ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

M. Sarmış: Tarih boyunca birçok devletin eline geçmiş. Birçok medeniyetin de izleri var. Harran'ı bu kadar önemli yapan şey nedir?
M. Önal: Öncelikle ticaret tabii. Yolların kesişme noktasında. Doğudan, batıdan, güneyden, kuzeyden ticaret yolları buradan geçiyor. Bazı Asur kaynaklarında "Harran Şarri" diye geçiyor. "Harran Yolu" demek. Yani yola adını vermiş. Yine tarihteki en önemli yollardan biri olan Kral Yolu buradan geçiyor. Biliyorsunuz bir kolu Asurluların başkenti Ninova'dan, bir kolu Perslerin başkenti Persepolis'ten başlayan Kral Yolu batıda Lidyalıların başkenti Sart'a ve İyonyalıların başkenti Efes'e kadar uzanır. Ninova'ya doğru giden kolu buradan geçiyor. İran'dan gelen yollar da Nusaybin üzerinden ve Harran'dan geçiyor. Roma döneminde hem Suruç hem Edessa/Urfa bağlantılı yollar da yine Harran'dan geçiyor. İbni Cübeyr diyor ki "Ben Harran şehrinin kapısından girdim, şehrin merkezine kadar sağlı sollu dükkânların olduğu bir caddeden yürüdüm." Yine "Ulu Cami'nin etrafında çarşılar vardı." diyor. O çarşılardan birini Nurettin Hocamız ortaya çıkarmıştı. İkisini de biz çıkardık.
Harran'ı önemli yapan birinci unsur ticaret. Diğerleri de din ve bilim. Herhalde onlara da biraz sonra geleceğiz.
M. Sarmış: Harran'ın adı bölgede kurulan hemen hemen bütün devletlerin tarihinde geçiyor. Ya bizzat egemen olmuşlar veya kültür ve medeniyetlerinin buraya yansımaları olmuş. Akkad, Asur, Hurri, Mitanni, Hitit, Geç Asur, Med, Yeni Babil, Pers ve diğerleri…
Sümerler biraz aşağıda kalıyor; onların da Harran'la bir alakası var mı? Ya da tersinden sorayım; Harran'ın Sümerlerle bir ilgisi var mı?
M. Önal: Var tabii. Siyasi hâkimiyetleri buraya ulaşmıyor ama inançları birinci dereceden etkili. Sin yani ay tanrısı inancı oradan geçmiş. İnanç, sınırlar, ülkeler, kıtalar tanımıyor. Bugün Hıristiyanlık ve Müslümanlık bütün dünyaya nasıl yayılmışsa o zamanın inançları da öyle yayılmış. Fakat Akkadlar siyasi hâkimiyetlerine Harran'ı da katmış.
M. Sarmış: Asurlular zamanında özellikle önem kazanıyor galiba.
M. Önal: Tabii. Asurlular Anadolu'nun içlerine yaptıkları ticari seferlerde buradan geçiyorlar. Buraya "Harran Şarri" (Harran Yolu) adını verdiklerini söyledik. Ticaret birinci planda. Ama inanç da çok önemli. Asur kralları buradaki Sin Tapınağını onartıyor. Çocuklarını, kızlarını buraya rahibe olarak gönderiyor. Yani bir inanç bağlılıkları olduğu için Harran'ı el üstünde tutuyorlar. Kutsal bir kent olarak kabul ettikleri için Harran'dan vergi bile almadıkları ifade ediliyor. Sin, Ay Tanrısı. Eşi Ningal. Kızı İştar, sonraları İnanna adını alıyor. Oğlu Şamas (Güneş Tanrısı). Ve Mezopotamya panteonunun burada oturduğuna inanılıyor. Yani "tanrıların, tanrıçaların yaşadığı şehir". O dönemde Sin Tapınağı bir Güney Mezopotamya'da Ur kentinde var, bir de Kuzey Mezopotamya'da burada var. İnanç gücü Harran'ı zirveye çıkarıyor. Düşünün bir kralın, Nabonid'in annesi "Adda Guppi" burada onlarca yıl rahibelik yapıyor. 105 yaşına kadar burada yaşıyor ve ölüyor, bundan da büyük zevk duyuyor.
Tabii Harran bu saydığınız devletler arasında zaman zaman el de değiştiriyor. Bazen hücuma uğruyor, kuşatılıyor, bazen haraca bağlanıyor, bazen tahrip ediliyor. Bazen de az önce dediğimiz gibi çok önem kazanıyor. Mesela Asur kralı Asur-banipal (M.Ö. 668-626), buradaki Sin Tapınağını yeni baştan yaptırmış, sedir ağacından kapı kanatlarını boğa kabartmalarıyla süslemiştir. Küçük kardeşini de buraya rahip yapmıştır.
MÖ 612'de Akkad, Med ve İskit güçleri birleşerek Asur başkenti Ninova'yı alınca buradan kaçan Asurlular kuzey batıya doğru gelip burada yeni bir devlet kuruyorlar. Tarihçiler buna "Geç Asur Devleti" diyor. Bunlar Harran'ı başkent yapıyorlar. Yıl MÖ 612. Bu, Harran'ın ilk başkent oluşudur. İkinci defa başkent olması Emeviler zamanındadır ki ondan daha sonra söz ederiz.
Büyük İskender'le birlikte Tanrı Sin'in yanına, Zeus, Jüpiter gibi Yunan ve daha sonra Roma tanrılarına da yer veriliyor. Çünkü inançları birbirine benziyor. Çoğu gök cismi zaten. Mesela Venüs İştar demek. Anlayacağınız Doğu ve Batı inançları birbiriyle kaynaşıyor.
Büyük İskender'le birlikte buralar bir de batı bilimini ve felsefesini tanıyorlar.
M. Sarmış: Harran'ın bilimdeki gelişimi o dönem mi başlıyor?
M. Önal: Evet. O zaman Harranlılar Sokrates'i, Eflatun'u, Aristo'yu Tales tanıyorlar. Bunların eserleri tercüme ediliyor, okunuyor. Zaten Helenizm dediğimiz şey de bu değil mi? Batı ile doğu kültürlerinin karışıp kaynaşması… Fakat bilim alanında Yunan etkisi daha egemen. Mısır etkisi de var. İskender Mısır'a gidince oranın kültürünü de harmanlıyor. Daha sonra Hindistan'a doğru uzanıyor. Bu karışıp kaynaşma bilimi zirveye çıkarıyor. Hatta bu kültür Harran'da o kadar etkili oluyor ki şehir bir dönem "Hellenepolis" olarak anılıyor.
M. Sarmış: Bu bilimsel gelişmede inancın da etkisi var. Mesela gök cisimlerine inandıkları için tanrılarını tanıma gayreti astronominin gelişmesini sağlıyor.
M. Önal: Tabii. Ancak Harran, sadece astronomide değil bilimin birçok dalında hızlı bir gelişme içine giriyor. Esas meyvelerini ise 9. ve 10. yüzyıllarda veriyor.
M. Sarmış: Yani İslami dönemde.

M. Önal: Evet. Çünkü erken İslami dönem çok hoşgörülü. Hıristiyan olsun, Yahudi olsun, pagan olsun, ne olursa olsun, eğer ilim çalışıyorsa özgür… Bir halifeyi düşünün, Sabit bin Kurra'yı başöğretmeni yapıyor. Sabit bin Kurra kim? Bir Sâbiî. Yani yıldızlara, gezegenlere tapan birisi. Bağdat'ta Beytülhikme'nin başına onu getiriyor. Sen buradaki öğrencilere paganizmi öğretirsin filan demiyor yani, öyle bir şey düşünmüyor. Matematiği, astronomiyi, tıbbı, diğer ilimleri en iyi kim biliyorsa onları Bağdat'a çağırıyor, gelin özgürce ders verin, ilimle uğraşın diyor. Sabit bin Kurra'yı, Battanî'yi, diğerlerini çağırıyor. Battanî sonradan Müslüman oluyor, ama çağırdığı zaman daha Sâbiîdir. Yüzlerce Harranlı pagan bilim adamı davet ediliyor, eğitici olarak görev veriliyor, destekleniyor. Onlar da bu ortamı iyi değerlendiriyor, bir çalışacaksa on çalışıyor. Kitaplar yazıyorlar, tercümeler yapıyorlar. Yunancadan tercüme ettiklerini yorumluyorlar, kendilerini geliştiriyorlar, yeni keşifler ve icatlar yapıyorlar. Mesela Battanî küresel usturlabı icat ediyor. Dünyanın aya ve güneşe olan uzaklığını neredeyse hatasız hesaplıyor. Güneş yılını da bugünküne çok yakın olarak hesaplıyor. Böyle yüzlerce bilim adamı biliniyor.
Nitekim bunun sonucu olarak faaliyet gösteren beş medrese, mabetlerin eğitim mekânları ve özel eğitim mekanları ile Harran'ın dünyanın en eski üniversitesi olduğu söyleniyor.
M. Sarmış: Bu konuya yeniden döneceğiz. Bir ara soru sorayım. Bu Harranîler kim? Etnik bir grup mu? Yoksa kültürleri gibi farklı zamanlarda gelmiş insanlardan oluşan melez bir toplum mu? Sami, Arap, Süryani, Farisi, Helen gibi… Sâbiî ismini sonradan alıyorlar. Oraya da ayrıca geleceğiz.
M. Önal: Saf bir topluluk olmaları mümkün değil. En eski devirlerden beri birçok devlet buraya hakim olmuş, dolayısıyla onların insanları da gelip yerleşmiş. Akkadlar, Asurlular, Babiller, Hurriler, Mitanniler, Hititler, Büyük İskender'le beraber Yunanlılar ve diğerleri… MÖ 1200'lerden itibaren Aramîler gelmiş. Sade Harran değil, Diyarbakır ve Urfa dâhil bölgede yoğun bir Aramî nüfus var. Harranîleri sadece Aramîlerle de sınırlandırmak olmaz. Samiler de var. Hepsinin birleşim noktası inanç. Sin Tanrısı ve onun etrafında geliştirilen politeizm inancı. Bütün bu farklı etnik kökenden gelen halk, yaşadıkları şehirden dolayı "Harranîler" olarak adlandırılıyor. Fakat şehirde Yahudi ve Hıristiyan unsurlar da var. Havralar, kiliseler var. Sonraları Müslümanlar da dahil oluyor. Müslüman deyince o gün için Arapları kast ediyoruz.
M. Sarmış: Halife Me'mun zamanından itibaren ise Sâbiîi ismi öne çıkıyor. Nasıl oluyor o isimlendirme?

M. Önal: Abbasi halifesi Me'mun 830'da Bizans'a karşı bir sefer sırasında Harran'a geliyor. Kendisini karşılayanlar arasında saçları uzun, sakallı, kılık kıyafeti farklı insanlar görüyor. "Müslüman'a benzetemedim, bunlar kimdir?" diye soruyor. Yanındakiler de bunların Harrânîler olduklarını söylüyorlar. İnançları nedir diye sorunca da yıldızlara, gezegenlere inandıklarını söylüyorlar. O zaman Me'mûn, "Kur'an'da bunların ismi geçmiyor. Ben seferden dönene kadar ya Müslüman olacaklar ya da Kur'an'da ismi geçen dinlerden birine girecekler. Aksi takdirde onları cezalandırırım, Harran'da yaşamalarına izin vermem." diyor. O gittikten sonra Harranlılar Kur'an'ı inceliyorlar ve Sâbiî isminde karar kılıyorlar. Aslında o sırada Mezopotamya'nın güneyinde yaşayan esas Sâbiîlerle alakaları yok. Bir çeşit kurtuluş yolu olarak böyle bir tercihte bulunuyorlar. İslam hukukundaki zimmîlik statüsünden faydalanıp cizye ve haraç vererek yaşayabilmek için… Bu arada Hıristiyanlığı ve Müslümanlığı kabul edenler de oluyor. Fakat çoğunluk isim değiştirerek de olsa eski inancını sürdürüyor. Ondan sonra Harranî yerine Sâbiî olarak anılmaya başlıyorlar. Bu yüzden o dönemde Harran'da yetişen bilim insanlarının adlarında da hep Sâbiî ilavesi vardır.