Heyecan veren hissi dindarlığı yaşantımızdan bir türlü uzaklaştıramadık. Galeyana gelip güdülerimizin tavan yaptığı zamanlarda atılan sloganlarla vicdanımızı rahatlattık ve görevimizi hakkıyla yerine getirdiğimiz sandık. Ama her seferinde aynı delikten ısırıldığımızı fark edemedik. Çünkü güdülerimiz aklımızın esiri olmuş, otomatiğe bağlanmıştı.

Buna etken çeşitli nedenler sıralayabiliriz. Fakat bilgi yoksunu olduğumuz konusunda hem fikir değilim. Tarihte hiç olmadığı kadar bilgi sahibiyiz. Geçmişteki tüm birikim ve eserlere tek tıkla ulaşabiliyoruz. İnternetin hayatımıza sağladığı kolaylık her evi kütüphaneye çevirdi. Ama tüketim kültürü üzerine kurduğumuz hayat, aklımızı kullanmadığımızdan bilgimizi tüketiyor ve beynimiz kısa bir süre sonra resetleniyor. Araştırmalar kısa bir süre sonra yerini unutkanlığa bırakıyor. Çünkü insan amacından uzaklaşmış neyi niçin istediğini bilmiyor.

Bilgi sorunu olmadığına göre başka ne olabilir ki!

Bilgi akılla kullanıldığında değer kazanır ve bizde aklımızı pek kullandığımızı söyleyemeyiz. Bilgisayarların, cd'lerin vs. bilgi depolayıcı aletlerin bilgin, alim sayılmaması da bundandır. Yanlış ve doğrular değerlendirilmeye tabi tutulmayınca kişi ön kabuller direk aktarılıyor, üretilmeyen bilgi kısa sürede tükeniyor.

Başka bir neden ise hakikatler karşısında korkuların aklı esir alması. Kişiyi bağlayıcı unsurların öğrenmesi hayatını esir alacağı ve kazanımlarını kaybedeceği endişesi önce kendisini aldatmasına sonra onunla başkalarını aldatmaya itiyor. Bugün müslümanların hayatı düzenleyici ve toplumsal hayata kan pompalayan Kur'anı lafzıyla okuyup manasını öğrenmekten çekinmesinin altında yatan gerçekte budur. Zira Faizle uğraşanlar faiz ayetiyle, fuhşiyatta batmış olanların fuhuş ayetleriyle, tartıda eksik tartanların, ölçüde eksik ölçenlerin kendisini bağlayacak ayetlerle karşılaşmaktan korkuyor. Çünkü inancı dairesinde onları terk etmek zorundadır. Dolayısıyla lafız ile uğraşmak ve ondan harf sevabı beklemek cazibeli kaçıyor. Mantıksızlığına kişi de farkındadır. lakin dürtülerin esir düşmüştür.

Bu ahlaki bir problemdir de. Tek hakikate kul olmayanlar birçok safsataya esir olur. Egolar hayatın merkezini işgal etmiş, kale içinde feth olunmuştur. Artık her şey onun için ibahe olmuştur.

Çevre faktörü ve dozajı yüksek tepkiler… Asrımızda Platformlarla düşüncelerin tekel halini aldığı, etiketle namıyla yürüyen cemaatlerin menfaat birlikteliği yapıp tehlike gördükleri farklı düşünce sistemlerini hedef seçerek cahillere dövdürtmeleri, dozajı yüksek heyecansal eleştirtmeleri hayretlerimizi kamçılamıyor. Hepsinin temel ittifak noktası 'çıkar hesabı'dır. Aralarındaki derin vadilerde kurtlar uyuyor. Birliktelikte oluşan kibir canavarlaşıyor. Gücün kibri de diyebiliriz. Küçükler büyüyor, büyüyenler obezleşiyor. Dolayısıyla boykot edilme, karalanma, ticaretin kesada uğrama endişesi, şeytanın geçim sıkıntısı vesvesi atılması gereken adımları ve söylenmesi gereken sözleri söyletmiyor.

Örneklerini saymakla bitiremeyiz. Bugün her cemaatin dergisi, tv'si, radyosu, kreşi, gazetesi vs. araçları var. Dindarlık geçim kaynağı halini almıştır. İhvanlar kendi kardeşlerinden alışveriş eder, başkasına gitmeyecek kadar mutassıp ve milliyetçidirler de aynı zamanda. Yani maddi olarak sıkıntı çektikleri söylenemez fakat hepsi aç, bitap ve ağlıyor. Dokunsan bin ah işittirsin. İş hedef göstermeye geldi mi en kallavi sözler onlara aittir. Analarından doğduğuna pişman ediyorlar.

İki arada bir derede bocalama hali yani. Pasif iyi ile aktif iyi arasında patika yollar açma derdi. Ancak tekbir yol vardır. O'da Sırat'ı müstekim'dir. Kelimenin arapça çoğulu yoktur. Patika yollar bizi ne bizi akledilmiş bir bilgiye ne hakikate nede korku ve endişelerden bizi kurtarabilir.

Allah resulünün hayatı yolumuza ışık tutuyor. Ayetlerle ilk tanıştığında vucüdu zangır zangır titriyor, sığınacak kapı arıyordu. O emindi, dürüsttü, yalandan kaçınırdı, hak yemez haklının yanında olurdu, yetimin başını okşar, miskini doyurur, yapılacaklarla alakalı kendini sorgulardı, inzivaya çekilir, derin derin tefekkür eder, toplumsal yaralara karşı derman arardı. Hiçbir kınayıcının kınamasından Allah vereceği hesaptan ötürü korkmazdı.

Bizim öyle olmamız gerekmez mi? Salavat zincirleri kurmakla bu iş olmaz. Korkularımızla yüzleşmemiz gerekir. Ancak o zaman sağlıklı bir birey ve sağlıklı bir topluma ulaşabiliriz. Yoksa hissi dindarlıkla kişilerin uydusu olmaktan öteye gidemeyiz.