ALTINCI BÖLÜM
M. Sarmış: Başka bir konuya geçelim. Radyo programları, plakları, kasetleri…
O. Güzelgöz: Taş plak da dâhil babam plağa hiç okumamış. 1940'lı yıllardan itibaren onun bulunduğu topluluklardan alınan kayıtlar var. Teyp kasetleri yani. Kasnak denilen makara bantlar… Kayıtlarda çok fazla geçmeyen bir şeyi söyleyeyim. Babamla ilgili en önemli çalışmalardan birisini 1959 yılında iki öğrenci yapmış. Biri meşhur ressam Fikret Otyam, diğeri de onun arkadaşı yazar İlhan Başgöz. İlhan Başgöz sonradan profesör oldu. Her ikisi de öldüler. İkisi de komünist olduğu için o sırada üniversiteden kovuluyorlar. Bunun üzerine Anadolu'yu dolaşıp derleme yapmaya karar veriyorlar. Özellikle de Alevi müziğine öncelik veriyorlar. Fikret Otyam'ın "Gide Gide 1, 2, 3." diye kitapları var. Orada anlatıyor bunları. Urfa'ya da geliyorlar. Urfa müziği üzerine derleme yapmak istediklerini söyleyip kime gidebileceklerini soruyorlar. Kendilerine "Tenekeci Mahmut'a gidin" deniliyor. Babamın Haşimiye'deki Tenekeci dükkânına gidiyorlar.

M. Sarmış: Tam olarak nerede dükkânı?
O. Güzelgöz: Vahdettin Gayberi'nin kokucu dükkânının tam karşısında, köşede, Attar İsa'nın dükkânını solunuza alıp Gümrük Hanına doğru yönelince tam karşınızdaki küçük dükkan. Duruyor hâlâ. Oraya gidip tanışıyorlar, niyetlerini söylüyorlar. Babam işini kârını bırakıyor. Artık kaç gün sürüyorsa, onların sorularına cevaplar veriyor. Bildiği türkülerin nerdeyse tamamını okuyor, onlar da teyplerine kaydediyorlar. Kalan Müzik'te son çıkan CD'nin içinde yer alan türkülerin bir kısmı o derlemeler. Yıllar sonra Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltık beni aradı. "Amerikan İndiana Üniversitesi'nden bir arşiv kaydı bana ulaştı. Gel bir dinleyelim." O zaman İstanbul'dayım. Gittim. Dinledik. Kaydın başında ve aralarda İngilizce konuşmalar var. İşte "Şimdi Tenekeci Mahmut şunu okuyacak" filan diye. Babamın şapkalı bir resmi vardır. Onu da o zaman Fikret Otyam çekmiş. Babam birçok Urfa türküsünü orada okumuş. Bazı mayalar, ağıtlar, hoyratlar da var. O zamana kadar yapılmış en eski ve derli toplu kayıt onlar.

Daha önceki yıllarda da teyp kayıtları var. Aslında Urfa'da teyp kaydı ile müzik arşivi de çok önemli bir olaydır. Bu konu ile ilgili ayrı bir makale yazmak gerekir. Kimler, niçin ve nasıl kaydetmiş? Meraklısı çok. Adam evine belki yirmi otuz kişiyi davet ediyor.

M. Sarmış: "Bant yapmaya"…
O. Güzelgöz: Evet, "bant yapmak" deyimi oradan geliyor. Adam bant yapmak için misafirlerini yedirip içiriyor. Mesela Halıcı Bakır Amca (Dellalbaşı) vardı. İtikadı sağlam, hayatı düzgün bir adamdı. Öyle içki filan sevmezdi. Misafirlerine yemektir, çiğköftedir, tatlıdır filan, mükellef sofralarda ikramlarda bulunur, sonra da onlar söyler kendisi kaydederdi. Üç saat, dört saat boyunca bir makaranın iki tarafını dolduracak şekilde çalınıp söylenir. Bazen Urfa müziği, bazen tasavvuf müziği. Mesela "Defli Bant" diye çok meşhur bir kayıt vardır. Müzik aleti olarak sadece def çalınır. Üç buçuk saat kadar sürer. Tamamen tasavvuf müziği icrasıdır. Kasideler, ilahiler, gazeller, çifteler var, hatta mesnevi var.

Şu anda lokantacılık yapan Gülhan'ların babalarında birkaç kayıt var. Hasan Amca Hal pazarında komisyonculuk yapardı. Bir gün yanına gittim. "Ben Tenekeci Mahmut'un oğluyum." deyince "Otur" dedi. "Ne istisen?" diye sordu. Dedim ki, "Babamın arşivini topluyoruz. Sende de birkaç kaydı varmış." Dedi ki, "Biz kayıt veremeyiz.". "Niye?" dedim. "Babamın sesi değil mi?" Dedi ki "Ne yapayım? Ses babayın ama bant benim." Böyle şakalaşıyoruz. "Ne yapacaksın?" dedi. Ben gerekçe üretmeye çalışıyorum. "Arkadaşlarla beraber dinleyeceğiz." dedim. "Kaç kişiyseniz, hepinizi davet ediyorum. Gelin, yiyin, için, dinleyin, kalkın gidin." Yani vermek istemiyor. Niçin? Adam haklı. Piyasaya çıkanlar, içeriğine bakmadan olur olmaz yer ve şekillerde çalınıyor. Ayağa düşüyor. Onlar bundan korumaya çalışıyorlar. "Bu sesi ben kaydetmişsem, masrafını ben yapmışsam, benim." diyorlar.

M. Sarmış: Kopya da mı yok?
O. Güzelgöz: Kopya da yok. Yıllarca kimseden kopyasını bile alamadık. Sonraları Halil Binbaşıoğlu arşiv çalışmaları yaparken bir kısmını topladı. Bir kısmını "Sucu Mehemed" dediğimiz bir arkadaşımız var, o topladı. Abdullah Uyanık, Kapaklı Pasajı'nda bantçılık yaparken, o topladı. O da şöyle yapıyordu: Kendilerine bir kayıt verip başka bir kayıt alıyordu. Yani o zamanlar ancak böyle oluyordu bu işler. Nihat Ademoğlu'nda da birkaç kaydı var.

M. Sarmış: Nihat Beyi tanırım. Benim ilkokul öğretmenim Emine Ademoğlu'nun eşidir. Şimdi İstanbul'da. Ara sıra görüşüyoruz.
O. Güzelgöz: Ya? Benim de Gazi Ortaokulunda müdürümdü. Biz de çok yakın görüşüyoruz. Beni de çok sever. Babamı da inanılmaz derecede seviyor, kayıtlarını da çok iyi koruyor. Urfa'da iken bir gün beni evine davet etti. Yenge hanım da çok güzel ikramlarda bulundu. Kayıtların hepsini dinledik. Sonra da bana "Hadi güle güle!" dedi.
M. Sarmış: Vermedi yani. Hâlâ mı vermiyor?
O. Güzelgöz: Vermedi. Vermiyor. Hani bir çeşit sahiplenme gibi bir şey. "

Mahmut Kaya: Urfa'da bir çeşit statü gibi.
O. Güzelgöz: Tespih gibi, antika bir şey gibi. İşte "kimsede yok, bende var." diyebilmek için. Bir çeşit havası var.

Tahir Coşandal: Ben bir parantez açayım. Az önce adı geçen Bakır Dellalbaşı bizim akrabamız olur. Hanımının dediğine göre Bakır Amca kasadaki altınları çıkarıp bütün kasnak bantları oraya koymuş. Kadın "Ya hırsız altınlarımı çalarsa?" diye sorunca da şöyle cevap vermiş: "Ben çalışıp altınlarını yeniden alabilirim. Fakat o adamları bir araya getirip o bantları yeniden yaptıramam."

O. Güzelgöz: Doğru, onu ben de duymuştum. Bu kayıt konusunda en meraklı ve en disiplinli çalışanlardan bazıları da Antepliler. Birkaç kişi var. Bunlardan biri Memik Ağa, Memik Cuvoğlu. Sonraları Urfa'dan Halil Hafız Amca (Uzungöl) ile dünür oldular. Antep'te iplikçilik yapıyorlardı. Urfa'dan Halil Hafız Amcayı, Ahmet Hafız Amcayı, babamı, sazlarla, zakirlerle beraber Antep'e çağırırlar. Bir iki kere ben de gittiğim için biliyorum. Arabalarla gelip alırlar, bir gece orada misafir ederler, yeme içme, şu, bu, derken teyplerini kurarlar, müzik faslı başlar, kayıtlarını tutarlar. Bir keresinde sadece babamı ve Hafız Halil Uzungöl'ü götürmüşler. Saz yok, def yok, hiçbir şey yok. Babam bir kibrit kutusu ile ritim tutuyor. Urfa'da bir de bantların adı vardır. "Defli Bant, Kurşunlu Bant, Bülbüllü Bant" gibi. Bunun da adı "Kibritli Bant"tır. Yaklaşık bir buçuk saat sürüyor. Mesela orada bir Kerbela Mersiyesi vardır. "Gel ey gönül gel, ahvalı söyle/Ol Kerbela'da aman aman her halı söyle" diye başlar. Şimdiye kadar Urfa repertuvarında bir kere de Bekir Çiçek okumuştur. O bantta babamla Halil Uzungöl birlikte okuyorlar. Ondan sonra gazeller, ilahiler, türküler okuyorlar. Müthiş bir banttır. Yani bant kayıt konusunun bir ayağı da Anteplilerdir.
M. Sarmış: Radyo konusuna gelecek olursak… Bir hayli program yapmış sanıyorum.
O. Güzelgöz: Çok. İki türlü oluyor. İstanbul'dan, Ankara'dan, Diyarbakır'dan Urfa'ya gelip kendisi ile derleme, kayıt ve program yapanlar var. Ya müzede, ya kütüphanede, ya valilikte, ya belediyede ya da evimizde kayıtlar yapılırdı.

Bir de her yıl Urfa'nın kurtuluş günü olan 11 Nisan'da Urfa gecesi adı altında program yapmak üzere, başkaları ile beraber kendisini de götürürlermiş. Daha çok Ankara'ya. Ankara radyosunun kayıtları var. Şöyle oluyormuş: Okuyucular stüdyoya giriyor. O zaman bant kaydı yok, canlı yapılıyor. Heyet oturuyor. Başlıyorlar söylemeye. O sırada radyoda görevli Ahmet Yamacı, Yücel Paşmakçı, Mehmet Erenler gibi isimler o türküleri notaya alıyorlar. Ve o türküyü söyleyen ismin adına kaydediyorlar. İşte kaynak şu, derleyen şu, notalayan şu diye yazıyorlar. Böylece o türküler yıllarca onu orada okuyan kişinin adına kayıtlı olarak görülüyor. Hâlâ birçoğu öyledir. Hâlbuki gerçek öyle değil. Okuyan başka, türkünün sahibi başka. Bu şekilde birçok türkü babamın adına kaydedilmiş. Babam o türküler benim diyebilirdi. Demedi. "Bunlar anonimdir. Ben ustalarımdan öğrendim. Geleceğe taşıyorum." demiştir. Bize de yukarıda bahsettiğim şekilde "Bu işi ticarete çevirmeyin. Buradan boğazınıza bir lokma girmesin." diye vasiyeti vardı. Biz de titizlikle ona uyduk.
M. Sarmış: Peki televizyona yetişti mi?
O. Güzelgöz: Son dönemlerinde iki televizyon programına çağrıldı. Biri Erşan Başbuğ ve Adem Gürses'in hazırlayıp Mehmet Özbek'in sunduğu "Elimizden Obamızdan" programı. Kendisini bunun için Ankara'ya götürdüler. Bir de TRT, Kültür Bakanlığı ile ortaklaşa olarak "Kaynaktan Radyoya, Televizyona" diye bir proje başlattı. 1984 yılında babamı da çağırdılar.
Biz de beraber gittik. Anavatan Partisi iktidarda idi. Kültür Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu o zaman diğerleri ile beraber babamı da makamında kabul edip "Halk Kültürüne Hizmet Ödülü" verdi. Bir de Ankara'da Arı Sineması'nda program yaptılar. Üç kişi katıldı. Neşet Ertaş'ın babası Muharrem Ertaş, Konya'dan bir başka kaynak kişi olan Mazhar Sakman ve babam… Hem kendileri okudu, hem onlardan alınan türlüler öğrencileri okudu. Babamın türkülerini Mehmet Özbek okumuştu.