DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
M. Sarmış: Değerli hocam, işe biraz ara verip sizin özel hayatınıza bakalım. Ne zaman evlendiniz? Eşiniz kim? Nasıl tanıştınız, nasıl evlendiniz?
N. Kürkçüoğlu: Adı Kadriye. Teyzemin kızı. Babası Asoğulları'ndan. 1970'te evlendik. Çok şükür, çok iyiyiz. Ne diyorum biliyor musunuz? Benim bu dünyada iki tane cennetim var. Biri atölyem, biri de evim. Atölyemde huri yok, ama evimde bir huri var.
M. Sarmış: Ne kadar güzel! Peki, nasıl oldu hocam?
N. Kürkçüoğlu: Ben ortaokulda iken bir gün teyzem beni çağırıp "Kadriye'yi okula kaydet." dedi. O 6 yaşında, ben 16 yaşındayım, aramızda 10 yaş var. Gittim, evden alıp okula götürdüm. O zaman dikkat ettim, sessiz sedasız bir kız. Çok utangaç. Demek ki oradan kafama girmiş. Yani evlenme değil de, onun bu hali. Yani terbiyesi, ahlakı, çekingenliği… Ben de öyleydim. Askerden döndükten sonra annem onu teklif edince, çocukluktaki o hali aklıma geldi, hemen kabul ettim.
M. Sarmış: Maşallah! Allah mesut etsin. Bir de çocuklarınızdan bahsedin.
N. Kürkçüoğlu: Üç çocuğumuz var. En büyüğü Yusuf. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ni bitirdi. Uzun yıllardır İstanbul'da eczacılık yapıyor. Gazeteciliğe de çok meraklı. Ortaokul yıllarında Türkiye Gazetesinin Urfa muhabirliğini yaptı. Üniversitede iken de sürdürdü. Şimdi de bir dergi çıkarıyor. Yazı yazıyor. İkinci çocuğumuz Mehmet Akif ise İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Edebiyat öğretmeni. Urfa Karaköprü'de bir lisede görev yapıyor. Bir de kızımız var. Betül. Evli, ev hanımı. Çocuklarımızın üçü de evli.
M. Sarmış: Kaç torununuz var?
N. Kürkçüoğlu: (Durup saydıktan sonra) Altı tane de torunumuz var.
M. Sarmış: Allah bağışlasın. Babanızın vefat etmeden önce kardeşlerinize babalık yapmakla ilgili bir vasiyeti var. Cihat Hocanın gönderdiği notlarda okumuştum.
N. Kürkçüoğlu: Evet, babam öyle şeyler söylerdi, ama ben pek hatırlamıyorum.
M. Sarmış: Ben oradan okuyayım: "Babam vefat etmeden bizleri bir araya toplamıştı. Abime, "Ben ölürsem, kardeşlerinin babası sen olacaksın, benim görevimi sen yerine getireceksin" vasiyetinde bulunmuştu. Abim de bu vasiyete uydu. Babamızın 1983 yılında vefatından sonra her bayramda, özel günlerde kardeşler olarak evinde toplandık. Teyzemiz kızı olan hanımının misafir sever sofralarına defalarca konuk olduk."
N. Kürkçüoğlu: Doğrudur. Cihat o işleri iyi hatırlıyor. Fuat'ın da hafızası çok geniştir. Çok da güzel yazıyor. "Çapıt Top" kitabı müthiştir. Okuyunca çok şaşırdım. "Bunların hiçbirini ben hatırlamıyorum." dedim. "Uray Otel"i de çok güzel.
M. Sarmış: Haklısınız. İkisini de okudum. Özellikle Çapıt Top çok hoşuma gitmişti. Çok da etkilenmiştim.
Peki hocam. Yine kaldığımız yere geri dönelim. Müdürlük işi olmadı. Peki, ne oldu ondan sonra?
N. Kürkçüoğlu: Bir yıl Şehit Nusret, 9 yıl da Yakup Kalfa'da toplam 10 yıl öğretmenlik yaptım. O sırada esas mesleği radyoculuk olan bir arkadaş askerden gelmişti, boş geziyordu. Bir gün gelip dedi ki; "Senin amcan oğlu Ankara'da Bayındırlık ve İskân Bakanlığında genel müdür yardımcısı. İşçi alıyorlar. Söylesen beni de işe alsınlar." "Olur." dedim. Çocukluk arkadaşım. Çok samimiyiz. Kıramadım. Amcam oğluna bir mektup yazdım. Mektubu alıp Ankara'ya gitti ve kadroyu alıp geldi. Bizim iki katımız maaş alıyor. Hem de rahat. Bunun üzerine ben de oraya geçmeye karar verdim. Aslında öğretmenlik bırakılmaz ama o günün şartlarında istifa ettim. Ankara'ya gittim ve fotoğrafçılık kadrosu ile Urfa Bayındırlık ve İskân Müdürlüğüne geçtim. Yıl 1980…
M. Sarmış: Orada fotoğrafçılık yapmak nasıl bir şey?
N. Kürkçüoğlu: İşte yapılan inşaat alanlarının ve inşaatlarının fotoğraflarını çekeceksin. Ama ben pek öyle bir şey yapmadım.
M. Sarmış: Resim çalışmalarınızdan bahsedelim. 1970'lerde ünlü ressamların resimlerinin kopyalarını yapmışsınız.
N. Kürkçüoğlu: Ona resim sanatında röprodüksiyon deniliyor. Biz "piyasa resmi" derdik. O sırada İstanbul Tıbbiye'de okuyan Burhan Vural bizi oradaki ressamlarla tanıştırmıştı. Merhum Doktor Burhan Urfa'nın yetiştirdiği büyük bir ressamdır. Aynı zamanda hocamız sayılır.
M. Sarmış: O zaman İstanbul'a gidiyorsunuz.
N. Kürkçüoğlu: He ya! Hemen hemen her yıl, on beş tatilde ve yaz tatilinde İstanbul'a gidiyordum. Önce birkaç gün otelde kalıyordum. Bütün arkadaşları geziyorduk. Evlendikten sonra ev aldık. Hanım da geliyordu. Hem de tatil yapıyoruz.
M. Sarmış: Burada bir ara soru sorayım. Yenge Hanım, yani sizin "Huri"niz, sizin resimle bu kadar uğraşmanızdan dolayı problem çıkarmıyor mu? Hani kültür sanatla uğraşan birçok kişinin hanımı bu durumdan şikâyetçi oluyor. Bazısı af edersiniz kuması gibi görüyor. O kadar kitap, dergi, şu bu, evlerinde istemiyorlar. Yerimiz dar diyorlar filan.
N. Kürkçüoğlu: (Gülüyor.) Şimdi olsa çıkarır. Ama o zaman öyle değildi. Bu atölye bizim evimizdi. 6-7 sene bu evde kaldık. Bir odasını atölye yapmıştım. Şimdi olsa kabul eder miydi?
M. Sarmış: Şimdi evde var mı bir çalışmanız?
N. Kürkçüoğlu: Olur mu? Hiç yok. Kabul etmez ki! (Tekrar gülüyor.)
M. Sarmış: Peki, resme dönelim. Piyasa resmi dediğiniz resimler yapıyorsunuz. Manzaralar, peyzajlar, natürmortlar… Nasıl çalışıyordunuz? Yani önceden yapıp dükkâna koyuyorsunuz, isteyenler gelip alıyorlar mı? Yoksa sipariş üzerine mi yapıyorsunuz?
N. Kürkçüoğlu: Tabii. O zaman işler çok iyi idi. Antep'ten Adana'dan gelip toplu sipariş veriyorlar. 40- 50 resim birden. Yetiştiremiyoruz. Bazen "50 tane istedik, sen 15 tane yapmışsın." diye bize kızıyorlardı. Sadece Antep, Adana değil, Mersin, Ankara, Adapazarı, hatta İstanbul'dan bile geliyorlar. Buralara resim yetiştiremiyoruz.
M. Sarmış: Aklınızda var mı? Mesela bir manzara resminin fiyatı ne kadardı?
N. Kürkçüoğlu: 25-30 Lira gibi bir şeydi sanıyorum.
M. Sarmış: O arada "Ağlayan Çocuk", "Gülen Çocuk" resimleriniz de çok meşhur olmuş. Biliyorsunuz, onlar dünya çapında meşhur resimler. İlk çıktıkları zaman İtalya, İngiltere başta olmak üzere dünya çapında çok tutulmuş. Çok eve girmiş. Hatta haklarında bazı komplo teorileri çıkmış. Benim ortaokul yıllarımda onların kartpostalları çoktu.
N. Kürkçüoğlu: Evet, tabii. Onlar dünya çapında meşhur ressamlara aitti. Biz onların kopyalarını yapardık. O kartpostallardaki resimler bizim yaptıklarımızdı.
M. Sarmış: Şimdi elinizde onların örnekleri var mı hiç?
N. Kürkçüoğlu: Vardır, ama kim bilir nerede? Atölyemde resim çok. Çok karışık.
M. Sarmış: O ve diğer resimleriniz artık dergilere kapak oluyor. Afiş haline geliyor. Kartpostallara basılıyor. Mesela kartpostala basma işi nasıl oluyordu hocam?
N. Kürkçüoğlu: Bazıları gelip izin istiyor. Ücret de veriyor. Bazıları izinsiz yapıyor. Öyle kontrol etme imkânımız pek yok.
M. Sarmış: Urfa'da mı oluyor o baskı işleri? Burada var mıydı o teknik imkânlar?
N. Kürkçüoğlu: Tabii. Urfa'da da yapılıyordu.
M. Sarmış: Sonra o piyasa resimleri işi ne oldu?
N. Kürkçüoğlu: Çin işi çıktı. Baskı çıktı. Öyle olunca da piyasa resmi öldü.
M. Sarmış: O resim çalışmaları sırasında tabelacılık da devam ediyor tabii, değil mi?
N. Kürkçüoğlu: Evet, ama ağırlık resimde olduğu için tabelacılık geri planda kaldı. Devam Edecek...