F. Kürkçüoğlu: Bu "Usta"lık nerden geliyor diye sormadınız?

M. Sarmış: Haklısınız, sormam lazımdı.

F. Kürkçüoğlu: Liseye kadar ustalık yoktu. Lise yıllarımda "Usta" demeye başladılar. Kendimi övmek gibi olmasın, elimden her iş gelir. Şu anda bile evimizdeki elektrik işlerini, su işlerini, artık aklına ne gelirse kendim yaparım. Eve hiç işçi çağırmam desem yalan olmaz… Lise yıllarımda da öyleydi. Ahşap merdiven yapıyorum, kerevet yapıyorum, taht yapıyorum. Çekiç, keser, kerpeten, evde her türlü alet edevat var, diğer malzemeyi de çarşıdan alıyorum. Rahmetli babam çok mahirdi bu konularda. Bize de ondan kaldı. Eskiden evlerde ahşaptan kap rafları olurdu. Diyelim teyzemlerin ihtiyacı var; çarşıdan kestirir, sair malzemeyi alır, gidip yapardım. Akrabalara, komşulara çok yaptım.

M. Sarmış: Ücret karşılığı mı?

F. Kürkçüoğlu: Değil, değil. Malzeme parasını verirlerdi sadece.

M. Sarmış: Hani, böyle gençsiniz, azıcık da olsa bir harçlık filanda mı yok?

F. Kürkçüoğlu: Yok, vermezlerdi. Kimsede para yoktu ki! Hatır gönülle yapardım. Mesela o zaman saz çalmasını çok iyi bilmediğim halde arkadaşlara öğretirdim.

M. Sarmış: Demek ki iyi bir öğreticisiniz. Gelecekte de öğretmen olacaksınız zaten.

F. Kürkçüoğlu: Yani… O kadar değil. Mesela telden aletler yapardım. Resim dersinde öğretmenimiz kâğıttan balık, zürafa gibi resimler yapıp içini doldurmamızı isterdi. Arkadaşlar "Sen ustasan ya! Hele bize de yap." filan derdi. Biraz dolduruşa getirirlerdi. Ben de seve seve yapardım. Yalnız bunlar da değil, her konuda akıl verirdim, yol gösterirdim, yardımcı olurdum. Oradan "Usta, Usta" diye diye adımız Usta'ya çıktı. Öylece kaldı üstümde. Beni yakinen bilenler hâlâ "Usta" demeye devam eder. Bu yönümü bilmeyenlerden bile usta diyenler oluyor.

M. Sarmış: Şimdi telden alet edevat deyince aklıma geldi. Eskiden çocuklar kendi oyuncaklarını da kendisi üretirdi. Telden araba, bilye arabası, taştan gülle, biraz sonra konuşacağımız kitabınızda geçtiği gibi çapıt top, kızların çapıt bebek, bebek elbisesi yapması gibi… Siz de çocukluğunuzda o tür şeyler yapar mıydınız?

F. Kürkçüoğlu: Tabii tabii, çok. Zaten alet kullanmaya yatkınlığımız da o zamandan geliyor. Babamın mesleğinden dolayı evimizde her türlü malzeme vardı. O zaman yaptığım kurşaklı mermer güllelerim hâlâ duruyor. Tel arabayı öyle bazıları gibi bir direksiyon iki tekerlekten ibaret basit şekilde değil, çok teferruatlı yapardım.

M. Sarmış: Fotoğrafları var mı hiç?

F. Kürkçüoğlu: Maalesef yok. Fotoğraf makinesi yoktu ki çekelim.

M. Sarmış: Peki resim konusunda söyleyeceğiniz başka şeyler var mı? Yapmaya devam ediyorsunuz ve artık satmıyorsunuz…

F. Kürkçüoğlu: Yok. Kıyamıyorum.

M. Sarmış: Peki diğer konulara geçelim. Resim dışında birçok ilgi alanınız var; şiir, edebiyat, müzik, bağlama, beste, roman… Eski Urfa'ya dair de özel bir ilginiz var. Sosyal medya paylaşımlarınızdan biliyorum.

F. Kürkçüoğlu: Hepsi yarım yarım…

M. Sarmış: Yok yok, öyle değil.

F. Kürkçüoğlu: Nihat abim derdi ki, "Keşke tek bir şeyle meşgul olsaydın." Bir yerde bakıyorum ki haklı. Şu anda kafam darmağınık. Biraz onda, biraz diğerinde. Hakikaten zor bir şey. Vaz da geçemiyorsun. Zorluyor beni. Alışmışım.

M. Sarmış: Sanat böyle bir şey. Biri diğerini de tetikleyebiliyor. Bazı insanlar da yapı itibariyle çok yönlü oluyorlar. Biz isterseniz şiirden devam edelim.
F. Kürkçüoğlu: İlk şiirimi 1985 yılında yazdım. İbrahim Halil Çelik'in başkan olduğu dönemde Urfa Belediyesi 11 Nisan Kurtuluş Bayramı dolayısıyla "Urfa'nın Kurtuluşu" konulu bir şiir yarışması açmıştı. Urfa ile ilgili bir şiir yazıp gönderdim. Üçüncü olmuştu. Ondan sonra yazmaya devam ettim. Hece vezni ile değil, serbest tarzda yazıyordum. 2006 mı, 2008 mi, yılını unutmuşum; bir gece kalktım, sabah namazından sonra kalemi, kâğıdı elime aldım. Sabah 07.00, 08.00 saatleri arası şiir bitmişti. "Urfa'ya Sor" başlıklı bir şiir. Şimdi öyle bir şiir yaz deseler, yazamam. Nerden geldi? İlhama inanıyorum. Bir gün de arkadaşlarla oturuyoruz. Tanır mısınız, bilmiyorum, Mahmut Örer diye öğretmen bir arkadaşım var.
M. Sarmış: Tanıyorum. Okul müdürlüğü de yaptı.
F. Kürkçüoğlu: He. Dedi ki, "Eskiden Urfa'da sokak satıcıları vardı. Onlarla ilgili bir şeyler yazsana…" Bir gün kafama esti, oturup onu da bir çırpıda yazdım. "Nostalji". Çocukluğumuzda ne kadar sokak satıcısı varsa hepsini ihtiva eden hece vezinli bir şey çıktı ortaya.
M. Sarmış: Biliyorum. Okumuştum. O belgesel niteliğinde bir şiir. Sokak satıcılarının isimleri, lakapları, nasıl seslendikleri, her şey var. Sanıyorum onlarla ilgili başka bir kayıt da yok.
F. Kürkçüoğlu: Birkaç yerde yayınlandı. Allah selamet versin, Naci İpek abimiz de "Şiirlerde Urfa" kitabına aldı. Başka birkaç şiirimi daha aldı. Halen yazmaya çalışıyorum ama aklıma bir şeyler geldiğinde.

M. Sarmış: Özel olarak şiirlerini beğendiğiniz birileri var mı? Urfa'dan veya Türkiye'den…
F. Kürkçüoğlu: Bir şeyi itiraf edeyim. Lisede şiir namına ne görmüşsem, o. Sonradan o işleri takip etme imkânım olmadı. Kitap yazmak için çok okumak lazım. Ben çok okumadım. Ama ben iyi bir dinleyiciyim. Mesela haberlerden bile bir şeyler kaparım. 15-20 bölümlük bir televizyon dizisinden bile kendime göre bir şeyler alırım.
M. Sarmış: Hayatın her şeyi insana ilham olabilir tabii. Bir de şiir kitabınız var; "Çiğ Köfte Tadında Şiirler Türküler"…
F. Kürkçüoğlu: 2010 yılında Şanlıurfa Vakfı tarafından yayınlandı. Devlet Güzel Sanatlar Galerisinde resim sergisi açtığım gün de kitabın imza gününü gerçekleştirdik. Sağ olsun, bütün bunlara Vakfın Şanlıurfa Şube Başkanı Doktor Müslüm Sunay önayak oldu.

M. Sarmış: Müzik konusuna geçelim.
F. Kürkçüoğlu: Ona da çocukkenden merakım var. Söylüyoruz.
M. Sarmış: Urfa'da sanat müziği de yaygın, ama sizin merakınız halk müziğine galiba.
F. Kürkçüoğlu: Önce halk müziği. Lisede Celal Aşar hocamızın etkisiyle sanat müziğine yöneldik. Çok güzel keman çalardı. Dört yıl Urfa Lisesinin korosunu çalıştırdı. Ben de korodaydım.
M. Sarmış: Sanat müziği mi okurdunuz?
F. Kürkçüoğlu: Evet. Ünlü "Kınıfır bedreng olur" türküsünün bestekârı rahmetlik İbrahim Özkan bizim hem sınıf hem koro arkadaşımızdı; yıllarca beraber sıra gezdik. Ondan başka Mustafa Atlı, Mehmet Cennetoğlu, Ömer Karaoğlu, Cevdet İşçi gibi arkadaşlar vardı koromuzda. Cevdet İşçi sonradan konservatuvara girdi, TRT radyosunda çalıştı. Sonra Şahin Öksüz diye bir İngilizce hocamız geldi. Muazzam bağlama çalıyor. O da bizi Türk halk müziğine yönlendirdi. Onun korolarına gittik. Rahmetlik Abdullah Balak da matematik dersimize gelirdi.
M. Sarmış: Urfa'nın en önemli müzik ustalarından biri. Ama branşı matematik.
F. Kürkçüoğlu: Evet. Zaten derse girdi mi "Hele Halil bir hoyrat söyle bakayım." derdi. "Hele Fuat bir türkü söyle." Bu şekilde kendi türkülerini söylerdik. Çok popüler türkülerdi o sıralar. TRT sanatçıları söylerdi. Yani Abdullah Balak'ın da etkisinde kaldık.
M. Sarmış: Peki bağlamaya nasıl başladınız?
F. Kürkçüoğlu: Cihat abim çok iyi bağlama çalardı. Babamdan gizli olarak sahneye çıkardı. Kadir Sema'ya, başka sanatçılara eşlik ederdi.

M. Sarmış: Bakır Karadağlı ile beraber Tenekeci Mahmut'a gidip çalmış, kayıt yapmışlar.
F. Kürkçüoğlu: He ya, çok meraklıydı. Ben de kendisinin bağlamasını çalardım. Lisenin son yıllarındaydı.
M. Sarmış: O konuda kimseden ders aldınız mı?
F. Kürkçüoğlu: Hayır. En büyük hatamız da o oldu. Her konuda mutlaka ders almak lazım. Ben yapamadım. Resim de öyle. Kimseden yol yordam öğrenmedim. Hep kendi kendime…