15 Mart büyük sel felaketinde evden çıkamamış, gelişmeleri ve o korkunç görüntüleri televizyon ve sosyal medyadan izlemiştim.

Tıpkı depremde olduğu gibi gidebilseydim, görebilseydim, bir ucundan ben de tutabilseydim diye içim çok yanmıştı.

Bazı şeyler tek başına yapılamıyor.

Ancak aradan şu kadar zaman geçtikten sonra bir fırsat çıktı.

Ramazan filan demeden kabul ettim.

Fırsattan istifade bazı hayırseverlerin bendeki emanetlerinin bir kısmını da yerine ulaştırma imkanı buldum.

Bu arada öğrendim ki Urfa'daki sivil yardım kuruluşları kendi aralarında organize olmuşlar.

Selin vurduğu mahalle ve sokakları kendi aralarında, her birinin elindeki yardım malzemelerinin çeşidine ve miktarına göre paylaşmışlar.

Çok güzel!
Urfa'da bu yardım işleri eskiden beri çok iyi yapılıyor.

Belki de en iyi yaptığımız iş.

Ben de bunlardan Akabe Mahallesinde çalışma yapan bir ekibe dahil oldum.

Selin en çok vurduğu yerlerden biri.
Karakoyun Deresinin hemen kenarındaki sokaklar.
Dere hâla çamur rengi akıyor. Yer yer iki tarafındaki duvarları patlatmış.
Aklımda o korkunç görüntüler...
Hemen sonrasında askerlerin ellerinde paspaslarla sokaklardaki temizlik çalışmaları...
Hayat büyük ölçüde normale dönmüştür diye düşünüyordum.
Gördüm ki üst katlar belki ama, giriş katlar hiç de öyle değilmiş.
Bir defa sel istisnasız bütün giriş katları vurmuş. Yer yer ikinci katlara kadar çıkmış.
Yardım çalışmalarını duyan vatandaşlar, artık nerede yaşıyorlarsa gelip kapılarının önünde bekliyor.
Ben, acaba içerileri ne durumda diye merak ederken onlar beni davet edip gösterdiler. "Gir, gez, gör, fotoğraf çek." diye özellikle ısrar ettiler.
Anladım ki seslerini duyurmak istiyorlar.
Girip gördüm ki haklılar.
Durum çok kötü.
Alt katlardaki evlerde bu haliyle oturmak imkansız. Zaten hepsi bomboş.
Sel tavanlara kadar yükselmiş.
Duvarlarda kocaman delikler açılmış.
Kapı ve pencereler kırık.
Eşya namına hiçbir şey yok.
Ya çöpe atılmış veya hurdaya çıkmış.

Geriye kalan üç beş parça da o sırada kamyonetlere yükleniyordu.
İnsanların canı burnunda.
Dediklerine göre ilk günlerde sokaklar iyi kötü temizlenmiş. Fakat evlere müdahale edilmemiş.
Onlar da kendi imkanlarıyla temizlemeye çalışmışlar.
Halen de devam ediyorlar.
Fakat nereye kadar?
Tavan, duvar, kapı, pencere, her yer vıcık vıcık yapışkan bir çamura bölenmiş durumda.

Temizledik dedikleri bile selin ağır izlerini taşıyor.
Bir kısmına ise hiç dokunulmamış, Urfalıların "belle'e" dedikleri cinsten çamur kaplı. Yer yer su dolu.

Bazıları el arabaları ile taşıyıp sokağa boşaltıyor. Konuştuğum gencin biri adeta çamurdan heykele dönmüştü.
İlk geldiğimde ilçe belediyesinin bir aracı tazyikli su ile sokağın alt kısımlarını temizliyordu.
Fakat üst kısımda yağlı çamur birikintileri oluşmaya devam ediyor.
Büyükşehir Belediye personeli de Kondu Caddesi üzerinde kaldırım çalışmaları yapıyordu.
Fakat cadde çok kötü durumda.
Aradan 16-17 gün geçtiği halde durum bu.
Bu gidişle daha haftalarca bu evler oturulacak hale gelemez.
Yarın sıcaklar başlayıp da bu çamur kurursa işlerin çok daha zor olacağı kesin.
Ramazan ayındayız. Vatandaşlar çok dertli. Kızgın. Çok kötü konuşuyorlar.
Yaşlı bir adam köpürüyordu. "Benim buradan iki cenazem çıktı. Onlara mı üzüleyim, bu işlerle mi uğraşayım." derken ağlamaya başladı.
Kadınların elleri böğründe.
Gençler çaresiz, isyanları oynuyor.
Bu insanlar ne zamana kadar akrabalarının evlerinde göçebe olarak yaşayacaklar?
Hani misafirlik de bir yere kadar.
Bir çare bulmak lazım.
Tıpkı sivil toplum gibi resmi kurumların da kendi aralarında organize olup bu insanlara yardımcı olması gerek.

Belki komşu illerin belediyelerinden de destek istenebilir.
Öncelikle sıkı bir temizlik şart.
Sonra asgari ölçüde ev eşyası.
Ve gıda tabii.

Biz giriş katların hepsine birer kuru gıda ve temizlik kolisi, birer de battaniye bıraktık.
Çok dua ettiler.

Yetkililerin de gecikmeden onların duasını alacak işler yapması lazım.