M. Sarmış: Yolda arkadaşlarla da konuştuk. Alevilerin ülke genelinde eğitim seviyesi yüksek. Kısas'ta nasıl?
M. Acet: Burada da günü gününden öyle. Başka birçok yerde okul yokken Kısas'ta daha 1929'da ilkokul varmış. Hemen hemen herkes okuryazardır. Gençlerimizin çoğu yüksekokul mezunudur.
M. Sarmış: Halkın başlıca geçim kaynakları neler? Ne gibi işlerle meşguller?
M. Acet: Eskiden küçükbaş hayvancılık da çoktu, ama bitti. Fırat'ın suyu gelmeden önce sürülerle koyunlar vardı. Su gelince mera kalmadı, yaylım imkânı kalmadı. Hayvancılık bitti. Herkes tarımla uğraşmaya başladı. Kimi kendisi ekip biçiyor, kimi toprağını icara veriyor.
M. Sarmış: Çevrede aşiret sistemi büyük ölçüde devam ediyor. Bazıları "ağa" adını kullanmasa da ağalar var. Kısas'ta durum nasıl?
M. Acet: Kısas halkında aşiret yapısı yok. Ağa da yok. Hepsi Türkmen. Çeşitli boylardan geliyorlar.
M. Sarmış: Türkmenler, bir başka adıyla Oğuzlar 24 boya ayrılır. Kısas halkının kendini nispet ettiği boylar var mı?
M. Acet: Var, ama kimse pek bilmiyor. Ben biraz araştırdım. Hepsine genel olarak Türkmen diyoruz. Karakeçili'den bir kişi gelmiş. Badıllılardan bir ev gelmiş. O da kan davasından kaçıp gelmiş. Zamanla burada çoğalmışlar. 1820 yılından gelenlerin toprağı yok.
M. Sarmış: Hâlâ yok mu?
M. Acet: Hâlâ yok. Az önce söyledim; Seyyid Ahmet, kendi zamanında bir çeşit toprak reformu uygulamış; topraklarının bir kısmını köylülere dağıtmış. Kalan kısmını da oğlu Seyyid Ali dağıtmış. Ama 1820'lerden önce. Onların hepsinin mülkiyeti var. O tarihten sonra gelenlerin toprağı yok.
M. Sarmış: Biraz farklı bir soru sormak istiyorum. Genel olarak Sünniler, hatta bütün Müslümanlar gençlerden şikâyetçi. Sanıyorum dünyadaki diğer din mensupları da öyledir. Televizyonun, internetin, sosyal medyanın, daha başka birçok şeyin etkisiyle gençlerin dinlerinden ve geleneklerinden uzaklaştığını, koptuğunu söylüyorlar. Sizde durum nedir? Gençlerin Alevi Bektaşi geleneklerine bağlılığı ne durumda?
M. Acet: Bizimkiler geleneklerine bağlılar. İnançlarını yaşıyorlar.
M. Sarmış: Mesela cem evlerine devam ediyorlar mı?
M. Acet: Ediyorlar. Muharrem orucunu tutuyorlar. Âşıklık geleneği canlılığını koruyor. Gençlerimiz bağlamayı seviyorlar. Deyişleri seviyorlar, dinliyorlar. Fakat bu son zamanlarda her yerde olduğu gibi bizde de uyuşturucu bataklığına düşenler oldu. Fakat genelde inançlarına kültürlerine bağlılar.
M. Sarmış: Âşıklık geleneğine gelelim. Bunun Alevi inancı ile yakından alakası var. Cem evlerinde icra edilen semahlar deyişler eşliğinde devam ediyor. Bize bu âşıklık hakkında neler söylersiniz?
M. Acet: Âşıklık geleneği usta çırak usulü ile devam ediyor. Her sanatta böyledir. Ustasız bir sanat olmaz. Her iş ustasından öğrenilir. İyi bir usta olmanın yolu da iyi bir çırak olmaktan geçer. Cem evi bir okul, bir üniversite. Çocuklar küçük yaşlardan oraya gide gele, her şeyi görerek, yavaş yavaş uygulayarak öğrenirler. Biz de öyle idik. Büyüklerimizi gördük, dinledik, hizmet ettik, öyle öyle yetiştik. Topluluk içinde oturup kalkmayı, sükût etmeyi, adabı erkânı, hayata dair pek çok şeyi öyle öğrendik. Âşıklık da öyle devam ediyor.
Mahmut Kaya: Alevi geleneğinde âşıkların rüyada şerbet içmesi inancı vardır. Sizde de var mı?
M. Acet: Alevilikte var, ama Kısas'ta yok. Bir kişi öyle olmuş. Osmanlı zamanında yaşayan Âşık Kul Biçare… O da Türkmen Cülabı'ndan gelmiş. Rüyasında İmam Hüseyin kendisine bir "dolu" vermiş. Tam içeceği zaman bir el vurup dökmüş. Bardak yere düşmüş. Parmağı ile bardağın bulaşığını alıp yalamış. Bu yüzden dermiş ki "Ben âşık değilim, bulaşığım."
M. Sarmış: Bu iyi oldu… Kısas'ta eskiden beri çok âşık çıkmış. 50'den fazla isimden söz ediliyor. Ben bazılarını duymuştum. Biri sizin de ustanız olan Halit Aşan. Mahlası "Celali" olan Veli Göncü var. Bir de UNESCO tarafından sizin gibi "yaşayan insan hazinesi" olarak seçilen Dertli Divanî var. Röportaja hazırlanırken ondan da bir türkü dinlemiştim. Siz öne çıkmış isimlerden kısaca bahseder misiniz?
M. Acet: Önce şunu söyleyeyim; her saz çalan âşık değildir. Kısaslı olup da bağlama çalan herkese âşık deniliyor, ama öyle değil tabii. Benim zamanımda, yani 60'ların sonundan, 70'li yıllardan bahsediyorum, cem evinde 4-5 kişi bağlama çalardı. Yaşlı insanlardı. Giderdik, ellerine bakardık. Biri Halit Amca, Âşık Halit Aşan. Onun mahlası yok. Onun âşıklığı aileden geliyor. Babası, dedesi, dedesinin babası âşıkmış. Veli Göncü, aslında cümbüş çalardı. Urfa müziğine daha çok aşinaydı, daha çok Urfa müziği ile uğraşırdı. Urfalı müzikseverlerle düşüp kalkardı. "Âşık Doksandaon"un esas adı İsmail Kondu'dur. Konar göçer olup, sonunda Kısas'ta temelli konduğu için "Kondu" soyadını almış. Cem dedesi idi. Sazı zayıftı. Sesi de yoktu. Ama müthiş deyişleri, nefesleri vardı. Söz olarak çok yetenekliydi. Dertli Divanî dediğiniz gibi UNESCO tarafından "yaşayan insan hazinesi" olarak seçilmiş. O benden öncedir. Ben 2015'te seçildim, o zannedersem 2010'da seçilmiş. Aramızda 8-9 yaş var, o benden daha gençtir.
M. Sarmış: Bir de Âşir Kayabaşı var. Şanlıurfa Vakfında tanıştık.
M. Acet: O saz çalmıyor, sadece şiir yazıyor. Şiiri de hece ölçüsünde değildir, serbest vezinde yazar.
M. Sarmış: Kısas'ın kendine mahsus ve oldukça gelişmiş bir müzik geleneği var. Urfa merkezin de çok zengin bir müziği var. Şöyle bir karşılaştırma yaparsanız; arada ne gibi farklar var?
M. Acet: Biz Kısaslılar olarak Urfa müziğine aşinayız. Çünkü geçmişte Mukim Tahir, Kel Hamza, Bekçi Bakır gibi Urfa müziğinin önemli isimleri Kısas'a Gelip giderlermiş. O zamanın muhtarı Sefer Ağa da müziğe meraklıymış. Eski bayındırlık müdürü Sabri Olgun'un babası. Urfalı müzisyenleri davet edermiş, onlar da gelirmiş. Enteresan bir olay da var. Sefer Ağa bir gün, aralarında Buluntu Hocanın da bulunduğu bir ekibi Kısas'a davet ediyor. 1940'ların başı olması lazım; 41, 42 gibi. Köy odasında meşk yapıyorlar. Adamın kendi evi de 50 metre ötede. Bir ara odadan dışarı çıkınca kendi evinden bir takım seslerin geldiğini duyuyor. Gidip bakınca, üç yaşındaki çocuğunun öldüğünü ve kadınların bu yüzden ağlaştıklarını anlıyor. Derhal diğer kadınları evlerine gönderiyor. Çocuğun cesedini sarıp sarmalıyor, eskiden evlerde şire sandıkları olurdu, onun içine koyup kilitliyor. Kilidi de yanına alıyor. Eşini de kesinlikle sesin dışarıya çıkmayacak diye tembihleyip müzik meclisine geri dönüyor. Tabii hiçbir şey söylemiyor. Sabaha kadar meşk ediyorlar. Sabahleyin çorbalarını içip de ayrılacakları zaman Sefer Ağa Buluntu Hocaya "Hocam, bir cenazemiz var, gitmeden onu da defnedelim." diyor. Adamlar "Ne cenazesi yav?" deyince de, "Dün akşam köleniz öldü. Ahenk bozulmasın diye size söylemedim." diyor. Adamlar şoke oluyorlar. "Niçin söylemedin?" filan diye sitem ediyorlar. Bu arada şunu da belirtmem lazım. Buluntu Hocanın bulunduğu bir mecliste sabahlara kadar devam eden meşk deyince yanlış anlaşılmasın; sadece müzik var. Alkol yok, içki yok. Şimdi bu Sefer Ağanın yaptığı her babayiğidin harcı mı?
M. Sarmış: Şaşılacak bir durum gerçekten.
M. Acet: Bizim Kısaslılar Urfa müziğine vukuftur. Urfa türkülerini de okurlar, hoyrat da okurlar. Urfa sıra gecesinde ne varsa bilirler, söylerler. Ben de okurum. Bizim deyişlerimiz cem evinde okunur, muhabbet ortamında okunur, ama her yerde okunmaz. Mesela bir kına gecesinde okunmaz. Biz de kına gecesinde Urfa türküleri çalıp söyleriz. Ama Urfalılar bize vukuf değil. Bizim kültürümüzü, müziğimizi, deyişlerimizi bilmezler. Ben yirmi yıl Urfa Halk Müziği Korosunda görev yaptım. Ben onlarla beraber Urfa türkülerini okudum. Hoyrat da okudum. Fakat deyiş okuyan bir Urfalıyı görmedim. Tabiri caizse bir mahallede oturuyoruz, birbirimizi tanımıyoruz. Daha doğrusu onlar bizi tanımıyor.
Emin Karahan: Yani görmezden gelme mi var?
M. Acet: Yani nasıl diyeyim, bilmiyorum. Dediğim gibi 20 yıl koroda görev yaptım. Kısas müziği söz konusu oldu mu, işte deyiş olur, nefes olur, hep ben okurdum. Yahu bir tane de siz okuyun. Benim TRT repertuarına geçmiş 20 kadar eserim var. Nota elinizde, bir tane okuyun da görelim. Okumazlar. Gerçi ağız da farklı. Okuyamıyorlar da… Tek taraflı suçlamak da yanlış olur. Hâ şunu da belirtmem lazım; Kısas müziği koro ile çok okundu. Solo olarak okuyanın olmadığına dikkat çekmek istedim.