M. Sarmış: Hemen hemen her röportajda karşıma Urfa'daki gayrimüslimler konusu çıkıyor. İşte Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler… Yahudiler 1950'lere doğru Urfa'dan ayrılmışlar. Sizin çocukluk yıllarınıza denk geliyor. Onlara dair bildiğiniz bir şeyler var mı?
Ahmet Apaydın: Et Balık'ın oralara Yahudi Mahallesi denirdi. Çakeri Camii'nin civarı. Yahudiler daha çok orada yaşardı. Bir aile Müslüman oluyor.
M. Sarmış: O olayı biliyorum. İsrail'den gelen birileri tarafından öldürüldükleri söyleniyor.
Ahmet Apaydın: Kendi komşuları duvardan iniyorlar, öldürüyorlar.
M. Sarmış: Öldürenlerle ilgili olarak farklı görüşler de var; siz komşularının öldürdüğünü mü söylüyorsunuz?
Ahmet Apaydın: Evet. Yahudi komşuları öldürüyor.
M. Sarmış: Niçin?
Ahmet Apaydın: Müslüman oldukları için. Aileden bir tane çocuk kurtuluyor. İsmail (Esmeray)…
M. Sarmış: Siz onunla tanıştınız mı?
Ahmet Apaydın: Evet, tanıştım. O, o gece evde değil. Geliyor bakıyor ki her taraf kan içinde. Bütün ailesi ölmüş. Kaçıyor evden, bağırıyor, çağırıyor. Kendisine Müslümanlığı tavsiye eden aileye gidiyor, olayı anlatıyor. Zaten kısa süre sonra bütün Yahudiler Urfa'yı terk ediyor.
Mahmut Apaydın: En son giden Yahudi evini de ben hatırlıyorum. Ulu Cami'den aşağıya doğru inerken Kunduracı Pazarına varmadan önce sağ tarafta, o zaman oralar dükkân değildi, hep evdi. Onlardan biri de demek ki Yahudilere aitti. O gün o Yahudi'nin evini bir kamyona yüklüyorlardı. Hayal meyal hatırlıyorum. Artık İstanbul'a mı gitti, İsrail'e mi gitti, bilmiyorum.
Ahmet Apaydın: Urfa'nın güney tarafı Yahudi Mahallesi, Büyük Yol tarafı da Ermeni Mahallesi…
M. Sarmış: Ermeniler ve Süryaniler çok önceden gitmişler. Birinci Dünya Savaşının sonunda… Ermeni kimliği ile birkaç kişi kalmış.
Mahmut Apaydın: Onlardan biri Vanes (Ohannes Moripek). Doktor diye geçinirdi. Çok adamı sağır etti, çok adamı da kör etti. Güya tedavi ediyordu, ama öyle bir zararı oldu. 

M. Sarmış: Bazılarının da Müslüman kimliği alarak Urfa'da kaldıkları söyleniyor. Tabii samimi Müslüman olanları varmış, eski inancını sürdürdüğü halde korkusundan Müslüman olduğunu söyleyenler varmış. İşte halk arasında "dönme" diyorlar.
Mahmut Apaydın: Ben var olduklarını biliyorum. İslam ismi de almışlar ki tanınmasınlar. Fakat isimlerini vermek doğru değil.

Ahmet Apaydın: Dergâh'ın önünde bir garaj vardı. Orada otobüs, minibüs işleri ile uğraşan biri vardı. İsmi İ…, soy ismini  hatırlamıyorum. Lakabı "…". Bizim bitişik komşumuzdu. Bir gün evimizde inşaat vardı. Amcam iki oda bir eyvan yaptırıyordu. Dışarıdan ışık alsın diye odanın birindeki "camhana"nın içine, küçük bir pencere açtırmıştı. Bir gün kapımız çalındı. Ben evdeydim. Anam dedi ki "Git bak hele, kimdir?" Gittim, baktım, İ… Emmi. "Döndügil" derdik biz onlara. Namaza gidiyordu. Müslümandılar yani. "Buyrın Heci Emmi!" dedim. "Babay evde mi?" dedi. Dedim "Yoh, tükende (dükkânda)." Dedi "Babay gelirse dersen ki Hecı Emmi geldi; "O pencereyi kapatsın." dedi. "Avratlar konışırken sesleri zuvağa (sokağa) gelir." "Tamam" dedim. Akşam babam gelince "İ… Emmi geldi, bele bele söledi." dedim. "Tamam" dedi babam. İnşaat ustası Sofu Ali Emmi, babamgilin sıra arkadaşı. Ona söyledi. O da "Ya sabır ya Allah, kapadah." dedi ve kapattı.
M. Sarmış: Siz onlara "Döndügil" diyorsunuz.
Ahmet Apaydın: Evet. Mahallemizde birkaç aile daha vardı. Hepsine "Döndügil" derdik. Sarayönü'nde terzilik yapan biri vardı. Dergah'ın ön tarafındaki bahçeye Mecme'l-Behr derdik, bir tanesi orada nakliye makliye işi ile uğraşırdı. Gümrük Hanı'nın oralarda çok dönme "bezzaz" vardı. Hepsinin Müslüman olduklarını söylerlerdi.
M. Sarmış: Eyvallah! Milletin kökü kökeni bizi ilgilendirmez. Benim derdim, Urfa'nın yakın tarihi için kırıntı kabilinden de olsa malzeme toplamak.
Mahmut Apaydın: Benim anlatmak istediğim iki hatıram daha var.
M. Sarmış: Tabii, buyurun.
Mahmut Apaydın: Bir gün bir bayram tebriki aldım. Profesör Abdülkadir Karahan göndermiş. Zarfın üstüne sadece "Mahmut Apaydın, Urfa'nın tanınmış şahsiyetlerinden, Urfa." diye yazmış. Bu kadar. İstanbul'dan bir arkadaşım var, adı Mehmet Devecioğlu. O sırada Urfa'ya gelmişti. O zarfı görünce "Yahu bu mektup seni nasıl buldu?" dedi. "Üzerinde hiç adres yok." Dedim İstanbul'a ne zaman gideceksin?" Dedi "Üç dört gün sonra." Dedim "Gittiğin zaman zarfın üzerine Mahmut Apaydın, Urfa yaz, başka hiçbir şey yazma, yeter." Dedi "Tamam." Bir bayram tebriki almış. Üzerine de sadece dediğim gibi yazmış. Geldi beni buldu. Arkadaşım 10-15 gün sonra Urfa'ya geldiği zaman zarfı önüne indirdim. Çok şaşırdı. 

İkinci hatıram da şöyle. Tülmen'den evlendiğimi söylemiştim. Kayınbabam Osman Rızvanoğlu. Urfa'da ayrı bir Rızvanoğlu daha var, onlardan değil. Onlar Arap. Kayın babam Tülmen'in muhtarıydı. Bir oğlu deliydi. Yeni evlendiğim sıralarda, bir gün kayınbabam bana dedi ki "Al bu kayınbiraderini, dedene götür." Dedem de, daha önce bahsetmiştim, Ergani'de yaşıyor, büyük bir âlim. Üç beş kişinin zapt edemediği delileri beş dakikada akıllı ederdi. Dedim "Tamam, götüreyim." O sırada Urfa'da Reha adıyla kuru kahve imal ediyorum. Ergani'de bir müşterim var, bana kahve siparişi vermişti. Kaynımı götürürken kahveyi de götüreyim dedim. Otobüse bindik, Diyarbakır'da indik. Bir taksi tuttum. Gelmesini bekliyorum. Bir baktım kaynım kayboldu. Az sonra bir bekçi geldi yanıma. "Burada ne duruyorsun?" dedi. Dedim "Taksi bekliyorum." "Kaçakçısın değil mi?" dedi. "Ne kaçakçısı?" dedim. Dedi "O çuvaldaki nedir?" Dedim "Kahve." Dedi "Kaçak değil mi?" "Yok" dedim. "Faturası var mı?" dedi. "Var" dedim. Çıkarıp gösterdim. "Niye bana kaçakçı dedin?" dedim. "Yahu!" dedi, "Biraz önce buradan bir adam geçti. Bana "Orada bir kaçakçı var, git yakala." dedi. Kayınbiraderime bak. Durumu anlattım. Adam "Kusura bakma." dedi, çekip gitti.
M. Sarmış: Bir de adama deli diyorsunuz…
Mahmut Apaydın: He ya! Bizim deli dediğimiz adama bak, neler yapıyor? Sadece o da değil. Neyse, baktım geldi, ben sesimi çıkarmadım. Taksiye, bindik, yola çıktık. Ergani'nin girişinde yol çalışmaları var. Caddeye girmek mümkün değil. Her taraf kaldırım taşlarıyla dolu. Arabadan indim, kahve çuvalını sırtıma aldım. Bir baktım araba hareket etti. Ulan aman duman! Ne yaptımsa durmadı. Kaynım içinde olduğu halde hızla uzaklaştı. Yapılacak bir şey yok. Çar naçar kahve çuvalı sırtımda gece saat 1, 1 buçuk dedemgile ulaştım. Olanı biteni anlattım. O gece orada yattım. Ertesi gün kahveyi müşteriye teslim ettim. Dedemle ninemle vedalaştım. Diyarbakır'a döndüm. Bizi Ergani'ye götüren taksiciyi buldum. Kaynımı kaçırdı diye vuracağım kendisini. "Bana dua et yav!" dedi. "Ne duası lan?" dedim. Dedi "Seni katil olmaktan kurtardım." "Ne katili lan?" dedim. Dedi "Sen o adamı oraya öldürmek için götürmüşsün. Bana öyle söyledi. "Allah rızası için beni bu adamdan kurtar." dedi. Kötü mü ettim? Seni katil olmaktan kurtardım." Bak hele, deli sözü mü bu?

M. Sarmış: Acayip bir adammış. Ne oldu peki?
Mahmut Apaydın: Diyarbakır'dan Tülmen'e kadar yaya olarak gidiyor. Ben de Urfa'ya gelince gidip kayınbabama durumu anlattım. "Hal mesele böyle böyle…" Çok deliydi Mehmet, çok. Babasını öldürmeye bile kalkıyordu. 
M. Sarmış: Öldü mü?
Mahmut Apaydın: He ya, çok oldu öleli. Üç kaynım vardı, üçü de genç yaşta öldü. Biri bu, deli olan. Biri suda boğuldu. Üçüncüsü de genç yaşta öldü.
M. Sarmış: Bu arada yenge hanım yaşıyor mu?
Mahmut Apaydın: Evet, evet. Onun da bir ayağı doktorda. Benim de bir ayağım doktorda. Sıraya girmişiz. Arkamda sekiz milyar insan var. Önümde de bilet satan bir gişe var. Yalnız benimle gişenin arasında kaç kişi var, onu bilmiyorum. Adım adım gişeye doğru gidiyorum. Artık sıra bana ne zaman gelirse…
M. Sarmış: Allah hayırlı ömürler versin. Vakti nasıl geçiriyorsunuz peki?
Mahmut Apaydın: Gece çok geç yatıyorum. Uykum gelmiyor. Sabah ezanına bir iki saat kala uykum geliyor. Yataktayım, ama uyuyamıyorum. Bir de bende prostat var, bir iki saatte bir tuvalete çıkıyorum. Bir arkadaşım var, gece beni alıp götürüyor. Tanıdığımız bir markete gidiyoruz. Sohbet ediyoruz. Saat 12.00 civarı dönüyoruz.
M. Sarmış: Her gece mi?
Mahmut Apaydın: Her gece değil, ama haftanın çok gecesi. Evden oraya giderken yatsı namazını kılıyorum, "vitir"i kasten kılmıyorum. Oradan dönüşte kılıyorum ki abdestli yatayım. Sabah namazından sonra bir saat, bir buçuk saat uyuyorum. Yengen beni kaldırıyor. "Kalk, kahvaltı hazır." diyor. Kahvaltıdan sonra ben tekrar gidip yatıyorum. Saat 10 buçuk, 11 civarı, hanım tekrar beni kaldırıyor, "Kalk, kahve hazır." diyor. Kahveyi beraber içiyoruz. Öğle namazını beklemeden gazeteciye gidiyorum. Milli Gazete'yi alıyorum.
M. Sarmış: Bayiden alıyorsunuz…
Mahmut Apaydın: Bayiden alıyorum. Eskiden dağıtıcı vardı. Milli Gazete onu iptal etti. Niye iptal etti? 7 liraya satarken gazeteye 1 lira 90 kuruş gidiyor. Her tarafı zarar yani. Bunun kâğıdı neredeyse 5 lira. Ben de Urfa'yı alt üst ettim; Milli Gazete satan yok. Birkaç yere ısrar ettim, getirmediler. Sonra bu adama gittim. Dedim ki "Milli Gazete getir. Parası da peşin." Üç gazete getiriyor. Birini satmadan benim için ayırıyor. Ben bir aylık gazetenin parasını peşin olarak veriyorum. Her gün evden çıkıp otobüsle eski Vilayet'in oraya gidiyorum, köşedeki bayiden gazetemi alıyorum, sonra tekrar otobüse binip buraya geliyorum. Öğlen namazımı burada kılıyorum. Yemek geliyor, yemeğimi yiyorum. İkindiyi de çok zaman burada kılıyorum. İkindiden sonra pazara gitmem lazımsa gidiyorum, arkadaş ziyaretine veya başka yere gitmem lazımsa gidiyorum. En son eve gidiyorum. Başka bir yere gitmiyorsam ikindiyi burada kılıp eve gidiyorum. Bazen de ikindi namazından 15-20 dakika önce çıkıp eve gidiyorum, hanımla beraber namaz kılmak için. Her sabah namazını da cemaatle kılıyoruz. Tek namazımız yok.

M. Sarmış: Tarikat işleri devam ediyor mu? Yani evrat, zikir, diğer vazifeler…
Mahmut Apaydın: Ediyor. Sıra gecesi gibi cuma geceleri devam ediyor. 
M. Sarmış: Peki abiler. İkiniz de maşallah hem bedenen, hem zihnen dinçsiniz. Allah sağlık afiyet versin. Yordum sizi. Çok teşekkür ederim.
Mahmut Apaydın: Biz teşekkür ederiz, zahmet verdik size. Ama çok iyi oldu. Hatıralarımız canlandı. Her zaman bekleriz.
-SON-