BEŞİNCİ BÖLÜM

M. Sarmış: Peki Faruk abi, ilk geldiğimde 1850'lerde Urfa'da bir kolera salgını olduğundan söz etmiştiniz.

F. Subaşı: Evet, 1852'de dünya çapında bir kolera salgını olmuş. Urfa da bundan nasibini almış. Çok ölümler olmuş. Hatta mezarlığa tabutu dört kişi götürüp, dönerken üçe düştüğü olurmuş. Urfa'nın nüfusu çok çok azalmış. Urfa'nın bazı aileleri kalmış; bizim ailemiz de kalanlar arasında. Fırsattan istifade çevre illerden Malatya'dan, Diyarbakır'dan, Mardin'den bazı aileler Urfa'ya gelmiş. Biliyorsunuz erkek nüfus önemli. Adamların beş oğlu var, onlardan da torunları var. Gelmiş ve topraklara, tarlalara el koymuşlar. O zaman tapu yok, senet yok. Aslında bazı isimleri biliyoruz ama söylemek bize yakışmaz.

Şehir içinde de Ermeniler gidince onların evleri de 'emval-i metruke' (Terk edilmiş mallar) olarak belli bir parayla vatandaşa satılmış, bazı ailelerin eline geçmiş.

M. Sarmış: Doktorluğun dışında bir faaliyetiniz oldu mu? Dernek, vakıf ve benzeri.

F. Subaşı: Verem Savaş Derneğinin yönetiminde idim. Geçen Mart ayına kadar İl Hıfzı Sıhha kurulunun da üyesi idim.

M. Sarmış: Doktorluğu fiilen ne kadar yaptınız?

F. Subaşı: 1965'ten başlamak üzere 50 sene kadar. 4-5 yıl oldu bırakalı. Fakat tabii şimdi de zaman zaman dostlara danışmanlık şeklinde yardımcı olmaya çalışıyorum. Soru soruyorlar, cevap veriyorum. Fakat çok şükür, ailede çok sayıda doktor olduğu için fazla ihtiyaç olmuyor.

M. Sarmış: Yenge Hanım ne zaman vefat etti?

F. Subaşı: 2018'de. Kalçasını kırdı, ondan sonra iflah olmadı. Adına bir hayrat yaptırdık. Abide'deki İmam Hatip Lisesinin bahçesinde.

M. Sarmış: Şimdi tek başınıza mı yaşıyorsunuz?

F. Subaşı: Hanım vefat edince yeniden evlenmeyi düşünmedim. Vakitsiz evlilik adamı berbat eder. Bir de çocukların sana düşman olur. Malına mülküne de avantadan gelir oturur. Onun için evlenmedim. Kimseyle de oturmak istemedim. Sağlığım müsaade ettiği kadar yalnız otururum dedim. Gürcü bir kadın bakıcımız var.

M. Sarmış: Gürcü mü? Gürcistan çok uzak. Nasıl buldunuz?

F. Subaşı: Urfa'da Gürcü bakıcı çok var. Hanımın sağlığında işe başlamıştı. 60 Yaşını geçkindir. Güçlü kuvvetli. Türkçeyi de öğrendi. Evimizin her işini yapıyor. Büyük kızım Sıdıka da aynı apartmanda oturuyor. Zaten benim de çok bir şeye ihtiyacım olmuyor. Natali, bakıcı kadın, temizlik meraklısı. Bizim evde deterjan masrafı çok. Bir gün dedim ki 'Natali! En iyisi beni de çamaşır makinesine koy, yıka, tertemiz olsun.' Ailesi Gürcistan'da. Bir oğlu, bir kızı var. Her gün onlarla internet üzerinden görüşüyor. Sene de bir iki sefer de gidip kalıyor. SSK'sını yaptık. Vatandaşlık için de müracaatını yaptık. Her işimiz sağlam yani.

M. Sarmış: Peki Faruk abi. Benim soracak sorularım bunlar. Sizin bunlara ek olarak anlatmak istediğiniz, kayda girsin dediğiniz hususlar var mı?

F. Subaşı: Yaşımız az sayılmaz. Bu süre içinde çok kimse tanıdım, çok şeyler yaşadım, çok hatıram oldu. Öğrencilik yıllarıma ait beni çok etkileyen bir hatıramı anlatmak isterim: Fakültede anatomi dersinde kadavra inceliyoruz. Türkistanlı bir hocamız vardı. Adı İbrahim Veli Odar. Hem çok iyi bir hoca, hem çok iyi bir insandı. Samimi ve güler yüzlüydü, öğrencilere de çok yakınlık gösterirdi. Benim de öğrenciliğimde bir özelliğim vardı, çok soru sorardım. Bir gün hocaya 'Bu kadavralar nerden geliyor?' diye sordum. 'Tımarhaneden' diye cevap verdi. 'Orada yatanların aileleri ilk zamanlar gelir sorarlar, ama bir süre sonra gelmez olurlar. O yüzden hastalar ölünce bize gönderiyorlar.' Çok üzülmüştüm. Fakat esas anlatacağım hatıram bu değil.

Başka bir gün yine aynı dersteyiz. Şişman bir kadının kadavrasının başındayız. Hocamız bizim grubun başına geldi. Taburesine oturdu. Gerekli açıklamaları yaptı. Hocamızın güzel bir taktiği vardı. Her dersin sonunda bir konuyu açar, bunu da siz keşfedeceksiniz deyip bize ufuk gösterirdi, teşvik ederdi. O gün yine böyle deyince, ben samimiyetine de güvenerek 'Peki hocam, bugüne kadar siz bir şey keşfettiniz mi?' diye sordum. O anda şaşırdı, rengi kaçtı, belki bir dakika kadar sesi çıkarmadı. Arkadaşlarım bana bu da sorulur mu dercesine ters ters baktılar. Derken hoca konuştu: 'Ben bugüne kadar birçok ülke dolaştım. Birçok dil biliyorum. Belki tıp alanında değil ama çok önemli başka bir şeyi keşfettim. Bir vatan keşfettim. Bir vatan sahibi olmanın ne demek olduğunu keşfettim. Lütfen vatanınızın kıymetini bilin, ona sahip çıkın.' Evet, hocamızın bu sözleri beni çok etkilemiştir. Katıldığım birçok toplantıda da anlatmışımdır.

Anlatmak istediğim başka bir hatıram daha var. Gerçi bana ait değil ama olsun. Yaşlı bir ahbabım vardı, Hasan Emmi. Esas mesleği radyocu, Urfa'nın ilk radyocusudur. Fakat Belediyeden emekli olmuş. Beni evladı gibi severdi. Diyebilirim ki Urfa'yı ve Urfalı'yı gerçek yüzüyle ondan tanıdım. Bir gün dedim ki 'Hasan Amca, her işi yapmışsın, ama bugüne kadar bir tek avcılığını duymadım.' 'Onu da yaptım.' dedi ve anlattı: 'Bir bahar günü arkadaşlarla Tektekler'e ceylan avına gittik. Ceylan etiyle çiğköfte yapacağız. Arkadaşlar bir ceylanı vurdular. Bana da sen git getir, dediler. Hayvanın yanına vardığım zaman gördüm ki ağır yaralı, daha ölmemiş. Bana bir bakışı vardı, anlatamam. Adeta 'Ben size ne yaptım ki beni vurdunuz?' diyor. Çok etkilendim, çok üzüldüm, gözlerime yaşlar hücum etti. Orada avcılığı orada bıraktım. Bir daha da arkadaşların bütün ısrarına rağmen ava çıkmadım.' Hasan Emmi anlatınca ben de çok etkilendim. Avcılık yapanlara zaman zaman bu hatıramı anlatırım. Çok nasihat dolu bir hikayedir.

M. Sarmış: Arada sormayı unuttum. Sizin bir de Şair Yazar Hulusi Öcal ile bir kirvelik ilişkiniz var. Yakın dostmuşsunuz. Onunla ilgili bir programa konuşmacı olarak katılmışsınız.

F. Subaşı: Evet. Dostumdu. Kirvemizdi. Mahmut onun kucağında sünnet oldu. Esas mesleği veterinerlikti. Et Balık'ta memurdu. Bir ara Amasya Suluova'da müdür yardımcılığı da yaptı. O Kurtuluş İlkokulu mezunudur. Önceden de tanıyordum ama sonra ortaokulda sınıf arkadaşı olduk. İkimiz de trahomlu okuldan geldiğimiz için aynı sınıfa düşmüştük. Anlayacağınız, iyileşmiş olsak bile ortaokulda trahomlu olan çocukları aynı sınıfa kaydediyorlardı. Fakültede de bir müddet aynı evde kaldık. Esas hedefi dişçilik fakültesi idi, çok uğraştı ama bir türlü kısmet olmadı. Zaman zaman oturup Urfa üzerine sohbetler ederdik. Urfa'ya gidersek nasıl hizmet ederiz gibi… Çok geniş bir kültürü vardı. Büyük hatipti. Merasimlerde çıkıp konuşmalar yapardı. O şair, o hatip insan, ömrünün sonunda, beyin kanaması geçirdi, bir evet'e hayır'a ta'lim etti.

M. Sarmış: Bir de kapısı yan tarafta olan konak var, Faruk Subaşı Konağı. Ondan da söz etseniz.

F. Subaşı: 19. Yüzyılda Hacı Fazlı Karaçizmeli tarafından yaptırılan bir evdir. Avlusu, eyvanı, havuzu ile geleneksel bir Urfa evi. Çardaklı. Haremlik ve selamlık bölümleri var. 2010 yılında satın alıp restore ettirdim. Gerideki yine Karaçizmelilere ait başka bir evi de alıp birleştirdim. Daha çok Mahmut kullanıyor.

M. Sarmış: Eyvallah abi. Burada bırakalım artık. Sizi yordum. Çok teşekkür ederim. Allah size sağlık afiyet versin.

Daha sonra Faruk Beyle çıkıp Mevlevihane'nin etrafında bir tur attık. Babasının dükkanı o civarda olduğu için çocukluğu oralarda geçmiş. Bana kısa kısa bilgiler verdi. Son olarak Mahmut Beyle de Faruk Subaşı Konağını dolaştık. Bazı fotoğraflar çektim. Arkasından teşekkür ederek ayrıldım.