ALTINCI BÖLÜM

M. Sarmış: Mağazanın girişinde gördüm; camekânların içinde küçük bir kuyumculuk müzeniz var. Önünde de fotoğraflar var; altında, "Birinci Kuşak, İkinci Kuşak, Üçüncü Kuşak" diye yazılı. Birinci kuşak babanız, o vefat etti. Siz ikinci kuşaksınız, Allah size hayırlı ömürler versin. Çocuklarınız da üçüncü kuşak; onlar da okudukları okulları ve mesleklerini bıraktılar, burada sizinle beraber baba mesleğini devam ettiriyorlar. Herhalde, bunun böyle nesiller boyunca devam etmesini umuyorsunuz, diliyorsunuz?

A. Ayoğlu: Yani evet… Tabii yarının sahibi Allah, ama benim öyle bir hayalim var.

M. Sarmış: Babanız daha sağlığında işleri size devretmiş. Uzun zamandır siz yürütüyorsunuz. Anladığım kadarıyla bir hayli de büyütmüşsünüz.

A. Ayoğlu: Öyle oldu. Daha önce söylemiştim; bunda benim öğretmenlik tecrübemin etkisi çok oldu. Allah da yürü kulum deyince işlerim patladı. Önceki dükkânımız küçücüktü, kiracıydık. Bazen uzun kuyruklar oluşuyordu önünde. Sonra ben burayı aldım. Gördüğünüz gibi epey büyük sayılır, iki katlı; daha sonra beraber bakarız, birkaç dükkân üstteki sokakta ayrıca bir atölyemiz var.

Böyle olunca, isim vermeyeyim diğer kuyumcular şaşkınlıklarını gizleyemezlerdi. Babamdan sonra işe gelince beni "tagelme", yani üvey gibi gördüler. "Öğretmen bu işlerden ne anlar?" dediler. "Ne yapıyor ki, işleri bu kadar çok? Bizse müşteri bulamıyoruz." falan filan…

Hâlbuki babam Urfa'nın en eski kuyumcularından biri. Ben küçükkenden beri yanında yetişmiştim. Evet, üretimi bilmiyorum, ama işi biliyorum. Nitekim işler açılınca da öğretmenlikten istifa ettiğimi söylemiştim. Elde sermaye birikince inşaat işine de girdim. Bizimkisi bir çeşit mucize. Neler neler oldu? Hiç beklemediğimiz tesadüfler, tevafuklar oldu. Her şey denk geldi. Hepsini ana baba duasına bağlıyorum.

Bir de tabii şu var: Ne kadar günahkâr olursanız olun, bir de kırmızı çizgiler vardır. Allah demiş ki "Vakıftan uzak durun." "Faizden uzak durun." Bizim kırmızı çizgilerimiz bunlar hocam. İnsanlara iyilik yapmayı seviyorum. Kalkındığım gibi kalkındırmayı seviyorum. Fakat bazen orada vefasızlık görüyorum, o zaman da nefret ediyorum. Kırılıyorum. Gideyim buralardan diyorum.

M. Sarmış: Son olarak İstanbul'da da bir iş yeri açtınız. Allah bereket versin.

A. Ayoğlu: Öyle oldu. Allah razı olsun.

M. Sarmış: Geçmişi konuştuk, bundan sonra biraz da Urfa'nın günümüzdeki kuyumculuğunu konuşalım istiyorum. Kısa kısa olsun. Mesela Urfa'da Kuyumcular Odasına kayıtlı olup da kuyumculuk yapan kaç kişi var?

A. Ayoğlu: Eskiden kuyumcuların hepsi Urfa merkezde ve bu civarda idi. İlçelerde kuyumcu yoktu. Şimdi her tarafta var. Sadece Eyyübiye'de 30-40 kuyumcudan bahsediyorlar; oradaki dükkânlar buradan pahalı. Tahmin ederim Urfa'daki dükkân sayısı 300'ün üzerindedir. Derneğe kayıtlı olanların sayısı daha fazladır. Bazıları sonradan bırakıyor. Fakat atölye sayısı çok az. Çalışır durumda olan 10 atölye ancak vardır. Son zamanlarda çok geri gitti, çok azaldı.

M. Sarmış: Niçin geriledi?

A. Ayoğlu: Makineleşme ve sanayileşmede geri kaldık. Urfa'nın dışında neler yapılabilir diye düşünemedik. Urfa'nın sınırları içerisinde kaldık. Urfa'daki kuyumcuların vitrinlerini dolaşın, üç kalem ürün görürsünüz; akıtma, frenk bağı, kordon... Son zamanlarda frenk bağının yerini "madonna" almaya başladı. Kordon da yerini "halat"a kaptırdı. Urfa kordonunun esası "Halep kordonu"dur, pullu zincirdir. Eskiden her geline ondan alırlardı; şimdikiler halat istiyor. Bizim atölyelerimizde de mecburen bunlar üretiliyor; frenk bağı, madonna, kordon, halat ve akıtma… Kendini yenileyemeyince sonuç bu… Kuyumculuğun ustası Urfa'da on tane çalışır atölye yok. Maalesef durum bu. Fakat şimdi biz atölyemizle bir yola çıktık. Eğer bize destek olunsa biz Urfa'da çığır açarız.

M. Sarmış: Nasıl bir destekten söz ediyorsunuz?

A. Ayoğlu: Şöyle izah edeyim. Bam teline dokunmuş olmayayım, ama biz Urfa'nın has be has işletmesiyiz. Her şeyimizi bu memlekete hizmet ederek kazandık, çok şükür. Ama başarılı olan insanın tepelendiğini de göz ardı etmek mümkün değil. Urfa'da maalesef ucuz hizmet, kaliteli hizmetten daha çok talep görüyor. Bu şartlarda üretimhaneler ve atölyeler arasında ciddi bir rekabet oluşuyor ve fiyatlarımızı en asgariye çekmek zorunda kalıyoruz. Bu şartlarda kazanç olmayınca başarı da olmuyor. Haliyle çoğu ustalarımız isteksiz çalışıyor. İstek, ihtiras ve enerji uyuşmayınca malum başarı olumsuz etkileniyor. Urfa'nın yönetiminden de reklam desteği yok; öne çıkarmak, teşvik etmek yok. Dolayısıyla kendi şartlarımızla bir yerlere gelmeye çalışıyoruz. Kendi oluşturduğumuz Instagram hesabıyla kendimizi Türkiye'ye tanıtmak zorunda kalıyoruz. Tabii yüzde 40 başarılı oluyoruz. Ama şehrimizin desteğini göremiyoruz.

M. Sarmış: Bu madonna dediğiniz Urfa'ya mahsus bir şey mi, dışarıdan mı geldi?

A. Ayoğlu: Urfa'da üretiliyor, ama esas Hindistan'dan geldi.

M. Sarmış: Adı şu meşhur Amerikalı şarkıcıdan mı geliyor?

A. Ayoğlu: Çocuklarımdan aldığım bilgiye göre şarkıcı Madonna bir konserinde bu takıyı takıp tanıtım yapmış. İsmi de ondan sonra "Madonna Gerdanlığı" olarak kalmış. Kısaca "madonna" deniliyor.

M. Sarmış: "Urfa takıları niçin Halep'e benziyor?" diye soracaktım. Bunun cevabını almış oldum.

A. Ayoğlu: Evet. Çünkü Halepli ustalar öğretmiş. Bir de Urfa'da kuyumculuk yokken Urfalılar gidip oradan alış veriş yapmışlar. Herkes birbirinden görmüş, beğenmiş, onlar da istemiş. Böyle böyle Halep takıları benimsenmiş.