İçimde hep tuhaf bir korkuyla yaşıyorum. Düşmekten korkuyorum. Kendime düşmekten, kendimden düşmekten… Kendime gitmekten korkuyorum mesela, kendimden gitmekten, uzağa, en uzağa düşmekten... Aklımın ücralarında hep bu korkular beni işgal etmiş, duruyor öylece. Beni bir bıçak gibi kesiyor boydan boya. Kesiyor boydan boya ama bir türlü çıkmıyor içim dışıma. Dışım içimi ele vermiyor, veremiyor. Beni bana saklıyor, beni bende gizledikçe gizliyor.

Öyle korkuyorum ki sebepsiz bu korkudan, ruhum öyle yoruluyor ki bu korku zamanlarında; ben bile bir anlam bulamıyorum ne kendime, ne de içimde büyüyen bu korkulara. Bütün mevsimler sonbahar sanki. Bütün zamanlar karanlık ve gece, bütün sayfalar boş ve siyah, bütün renkler derin bir griden koyu bir griye evrilmek üzere. Saatler durmuş bir halde öylece yerinde tıkırdıyor. Bütün çocuklar suskun ve düşünceli, bütün kadınlar yorgun ve derinden yaralı, bütün bulutlar küskün yekdiğerine.

Sanki her şey bir muammadan müteşekkil. Sanki her şey garip bir rüyanın sonsuz derinliğinde. Hayat bambaşka bir hayatın içinde gizlenmiş gibi kısacık ve naif. Yaşadığımız her şey bir rüyadan uyanmanın tuhaf kekremsiliğinde. Yaşanılan şeyler bir yaşanmayı daha gerektirecek kıvamda. Bu rüyanın zorunlu kiracılığını üstlenmiş gibi duruyoruz sanki. Bir rüyaya gizlenmiş hayatın vehim ve korkularla dolu garip bir oyuncusundan yok herhangi bir farkımız.

Dünyayı bir misafirhane gibi algılamaktan uzağa düşmüşüz. Bir rüya gibi düşünmüyoruz sanki hayatı. Bir varız bir yokuz demiyoruz, diyemiyoruz. Garip bir diyarın, bu dünyanın kucağında sonu hesap etmeden debelenip durmaktayız sadece. Oysa bu diyar bir hapis, bir garip oyundur, oyalanmadır ama ne hikmetse akledemiyoruz. Sözcükler, bakışlar, sitemler nasıl da dolduruyor dünyamızı. Kare bulmaca gibi üstümüze çöküyor sanki hayat. Yukarıdan aşağı tutunca soldan sağa tutmuyor, soldan sağa yanlış çıkınca yukarıdan aşağı da bir yanlışın içinde kıvranıp duruyor.

Korkuyorum işte. Bütün yanlışlar beni bulacak gibi duruyor uzaklarda. Alnımın ortasına kocaman bir çarpı vurulacak gibi korkuyorum. Düşmekten ve bir daha ayağa kalkamamaktan korkuyorum. Düştükten sonra toparlanamamaktan, gittikten sonra dönememekten, dönünce hiçbir şeyi eskisi gibi görememekten korkuyorum.

Yaşamak fiili korkutuyor artık. Dünya çoktandır yaşanılır olmaktan çıkmış gibi. Havada esen rüzgar, ötelerde batmaya hazırlanan güneş, ormanlara gizlenen münzevi ağaçlar, yağmuru bağrında tutan bulut her biri ayrı ayrı içimdeki korkuyu alıp içime, en derine saplıyor gibi.

İtiraf ediyorum: Tuhaf bir korku var içimde. Uykunun kollarında, rüyada, rüyadan öte bir yoklukta büyütüyorum bu garip bedenimi. Bir varlık ve bir yokluk içinde büyüyor korkularım. Düşmekten korkuyorum. Kendime düşmekten, kendimden düşmekten. Kendime gitmekten korkuyorum mesela, kendimden gitmekten, uzağa, en uzağa düşmekten...