Kamil insan, yanlış algının etkisinden ateşten kaçarcasına kaçar. Yanlış bir algıya sahip olan kişi anlayış olarak attığı ilk adımı yanlış atmış olur ve yanlışlıklar birbirini takip eder. Bu yanlışlıkları hakikat telakki eder ve öyle savunur. İnsan bu yanlış algılarının etkisinde kalır. İnsan yanlış yönlendirilmeye müsait bir zemindedir.

Bunun için insan kendisi ile yetinmemelidir. Kendisini danıştırmalıdır. Hakikat bildiği ve savunduğu değerleri danıştırmalıdır. Kendisine yön veren kişiyi, savunduğu hakikati, seçtiği yaşam tarzını ve oluşan algıyı, hikmet ve ilim ehline danıştırmalıdır. Kuran bize öğüt verirken şöyle buyurur: 'Her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır'.(Yusuf 76) Doğru bildiğimiz bilgiler yanlış da olabilir. Doğrularımızı danıştırmadığımızda kötüye hizmet etmemize sebep olabilir.

Ulusal paradigmanın çöktüğünü ve batıda çöpe atıldığını biliyoruz. Türkiye bu paradigma üzerine temelleri atıldı. Bu temel üzerine vatandaşlar eğitildi. Bu eğitimin bir ürünü olan kişiler oldu. İster istemez bu bilinçle halkın büyük bölümünü etkisi altına aldı. Bu yanlış ve hastalıklı algı, beraberinde birçok sorunları getirdi. Bu sorunların en barizi Kürt sorunudur…

Bu sorun topluma birçok bedeller ödetmiştir. Ulusçuluğun bize kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Bu sorunu art niyeti olanlar kaşımak istediklerinde, toplumda basit nedenlerle kaos oluşabilir. Ulusçuluğun yol açtıklarından birisi de faşistliktir, kendisinden başkasını kötü görüp, ötekileştirmektir. Kafataşçılıktır…

Bölgeci olan kişi, farkındalık bilinciyle davranmaz; insaniyeti ve adaleti bölgesi ile sınırlandırır, fazileti sadece topraklarının sınırları içinde yaşayanlar için geçerli görür. Hepimizin malumu olan Suriye'deki iç çatışmalardan kaçanların büyük bölümü Urfa'ya hicret ettiler. Biz de Ensar olduk. Ağırladık. Hayır sahipleri yardımlarını çoğunlukla yardım kuruluşları üzerinden ulaştırmaya çalışıyorlar. Kendilerine yakışanı yaptılar ve yapıyorlar.

Misafirin misafirliği uzun olursa yaklaşımımız, davranışımız değişir mi? Değişmemelidir. Daha makul çözümler bulup sorunları çözmeliyiz.

Bu sorunlardan birisi Muhacirleri ötekileştirmektir. Kara propaganda yapıp Suriyelileri potansiyel bir suçlu ilan etmek. Bir kişinin işlemiş olduğu suçu genelleştirmek çok yanlıştır. Ya da bunlar iş alanımızı daraltır, ekmeğimizi elimizden aldılar gibi dedikodular... Yanlış anlaşılmaya mahal bırakmadan söyleyeyim ki, ben bütün Suriyelilerin temiz olduklarını söylemiyorum. Elbette ki kirli olanlar da var. Ama genelleştirmeye karşı olmamız gerektiğine inanıyorum. Yukarda ulusçuluğun nasıl kötü bir mikrop olduğuna değinmiştik. Bu ulusçuluk, bölgecilik hastalığı bize bulaşmışsa insanları çabuk harcarız. Bir kişinin değerli olması için bizim topraktan olmalıdır, diyorsak bu tuzağın ta ortasındayız. Bu tuzaktan çıkmanın yolu bilenlere, ilim ehline danışmaktır. Bilmiyoruz anlamına gelmez benim söylediklerim. Danışmaktır söylemek istediğim. Ulusçuluk, Irkçılık, bölgecilik, batının bize sunduğu zehirli bir bal şerbetidir.

Yazımı karşılaştığım bir anekdotla bitirmek istiyorum: Suriyeli bir anne çocuğunu savaş esnasında kaybetmiş, ailesinin bir kısmından haber alamıyor, Suriye'deki evini rejim güçleri bombardıman esnasında yerle bir etmiş. Her bir Suriyelinin anlatacak acıklı bir hikayesi vardır. Bu anne de onlardan biridir.

Evet, sorduk: Nasıl buldunuz Türkiye'yi ve insanları; memnun musunuz? Söylemek istemese de, dert söyletir, derler ya, öyle bir hal içinde söyledi: Zaruri bir ihtiyaç olmadıkça dışarı çıkamıyorum. Nedenine gelince arkamdan Surii Surii diye bağırmaları beni yıpratıyor, acıma bir acı daha katıyor. Bizi aşağılıyorlar. Biz de insanız bizim de izzetimiz şerefimiz var. Bu duruma düştükse, aşağılanmayı hak etmiyoruz. Evimizi, çocuklarımızı, kariyerimizi, statümüzü kaybettik, amma izzetimizi çiğnetmemek için Türkiye'ye geldik. Korunuruz diye sığındık.

Biz bir ümmetiz; ne sınırlar, ne ırklar ne de mezhepler bizi ayrıştırmamalıdır. Farklılıkların bir arada yaşandığı bir ümmetin fertleriyiz. Ne oldu bize ki, batının kokuşmuş sisteminin algısından kurtulamıyoruz?