Eskiden bizim yöremizde doğum tarihleri nüfus cüzdanlarıyla değil de, doğduğu gün o yıl ve o ay meydana gelmiş olaylar baz alınırdı. Kıtlık senesi, Büyük kar senesi, güneşin, ayın tutulduğu sene vesaire…İşte böyle bir olaylar konuşulurken; yaşlı adamın biri yaşını anlatırken 'ben kıtlık senesinde doğmuşum.' demiş. Orada duran adamın birine de yaşı sorulur. Adam da 'bende kıtlık senesinin adamayım' demiş. Anılarını tazelemişler. Bunlara fırsat vermeyen orada bulunan ve onları dinleyen genç biri 'bende kıtlık senesi doğmuşum' deyince, orada bulunanlar onun yüzüne bakıp hayretlerini gizleyemezler; 'senin yaşın başın ne ki kıtlık senesi doğduğunu söylüyorsun' deyince o da 'yaho ben ömrümde evimde bir çuval buğday görmedim ki. Bizde daima kıtlıktır' der. Deprem, sel felaketi zarar verir ama hiçbiri kıtlık yapmaz. Mevsim kurak geçtiği yıl, buğday gelmez harman yerleri boştur işte kıtlık kıran o yıldır.

Buğday 'alaf' (her ne kadar hayvan yemine deniliyorsa da, bunu satanlarda aynı isimle anılırlar) denilen buğday komisyoncularında satın alındıktan sonra, evlerde, elenir, savrulur, taştan topraktan ayıklanır, yıkanır, temizlenir, çuvallanır ve eşiğin sırtına vurularak değirmene gönderilirdi. Un olup geri dönerdi. İnancımız ve yaşamımızın gereği sağlayan kutsallık seviyesinde buğdaya değer verilir. Buğday, un ve ekmek alın terinin üretimidir.

Sonbaharla tarlalar ekilir. Kışla herkes hazırlığını görür. Baharla birlikte umutlar yeşerir. Yaz sabırsızlıkla beklenir. Sararmış başaklar biçilir, tarladan çeşitli şekilde harman yerine gelir. Bin bir meşakkatle kabuğundan ayrılır. Siz bakmayın bu günkü modern tekniklere. Ellerle, orakla biçilip tırmıkla toplandığı kucak kucak yığıldığı günleri bir görebilseydiniz? Harman yerinde bir çift öküzle ya da bir atla döven buğdaylar üzerinde gezdirilir. Sapla buğday birbirinden ayrılır. Bu kez rüzgara savurma zamanı beklenir.

Buğday çuvallanıp değirmene gönderilirdi. Bir zamanlar bölgemizde su değirmeleri, sonraları jeneratörlerle çalışılan değirmenlerde 'un' olup gelirdi. Oradan da gelinlerin, genç kızların elinde yoğrulur kıvamına getiriler. Yumak olur kağıt gibi açılır, kızgın saçta evrilir çevrilir, aktarılır, pişirilir ve yufka ekmek sofradaki yerini alır. Tüm bu işlemler için yapılanlar, verilen emek, dökülen alın teri buğdayın çeşitli evlerden geçip saygı görmesindendin. Teknolojinin yenilikleri nice kolaylıklar sağladı.

Yerde görüldüğünde saygı duyulur, kaldırılır, öpülür başa taç edilir. Ekmeğin üzerine (ekmek çarpsın ) diyerek ona gösterilen saygı ve ona verilen kutsiyetin ifadesidir. Yerlerde görülen ekmek kırıntıları yüksekçe bir yere bırakılır ki ayakaltında kalmasın. Ne bu kadar ekmek israfı vardı ne çöplüklere ekmek dökülürdü. Buğdaya olan saygıya binaen buğday tarlasına köylerde kimse çıkmaz. İhtiyaçlarını gidermezdi.

Rahat durmayıp bela arayanlara, şer satanlara; 'Buğday ekmeği herkesin karnında durmaz' denirdi. Çünkü bu insanlar kıtlık görmüşler. Arpa ekmeğinin, mercimek ekmeğinin tadını bilmezler. O yetmez, yem olarak kullanılan hibrit mısır ekmeğine razı idik diyenlerin yaşamı ancak yaşanılır, anlatım yetersiz gelir. Bulunca sevinçten keyfimize diyecek yoktu diyenlerin sevinci görülmeye değermiş.

Benim buğdayım var demeyin ambara girmeyince, un olup evine gelmeyince, siz benim tarladan buğday gelecek demeyin. Çünkü insan sahiplik koşulları tamamı olmadıkça bir şeye benim demek doğru değildir.

Babam sofradan kalkacağı zaman 'hude kesi bırçibune terbiya neke' Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin. Sözünü söylemeden edemezdi. İşte bizde tatil gününde bize verilen harçlıkları biriktirir sinemaya verirdik. Para tükenince aç kalırdık.

Bu işin kolayı değirmencilik yapan arkadaşın babasının yanında çözüm bulurduk. Küçük bir ocak üzerinde küçük bir saçı indirir, beş dakikada unu hamur eder ve bir iki uğraştan sonra bir yuvarlak ağaç dalı ile açar bazlama şeklini aldırırdı. Kızaran ekmeği iştahla yerdik. Aç olunca yavan ekmek değil taştan yumuşak her şey insana hoş gelir.

Buğdayının başına gelenler öyle küçümsenecek olaylar değil. Bizde buğdayın bir nevi ortağıydık. Onun başına gelenler hep bize yapılmış gibidir. İnsanoğlunun hatta hayvanların bile doyum kaynağı buğday olduğu inkar edilemez. Öğütülüp adına 'un' denilse de yoğrulup şekilden şekle fırınlarda pişirilse de adı ekmek, pasta baklavada olsa hepsinin ham maddesi buğday.