Şehirler toplumların kültür aynası ve aynı zamanda geçmişin geleceği bıraktığı zengin bir mirasıdır. Herhangi bir şehre gittiğinizde merakla görmek istediğiniz yerler vardır.

Urfa Hz. İbrahim(a.s.) dan bu yana vardır ve belki daha da eskilere dayanır.

Akabeden Urfa ye yokuş aşağı inerken sizi karşılayan ve adeta şehadet misali iki parmağını gökyüzüne uzatmış Urfa kalesinin o muhteşem iki sütunu görünür.

1960 lı yıllara kadar beyaz taşlardan nakış nakış yapılmış eski Urfa vardı. Samsat kapısı, bey kapısı, Harran kapı zincirli kapı şehrin giriş ve çıkış yerleri idi. Bu kapıların dışında Urfa ya kolay kolay girilemezdi. O zamanın güvenliği açısın dan bu kapılar son derece önemliydi.

Eski Urfa'nın sokakları o zamanın şartlarına göre şayet bir deve yükü ile geçebilirse o genişlikte yapılırdı. Yani bir bakıma trafik bu şekilde ayarlanırdı.

Evler sırt sırta bazıları ile karşı karşıya bazıları ile yan yana evler yapılır, hiç bir boşluk bırakılmazdı. Adeta birbirine kenetlenmiş bir şehir görünümü vardı.

O dar sokaklardan ve kemerden yapılmış üstün de bir oda olan kabartıların altından geçerken kendinizi tarihin derinliklerine bırakır, bambaşka bir dünyayı tahayyül eder ve eşsiz bir tarihte yürüdüğünüzü fark edersiniz. Yaşadığınız devrin çok ötesinde bir alemde kendinizi bulursunuz.

Nakış nakış işlenmiş ve yerine konulmuş her taşın muhteşem bir mimarı eseri olduğunu görür hayranlıkla seyredersiniz. Hele bazı evler vardır ki küçük bir saray gibidir. Ortada çiçeklerle bezenmiş büyükçe bir avlu, kuzeyli güneyli odalar sıcak Urfa iklimine göre yapılmıştır.. Kışın kuzeydeki odalarda, yazın güneydeki odalarda yaşam devam ederken, hele yazın damlarda gökyüzü sanki bir çarşaf gibi sarmalar sizi. Karanlık gecelerin hazzına doyum olmaz, yıldızların kâh oraya kah buraya geldiğini temaşa eder, ayın gümüş vari huzmeleri gecenizi aydınlatır. İlahi azamet ve kudretin sonsuz delilleri adeta üstünüze örtülür.

Zerzembenin serinliği birçok eşyanızın bozulmamasını sağlar. Kuyulara astığınız yemekler ertesi gün tekrar sofranıza gelir Topraktan yapılmış küpler gecenin serinliğinde sabahleyin soğuk suyu size takdim eder.

Konu komşu her kes birbirini tanır, evden çıkarken ve ya eve gelirken rastladığınız komşularla selamlaşır hal hatır sorarsınız. Akşam kapınız çalındığında komşunun ikramıyla karşılaşır, pişirdikleri yemeklerden bir sehen de olsa ikram ederek, sofranız daha da zenginleşir. Derin bir komşuluk, sevgi ve muhabbettin içinde bulursunuz kendinizi.

Çocuklarınız sanki komşuların çocukları gibidir, çocuklara sahip çıkmak komşuluğun vaz geçilmez görevidir. Yatsıdan sonra komşular birbirlerini ziyaret ederken, muhabbet ön plandadır. Elbette ki bu ziyaretlerde yenilir içilir, yaşlılar çocuklara tadına doyum olmayan hikayeler anlatarak hoşça vakit geçirmelerini sağlar.

Evin erkek çocukları evlendiğinde ayrı ev tutmazlar dı. Evin içinde onlara bir oda ayrılır, başlarında dedeleri, nineleri, baba ve anneleri bulunur. Hayatın tecrübeleri o gençlere aktarılırdı.

Sabah vakti girince minarelerden mikrofonsuz çıplak sesle okunan ezanları davudi seslerle dinlerken, bu İlahi çağrının hazzına doyum olmazdı. Sabah namazına gidenlerin ayak sesleri o dar sokaklarda yankılanır ve işitilirdi. Biraz sonra da Usufu tutan kuşlarının ve diğer bazı kuşların sesleri bir orkestra gibi birbirine karışıp giderdi. Sakin ve sessiz bir hayat su gibi akıp giderdi.

Urfa deyince Hz. İbrahim'le (a.s.) Halillürahman ve Anzeliha gölleri ile gölleri ile Urfa adeta bütünleşmiştir. Bu yazıyı burada noktalayalım, Çünkü Urfa'yı çok daha anlamlı dile getiren üstatlarımız var. Biraz da onlar devam etsinler.