardım etmesi gerekirken Müslümana yardım etti." diyor. Ustası babama "Sen ne biçim Ermeni'sin; bir Hristiyan'a değil de Müslümana yardım ediyorsun." deyince, babam da "Ben Ermeni değilim ki, Müslümanım. Tabii ki Müslümana yardım edeceğim." diyor. O zaman ustası diyor ki "Vay! Demek ki biz bugüne kadar koynumuzda yılan beslemişiz." Ve babamı kovuyor.
M. Sarmış: Yani adam o zamana kadar Müslüman olduğunu bilmiyor muymuş?
Mahmut Apaydın: Bilmiyormuş demek. 
M. Sarmış: Ama adı Abdurrahman…
Mahmut Apaydın: Olsun. Bugün bile Türkiye'de çoğu gavurun adı Müslüman adı değil mi?
M. Sarmış: Olabilir diyorsunuz yani. Peki.
(Bu konuyu daha önce kendisiyle yaptığım röportajda Ahmet Apaydın farklı anlatmıştı. O Ermeni ustanın şehir dışında fıstıklığı varmış, yazın birkaç aylığına oraya gider, dükkânı da babasına bırakırmış. Dönüşte onun işi iyi götürdüğünü görünce dükkânı ona devretmiş. Ve demiş ki "Ben iyice yaşlandım Abdurrahman. Bu dükkân benden çok sana yakışıyor. Dükkânın sahibi İnayet Mustafa'ya bundan sonra kirasını sen ödersin, müstecir sen olursun. Hadi hayırlı olsun." Çekip gitmiş. Böylece babası da işinin başına geçmiş. O dükkân, daha sonra uzunca bahsedeceğimiz babasının Mahkemeönü'ndeki ilk dükkânı.
Bu hususu daha sonra Ahmet Apaydın'a açtığımda dedi ki "Benim duyduğum bu. Mahmut o kavga konusunu benimle ilgili bir olayla karıştırmış olabilir. Şöyle ki! Ben küçüktüm. Beş altı yaşlarında filan. Kardeşler Camii'nin altında ufak bir meydan vardı. Onun sağında bir Yahudi evi vardı. Sonra o evde Hacı Rami Görgün oturdu. Yahudiler Urfa'dan gittikten sonra. O Yahudi'nin çocuğunun adı Musa. Benden küçüktü. Gördüğüm zaman kulağından tutardım. "Lan!" derdim, "Söyle bakalım, pisiğin ayağı kaç?" Derdi "Kuyruğunan beş." Bir tene vururdum. Çocukluk işte! Bir gün ben yine öyle yaparken babası görmüş. Manifaturacıydı zannedersem. Geldi kulağımı tutuı, oğlunun da elinden tuttu. Dükkânııza kadar getirdi. Zaten yakın. Babama Arapça olarak bir şeyler söyledi. Yahudiler Urfa'da Arapça konuşurlardı. Beni şikâyet etti. Arapça bildiğim için ben de anlıyorum tabii. Babam bana "Köpek lan, ben sana demiyor muyum karışma bunlara" deyip bana kızmaya başladı. Yahudi babama "Kızma" dedi, "Hebbu'l-heva, küllü seva." Yani ne demek? "Rüzgâr esti, hepimiz bir olduk." Bunun üzerine babam kızdı kendisine ve "Sus lan köpek!" diyerek kovdu. O da çekti gitti."
"Babanız niye kızdı? O sözde ne var ki?" diye sorunca da "Hepimiz bir olduk demekle bizi de Yahudi sınıfına sokmuş olduğu için." dedi.
İçinde o döneme dair önemli ipuçları olduğu için her ikisinin de söylediklerini almayı uygun gördüm.)
Mahmut Apaydın: Eskiden Arasa Hamamı'nın yanında Abamor Hanı vardı. Yağ falan satarlardı. Onun yanında Müslüman bir kuruyemişçi varmış. Babam gitmiş onunla ortak olmuş. Daha sonra ortağı dükkânı kendisine devretmiş. "Ben artık bu mesleği yapmayacağım." demiş. Babam böylece tek başına kuruyemişçilik yapmaya başlamış. Daha sonra büyük amcam Abdullah da kuruyemişçiliğe başlamış.
Ahmet Apaydın: Abdullah amcam, "Annepçilerin Durak" diye biri var, o da şekerci, onun yanında çalışıyor, o da işi oradan öğrenmiş. Sonra onun kızını da almış. Arap Meydanı'na giderken "Hacoğlugilin Tetirbesi" vardır, Annepçilerin Durak'ın evi oradaydı. Amcam da içgüveysi olarak giriyor o eve.
Mahmut Apaydın: Gümrük muhafaza memuru olan Abdülkerim amcam da daha sonra memuriyeti bırakıp kuruyemişçiliğe başlamış. Sonra babamla ortak olmuşlar. İki dükkânımız oluyor. Biri Mahkemeönü'nde, diğeri Sarayönü'nde…
M. Sarmış: Arada bir soru sorayım. Bugün Yıldız Meydanı dediğimiz yere eskiden Mahkemeönü deniliyor. Urfa ağzıyla söyleyecek olursak "Mehkemeögi". Nereden geliyor bu isim?
Mahmut Apaydın: Ulu Cami'nin güney doğusunda, şimdi müftülüğe bağlı bir yer var. Eyyubi Medresesi… Cumhuriyet döneminde ilkokul yapılmış. Atatürk İlkokulu. Orası daha önce bir ara mahkeme binası olarak kullanılmış. O yüzden o mıntıkaya "Mahkemeönü" demişler. Galiba şimdi Kur'an kursu olarak kullanılıyor.
Mahmut Apaydın: Orası o zaman meydan değildi. Hamamdı. Yıldız Hamamı…
M. Sarmış: Biliyorum. Sizin dükkân hamamın neresindeydi?
Ahmet Apaydın: Kıbleye ve batıya bakan (güneybatı) köşesindeydi. Atatürk İlkokulunun hemen karşısında. Cephesi Kunduracı Pazarına bakıyordu. Batıdaki kapısı da Atatürk İlkokuluna bakıyordu. Arkası da hamamın külhanı. Yanında başka bir kuru yemişçi dükkânı daha vardı. Şimdi oralar yol olmuş. O zaman çok dar bir yol vardı arada. Çırpı yüklü bir merkep geçemiyordu oradan. Sonra "Şadadı Osman" Urfa'ya şehir otobüsü getirdi. Otobüs oradan geçemediği için dükkânımızı yıktılar.
M. Sarmış: Vali Kadri Eroğan zamanında. 
Ahmet Apaydın: Evet. Bizzat onun tarafından yıkılıyor. Daha öncesini de söyleyeyim.  Biz çok küçükken dükkânımızda yangın çıkmış. Ondan dolayı da yıkılmış.  Ulu Cami'nin güneydoğu köşesinde bir kastel var, yani çeşme (Firuz Bey Çeşmesi). Onun karşısında da Kuyumcu Hacı Emmi var, "Maraşlı Hacı" derlerdi; onun dükkânı büyük. Tahtayla ortadan bölüp yarısını babamgile veriyor. Geçici olarak orayı kullanıyorlar. Kurtarabildikleri malı orada satmaya çalışıyorlar. O zamanki belediye başkanı Ömer Alay, önceleri yanan yerde yeni bir dükkân yapmaya müsaade etmiyor. Babamın komşusu Eczacı Musa Kâzım Yazgan, Ömer Alay'ın dostu. Bir gün Ömer Alay oradan geçerken çağırıyor. O da gelip oturuyor. Musa Kâzım diyor ki "Bu adamların dükkânları yıkıldı. Tabii böyle devam etmez. Bunlar üç aileler; ne yapacaklar? Müsaade et, kendi dükkânlarını yeniden yapsınlar." Yerin de sahibi "İnayet Mustafa". Hamam da onların. Onların evleri de Cin Kuyusu'nda. Ömer Alay, "Tamam, yapsınlar, ama biraz uzakta yapsınlar da yol genişlesin." diyor. Bunun üzerine mülk sahibi oraya iki tane dükkân yaptırıyor. Betonarme. Birini "Kambır Şıhe"nin oğluna mı, torununa mı veriyor, onun da adı Şıhe. Sonradan kuyumculuğa başladı. Birini de babamgile… Babamla Abdullah amcama… O zaman cephe mektepten taraf oluyor.
Biri biraz küçük. Babamla büyük amcam orada çalışıyor.
Mahmut Apaydın: Sarayönü'ndekinde de Abdülkerim amcam aynı işi yapıyor.
M. Sarmış: Yusuf Paşa Camii'nin ön tarafında.
Mahmut Apaydın: Evet, Dondurmacı Zeki'nin bitişiği. Amcam orada iki dükkân alıyor. Birini (kuzeydekini) ambar olarak kullanıyor, diğerinde de kuru yemişçilik yapıyor. Sonra adamın biri gelip "Bu dükkânı, yani depo olanı bana ver" diyor. Amcam da "Yok, verirsem, yarın sen de mesleğimi yaparsın, bana rakip olursun." diyor. Adam "Benim öyle bir niyetim yok." diyor. "Tütün satacağım, un, yağ, yoğurt satacağım." diyor. Amcam da veriyor.
M. Sarmış: O adam "Abıhayat" mı? (Esas adı Mehmet Tahta)
Mahmut Apaydın: Evet. Ama sonra o da kuruyemişçiliğe çeviriyor.
Ahmet Apaydın: Şöyle oluyor. Babamın bir kalfası var, adı Enes, sonra onu kovuyor. O da gidip Abıhayat'a "Dükkânı kuruyemişçiliğe çevirelim; ben işi biliyorum, ortak oluruz." diyor. Abıhayat önce "Olmaz; komşu bize iyilik yaptı; şimdi kendisine rakip mi olalım?" diyor. Öbürü "Sen karışma, bana bırak." diyor, ikna ediyor. Böylece işi kuruyemişçiliğe çeviriyorlar.
Mahmut Apaydın: Biz hem kuruyemişçi idik, hem şekerciydik. Bir iki şey hariç her şeyin imalatını yapardık. Şekerciliğin daniskasını yapardık. Şeker, lokum, çikolata, sakız… Şeker işlerini evde yapardık. Kuru yemişleri de dükkânımızın arka tarafında yapardık. 
M. Sarmış: Hatırlıyorum, bazen leblebi alacağımız zaman arkadan getirirdiniz, sıcacık olurdu. 
Mahmut Apaydın: Bazen onları da evde yaptığımız olurdu. Ertesi gün ne yapacaksak, geceden hazırlamaya başlardık, sabahleyin de gelip kavururduk. Leblebi, leblebi şekeri, fındık, fıstık, artık ne lazımsa…
M. Sarmış: Babanız Ermeni ustadan, siz babanızdan öğrendiniz.
Mahmut Apaydın: Evet. Komşumuz ise sadece satış yapardı, ama imalat nedir bilmezdi.
M. Sarmış: Onlar da sizden mi alırdı?
Mahmut Apaydın: Yok, bizden almazlardı, dışarıdan getirirlerdi.