Sanatı tarif etmeyeceğiz.

Şüphesiz sanatın ne olduğunu ve sanatkârın kimliğinin nasıl oluştuğunu bilmeyenimiz azdı; günümüzde oluşan sapmalarla bu gittikçe çoğaldı.

Sanat, çocuğu eğitmektir, âile ve eğitim yönüyle.

Ne bildiğimiz manada âile kaldı ne eğitim!..

Anneliğinden eser kalmamış anne, babalığını yerine getiremeyen baba, eğitimci olma sıfatını maaşa orantılı bilen eğitimci, edeb ve terbiye yoksunluğuyla şekillenmiş çevre kombinasyonuyla toplum!..

İnsan mı yetiştiriyoruz yoksa test sorularını ezberleyen, üretmekten yoksun, masabaşı maaş alan memur mu?

İnsan olma erdemini yitirdikçe, anne-baba ve çocuk üçgeninde kırılmalar, ayrılıklar, küskünlükler.

Artan cezaevleri, paraya ulaşma için her şeyi mubah gören anlayış, aldatma-kandırmanın olağan hale gelişi, merhametin azalması, acıma mefhumunun ortadan kalkması, herkesin birbirine güvensiz bakması, emanetin ehline verilmemesi,…

Anne-baba ve öğretmen, sanatçı olmaktan çıktı, çıkalı her şey perişan ve sıkıntılı.

İnsanlık, karanlığı aydınlık bileli, aydınlığa herkes düşman kesiliyor.

Doğrularla yanlışlar yer değiştirmiş, durumda.

Sanat, ortaya insana faydalı-yararlı bir eser ortaya çıkarmanın ve de sahibine unvan kazandırmanın ismiydi, bir zamanlar.

*

Mimar, sanatkârdı kıymetinin bilindiği zamanda.

Binlerce senelik yapılar ayakta iken, elli yıllık olanların harap hali ve yıkılması, bize ibret için yetmez mi?

Cendere Köprüsü ayakta kalırken yeni yapılan köprünün ayakları bile sele kapılmış, Adıyaman’da.

Yüzlerce senelik yapı ayakta ve depremlere dayanıklı haliyle dururken, yirmi yıl önce yapılan yapı, ayakta neden durmaz?

Depremlerde olan can telaşı, demir ve çimento eksikliğine dayandırılırken, meslek ahlâkından yoksun-fakir olanlara ne buyrulur?

Mimâr Sinan kimdi?

O, br sanatçı değil miydi?

*

Heykeltraş, sanatkârdı kıymeti bilindiği zaman.

Heykelin sanat kapsamında olanına muhalif değiliz, aslında. Onun ölçüsü, kişinin yetiştiği çevre, aldığı eğitim ile şekillenir.

Bir İtalyan’ı kalkıp İngilizle kıyaslayamayız. Ne yazık ki kendimizi hep batıya endeksli biliriz.

Bir Çinli’nin bu derdi yoktur, aslında.

Biz, kıblegâh olarak batıya yöneleli, her şeylerini taklitle alıp, kendi özgürlüğümüzü ortadan kaldırdık.

Ne onlar bizi benimsedi ne biz onlar gibi olduk.

Her şehrin meydanında önünde kitap okuyan bir çocuk heykelinin olmasını ne kadar isterdim, hayalimde.

Heykeltraşlar, hep bilinen yolda, adeta.

“ Heykel” denince, akla sadece cinsellik, insan objesi mi gelecek?

Zavallı insanlık!..

Üzerine bomba yağdırılan çocukların heykellerini yapsanıza!..

Bu birbirini öldüren insanların eline silah üretip veren kim?

Sanatınız batsın, övündüğünüz teknik medeniyetle birlikte.

Nobeliniz yerin dibine girsin.

Açlıktan ölen, susuzluktan kırılan, çoğu doğarken son nefesini veren çocuklar varken, sizin etik-estetik ölçülerinize…

Sinemalarınızda kahramanlarınızla ülke işgallerine demokrasi getirme yalanına inandırmak için kendi maskelerinize yeni maskeler ekliyorsunuz.

Her öldürdüğünüz insanı meydanda bırakıp, sağ bıraktığınız ölü insanlara “Ders olsun” diye gömmüyorsunuz.

Evinizde beslediğiniz bir evcil hayvana verdiğiniz değerin binde birini dahi bulmaz, insana vereceğiniz kıymet!..

*

Sanata ve sanatkâra dair neler kaldı, hafızamızda?

Yıllarını mesleğine veren sanatkâr sayılmaz oldu, kuşkusuz.

İşinin ehli bir profesör, televizyon ekranında kendisini anlatacak on dakikayı mal varlığının tümünü verse alamaz.

Gördüğümüz oranda profesör sayısı gittikçe artmış.

Her işin birden çok ve çok profesörü var, ülkemizde.

Ondan mıdır, acaba, kendilerine sanatçı denilmemesi?

*

Bir yazar, işini dört dörtlük yapsa, insanlığa değerli hizmetler sunsa…

Üç-beş kuruşu olan kitap basar ve yazar kesilir, bu gün.

Hayaller dünyasında gezdirilen okur, hipnoza uğratılarak roman okuru kesilir.

Dünyasında şiire dair bilgi olmayan, şair ilan edilir.

Araştırmacı-karıştırmacı iç içe girerken at izi ile it izini ayırmak, apayrı bir dert olmuş, başımıza.

Televizyonlarda, radyolarda ve özellikle bizim de bulunduğumuz internet ortamında önüne gelen yazmakta, bizim yazdığımız gibi.

Herkes kendisini bilgili olarak vitrine koyarken, destek bulma arayışında.

Kimisi birbirini allayıp pullandırır, birbirine ödüller verir, çerçevelik belgelerle.

Yazar, sanatçı kimliğini kaybedeli, şairler sayıklamalarını şiir bilmiş oldu.

Yazık!..

*

Kalkıp, sayfalar dolusu yazmaya gerek yok, aslında.

Şarkı ve türkü okuyanlara “ Okuyucu” denirdi, önce.

Şimdiden önce şarkıcı-türkücü idi, isimleri.

Şarkıcı-Türkücü Taîfesi, “ Sanatçı” bilineli, tablodaki manzaranın eksiği tamamlandı.

Sanatçı, mikrofonu eline alarak, çılgınca dansa başlar.

Yaşı yirmileri bulan çocuklar, kendilerinden geçer.

Nihayetinde şarkıcı-türkücü değil, “Sanatçı” kimliğini taşırlar, bazıları.

Neyin sanatı?

Topluma ne kazandırdı, bu isimler?

Eserleri kalıcı mı?

Biz, nasılsak, öyle işte!..

Plâğın tatlı cızırtısının karıştığı muazzam yorumu dinlerken, sanata ve sanatkâra en büyük hakaretin şarkıcı-türkücü kesime sanat yakıştırması olduğunu sanıyorum.

Musıkî alanında “Üstad” ifadesi vardı, dün.

Bu gün tıfıllar, sanatçı olmuş.

Gel de kahrolma!..

Gel de bu çocukların bu duruma neden geldiğini düşünme!..

*

Hepimiz suçluyuz!..

Suçluyuz, Sevgili Okur!..