Çocukluğum Suruç'ta geçti. Elektrik yoktu. Ayın olmadığı gecelerde zifiri bir karanlık vardı. Kolla çevrilen ve şarj edilen gramofonlar (sandıkı sez)  bir kaç evde bulunuyordu. 1950'li yıllarda taksi ve jeep birer tanede olsa yavaş yavaş hayatımıza giriyordu.

Urfa'nın Hasanpaşa camisinin yanında bulunan Söylemezlere ait birer otobüs Suruç ile Urfa arasında çalışıyordu. 50 kuruş ücret vererek Suruç'tan Urfa'ya geliyorduk.

O tarihlerde saat yoktu. Ben ortaokul ikinci sınıfta bir kol saati sahibi oldum. Okulumuzda benden başka kol saati sahibi bir veya iki kişi daha vardı.

Gözlerimin bozuk olduğunu kara tahtaya bakışımdan rahmetli Suruç Ortaokul Müdürü Abdurrezak Tuğcu keşfetmişti. Babam beni Urfa'ya gönderdi. Akrabam Müslüm Tuğcu'nun evinde yattım Sabahleyin birlikte bir göz doktoruna gittik. Zaten o tarihlerde Urfa'da sadece bir göz doktoru vardı. Doktor beş lira karşılığında gözlerimi muayene etti. Harfler gösterdi ve gözlerimin üç buçuk derece miyop olduğunu tespit edip bir reçete yazdı.

Urfa'da gözlükçü de yoktu,  rahmetli babam reçeteyi bir başkasına verip Gaziantep'e gönderdi. Bir veya iki hafta sonra gözlüğüme kavuşmuştum. Suruç'ta ilk dereceli gözlüğü kullanan da ben olmuştum. 

Hatta kullandığım gözlükten dolayı beni başkasına benzetenler de vardı. Espri yapanların sayısı hayli fazla idi.  

Osmanlı döneminde kesme taştan yapılmış o tarihi binada hastane olarak kullanılan sağlık hizmeti veriliyordu.

Hani Urfa'nın meşhur bir türküsü vardır ya."Tılfındır hastane karşıma karşı, zalim Fransız'ın bomba ataşı" işte o türküde geçen hastane o hastane idi. Fransızlar Urfa'ya geldiklerinde o hastaneyi işgal etmişlerdi. O muhteşem bina halen dimdik ayakta duruyor. 

Urfa'da ise şimdiki Selahaddini Eyyubi camisinin içinde bir elektrik santralı kurulmuştu. Kocaman bir motor vardı. Çıkardığı gürültü Urfa'nın nerede ise her yerinden işitiliyordu. Zaten Urfa sınırları o zamanlar Samsat kapısı,  Zincirli kapı, Beykapısı ve Harran kapılarından ibaretti.

Urfa'da nerede ise hiç buzdolabı yoktu, akşam yemeğinden arta kalan yemekler kuyularda muhafaza edilirdi.

Her evde saat olmadığından ramazan ayında Ulu camiden atılan toplarla iftar vakti bildirilirdi. Sahurda ise biri imsakın girişi, diğeri ise imsakın bittiğini hatırlatan iki top atılırdı. Bazı çocuklar bilhassa iftar vaktinde atılan topları görmek için Ulu caminin avlusuna gelirlerdi.

Hasan paşa camisinin karşısında buz imal eden bir fabrika vardı. O ufacık tesise fabrika diyorlardı. Ha birde Abamorlara ait bir un fabrikası daha vardı ki bu da Urfa'nın sanayisi sayılırdı. Aslında o fabrika kocaman bir değirmendi.  

Hele ramazanın o sıcak günlerinde biraz buz eve götürebilmek bir ayrıcalıktı. 25 kuruşa göz kararı ile testere ile kesilen buzu alıp,  mahramaya koyarak eve götürmek ev halkı için biraz buzlu su içmek bulunmaz bir keyifti. Buz almak herkese nasip olmazdı.
 
Dedim ya her evde saat olmadığından sahurlarda davulcular devreye girerdi. Başka türlü insanlara seher vaktini bildirmenin yolu yoktu.

O tarihlerde Urfa'da üç yazlık sinema vardı. Atlas, İnci ve Türkmen. Birçok insan, bir cami imamının acele teravih namazını kıldırmasını sinemaya yetişmek için tercih ederdi. O İmamın meşhur bir lakabı vardı JET HOCA. 

Bu günde kısaca sizi eski zamana götürmek istedim. Daha yazılacak çok şey var. Çünkü ben hem eski Suruç ve hem de eski Urfa'da yaşadım.

Haydi, kalın sağlıcakla.