ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

M. Sarmış: Peki, hocam, lise bitti. Sonra?

C. Hündür: Lisedeyken burs aldığım için bir yıl imamlık yaptım. Mersavilere ait, eski adı Bedin olan İnanlı Köyünde. O yılın sonunda sınava girip Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü’nü kazandım. 1980’de mezun oldum. O dönem biliyorsunuz anarşi dönemi. Her tarafta sıkıyönetim var. Kurada bana Kızılcahamam İmam Hatip Lisesi çıktı. Babam, sıkıyönetim köyde bize zulmediyor, sen okumuş biri olarak kalırsan belki bize yardımın olur diye öğretmenlik yapmamı istemedi. Gitmedim, köyde babamın yanında kaldım. Babamın işlerine yardımcı oldum. Köyde bir tır parkımız vardı, ticaret, ziraat, şu, bu, derken bir iki yıl da öyle geçti. 1983 yılında Bakanlığa tekrar müracaat ettim. Bu sefer Çanakkale Gelibolu Lisesine atamam yapıldı. Orada iki yıl kalıp bu sefer istifa ettim. Bir yıl dolmadan tekrar müracaat ettim. Usul gereği sınava tabi tutuldum. Kazandım. Bu sefer Adana Karşıyaka Lisesine tayin edildim. Ama eşim Bağkur’lu olduğu için yaptığım girişimler sonucu görevimi Urfa Atatürk Ortaokuluna yaptılar. Okul o sırada Urfa Lisesinden boşalan Asfalt Yol’daki meşhur taş binada idi. Şimdi Eyyübiye İlçe Müdürlüğü. Orada 1986’dan 1996’ya kadar 10 yıl görev yaptım.

M. Sarmış: Oraya girmeden önce kısaca evliliğinizden ve çocuklarınızdan söz ederseniz iyi olur hocam.

C. Hündür: 1981 yılında evlendim. Hanımın ismi Fatma. 2’si kız, 3’ü erkek olmak üzere 5 çocuğumuz var.

M. Sarmış: Peki, kaldığımız yerden hayatınıza devam edelim.

C. Hündür: Atatürk Ortaokulunda ilk yıl öğretmen, ikinci yıldan itibaren müdür yardımcısı olarak toplam 10 yıl görev yaptım. İdareci iken de derslerime düzenli olarak devam ederdim. Bu arada Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde tasavvuf tarihi dalında yüksek lisans yaptım. Sonra rektörlüğe yapmış olduğum çalışmaları sundum. Uygun görüp beni üniversiteye öğretim görevlisi olarak almayı kabul ettiler. Fars Dili ve Edebiyatı Bölümüne… Yıl 1996…

M. Sarmış: Farsçanız da var.

C. Hündür: Tabii. Hem İmam Hatip Lisesinde, hem Yüksek İslam Enstitüsünde Farsça gördük. Ders gördük ama ben sevdiğim için kendimi geliştirmiştim. Fakat Fars Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğrenci olmadığı, buna karşılık Arap Dili ve Edebiyatı Bölümünde ihtiyaç olduğu için beni orada görevlendirdiler.

M. Sarmış: Oradaki görev ne kadar sürdü?

C. Hündür: 2010’a kadar 14 yıl da orada çalıştım. Hem hoca olarak derse girdim, hem de rektörlüğün sonradan görevlendirdiği Üniversite’nin Araştırma Fonu Müdürlüğünü yaptım. Fon, üniversitede toplanan paraların bilimsel çalışmalara harcanması işleri… TÜBİTAK projeleri, Avrupa Birliği projeleri, öğrenci tez projeleri, Tıp Fakültesinin uzmanlık tezleri gibi bütün projelerin gerçekleştirilmesine yardım amacıyla kurulan bir fon, bir çeşit yardım sandığı. Daha sonra ismi “Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi” oldu. Ben de koordinatörü oldum. Bu sayede üniversitenin bütün fakülteleri ve bölümleri ile temasım oluyordu. Tabii onların hocaları ile de birebir tanışma imkânı buluyordum. Üniversitede bulunduğum süre içerisinde hem o görevi yürüttüm, hem de Arap Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğrenci az olduğu için Tarih Bölümünün Arapça ve Osmanlıca derslerine girdim.

M. Sarmış: Pekâlâ hocam. Şimdi gelelim sizin şu mahkemede bilirkişi olarak görevlendirilmenize ve Urfa’nın tapu arşivleri ile ilgilenmeye başlamanıza… O konudaki çalışmalarınız Urfa’nın yakın tarihi açısından son derecede önemli.

C. Hündür: O işler üniversiteye geçmeden, ben daha Atatürk Ortaokulu’nda görevli iken 1986 yılında başladı. Biliyorsunuz, tapu konusunun geçmişi eskilere gider. Ta Osmanlı dönemine… Konuyla ilgili olarak mahkemeye intikal eden sorunlarda Osmanlıca tapu kayıtlarına bakmak gerekir. Fakat memlekette Osmanlıcayı iyi bilip yardımcı olacak pek kimse yok ya da çok az. O yüzden Kadastro Mahkemeleri ve Asliye Hukuk Mahkemelerinde zorluklar çıkıyor. İşte 1986 yılında o mahkemelerde görev yapan bir hâkim beni vakıflarla ilgili konularda çalışmaya davet etti. O günden sonra Osmanlı’nın Urfa’daki tüm tapu kayıtları önüme açıldı.

M. Sarmış: Nasıl, yani? Sizi çağırıyorlar ve bütün kayıtları önünüze koyuyorlar, öyle mi?

C. Hündür: Değil tabii. Önce arşiv belgelerini en doğru bir şekilde tercüme edeceğime dair yemin ettirdiler. Tabii bütün bu işler gizlilik içinde yürütülüyor. Çünkü vatandaşlar beni tanırsa kendi lehlerine çalışayım veya yazı yazayım diye gelip baskı yapabilirler, etkilemek için başka yollara başvurabilirler.

M. Sarmış: Nasıl bir yemin ettiniz?

C. Hündür: Medeni Kanuna göre yazılan bir yemin metni var. Hâkimin odasında ayağa kalkıyoruz ve sesli olarak okuyup yemin ediyoruz. Prosedür böyle. Altını imzaladığımız o yemin metni daha sonra dosyaya konularak muhafaza ediliyor.

M. Sarmış: Bir kereye mahsus mu?

C. Hündür: Hayır. İlk zamanlar her bir iş için yeniden yemin ediyordum. Çünkü farklı mahkemeler ve farklı davalar vardı. Sonraları yapılan yeni bir düzenleme ile artık her dava için ayrı ayrı yemin etmeme gerek kalmadı, 2-3 yılda bir toplu olarak yemin etmeye başladım. Benden çok memnun kaldıkları için daha sonra diğer hâkimler de çağırmaya başladılar. Hatta Ceza Mahkemeleri bile… Hepsinde tercüman ve bilirkişi olarak görev yapmaya başladım. Tabii bunun için belli bir ücret de ödüyorlar.

M. Sarmış: Yalnız mısınız? Başka kimse yok mu?

C. Hündür: Başlangıçta yalnızdım. Sonra başkaları da oldu. Osmanlıcayı iyi bilenler vardı. Ama okumayı bilmek, bir metni tek başına okumak yetmiyor. Bir de o belgelere aşina olmak, nasıl değerlendirileceğini bilmek gerekiyor. Ben zaman içinde o konuda da bir hayli tecrübe sahibi oldum. Bir çeşit uzman oldum anlayacağınız.

M. Sarmış: Hâlâ devam ediyor mu?

C. Hündür: Evet. 1986’dan bugüne kadar devam ediyor. Üniversiteden erken emekli olmamın nedeni de buydu. Bir yandan üniversitedeki görevlerim, bir yandan bu işler… Hukuken sorun yok, ama aynı anda iki yerden maaş almaktan dolayı vicdanen rahat değildim. Ne gerek var, dedim. 2010 yılı temmuzunda dilekçemi verip kendi isteğimle emekli oldum.

M. Sarmış: Fakat mahkeme işleri devam ediyor…

C. Hündür: Evet. Ama artık maddi boyutundan daha çok işin diğer yönleri beni cezbediyor. Tarihle uğraşmak, arşive girmek vs. Karşıma bazen çok ciddi belgeler çıkıyor.

M. Sarmış: Önce şunu öğrenmek istiyorum. Bu belgeler nerede? Siz nasıl çalışıyorsunuz?

C. Hündür: Bunlar evvela Tapu Kadastro Müdürlüğünün arşivinde idi. Sadece Urfa merkezde 120-130 cilt kadar vardı. Her bir ilçenin de ayrıca vardı. Büyük ciltler halinde. Bunların bazılarına bugüne kadar hiç el atılmamış, bazı ciltler hiç açılmamış. Sanıyorum 5 yıl kadar önce, Ankara’da bulunan Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü bunların hepsini istedi. Sadece Urfa’dan değil, bütün illerden topladılar. Bu işte çalışmak üzere çok sayıda memur istihdam edildi. Fakat bana göre bu büyük bir hatadır.

M. Sarmış: Nasıl bir hata? Niçin topladılar? Amaçları ne?

C. Hündür: O amacı biliyorum. Osmanlı’da tapular iki nüsha halinde tutulur. Biri mahallinde cilde yazılır, bir nüshası da genel merkeze gönderilir. Dolayısıyla taşradaki ciltlerin birer nüshası kendilerinde zaten var. Daha önce kendilerinde bulunmayan veya düzgün tutulmayan veyahut da eksik, yırtık, okunamayan kısımları varsa ilgili illerden istenirdi. Eğer varsa iki taraf ayrı ayrı tercüme eder, bunlar karşılaştırılırdı, yoksa var olan tarafın tercümesi kabul edilirdi. Şimdi hepsini oraya götürmenin zararı oldu.

M. Sarmış: Bunun hangi amaçla yapıldığını bildiğinizi söylediniz ama henüz söylemediniz.

C. Hündür: Bu işler illerde, hâkimlerin gözetiminde, yeminli bilirkişiler tarafından çok düzgün bir şekilde yapılırdı. Bunlar emir dinlemez. Biz hâkimin dediğini yaparız, amirin değil. Orada ise memurlar amirin dediğini yapar. O amire de başkaları ulaşabilir, baskı yapabilir. Onlarda yemin de yok. Var olan belgeye yok diyebilirler, yanlış veya eksik tercüme edebilirler veya başka bir şey. Oysa bizim için böyle şeyler söz konusu değildir. Yaptığımız her işte tercüme ile beraber evrakın aslının fotokopisini de tutanağımıza ekleriz.

M. Sarmış: Peki, onlar gönderildikten sonra siz nasıl çalışıyorsunuz?

C. Hündür: Bazen dava avukatları gerekli gördükleri belgelerin orijinalinden çekilen fotoğraf veya fotokopilerini Ankara’dan istiyorlar. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü gibi yerlerden… Bir de tabii vatandaşların elinde belgeler var. Hâkimler bize bunların içinde bulunduğu dosyanın tamamını veriyor. Bazen üzerinde üç dört ay boyunca çalışıyorum. Dosyanın tamamını okuyup rapor düzenliyorum. Bu sırada o raporun dışında benim işime yarayacak başka bilgilere ve tarihi belgelere ulaşıyorum. Mesela mahkemeye konu olan parsele komşu olan parseller… Daha pek çok şey… Devlet sırrı olanlar ayrı tabii. Onları açıklayamayız. Onun dışında tarihimize ait, bilinmesi memleketimizin milletimizin menfaatine olacak bilgiler ve belgeler de var. Benim onların fotokopisini alma ve üzerinde çalışma yapma hakkım var. Onlardan yararlanmaya çalışıyorum. Dört beş kitap çıkacak kadar malzeme topladım.