''Ne güzel insanlar vardı eskiden

Ne güzel şarkılar vardı eskiden

Ne güzel zamanlar vardı eskiden.''

Bu sözler ile dile getirir geçmiş zamanların güzelliklerini Özdemir Asaf. Eski şarkıların geride kalmış güzelliğinden bahseder. Şarkılar aşkı, sevdayı, ayrılığı anlatırdı eskiden, en saf duygularımızın yansımasıydı, bizi bize anlatan cevherlerdi eski şarkılar. Şimdi şarkıların tadı tuzu kalmadı; çünkü aşkı da kirlettik yalan duygularımızla. Sevdayı unuttuk sevdiklerimizin yüreklerinde. Belki ayrılıkları dahi temiz yaşayamadığımızdandır şarkıların unutulmuşluğu. Şimdi acı çeken insanların çığlıklarını bastırmak için dinliyoruz şarkıları.

En önemlisi ise şarkılara duygu katan yürekleri eski zamanlarda unuttuk. Biz insanları yıllar öncesinde bıraktık, şimdi birkaç ölü yığınıyla yürüyoruz sokaklarda ve sıcak ekmek kokusu gelmiyor artık duvar arkalarından. Sokak hayvanları için kimse bir kap su bırakmıyor kapının önüne. Kapı aralarında sohbet eden kadınlar, komşusuna bir tas çorba ikram eden güzel yürekler kilitlediler kendilerini kapı arkalarına. Daracık sokaklar arasında koşuşturan çocuklar yok artık…

Artık çocukluk yok; çocukta kalmadı sol yanımızda! Zaman hiç bitmeyen vuslat zamanı, öyle bir zamandır ki sabır taşları eridi dilenmekten köşe başlarında. Kaç yıl geçirdik karanfil kokulu sokaklarda, kimlerin ardından pişmanlık tohumları suladık. 'Bana şah damarımdan daha yakın' dediğimiz insanları emanet ettik eski zamanlara. Büyüdüğümüz sokakların yeri kayıp, belki dehliz gibi bir kuytu köşede sürüklenip gidiyor anılarımız; kim bilir kaç insanı gömdüler sokak başlarına…

Şimdi eskiler tarafından yetiştirilen insanlardan medet umuyoruz. Karşımıza çıkan eskiden kalma o güzel edeplerin tohum saçtığı insanlarla dost olmayı istiyoruz.

Öyle insanlarla dostluk kurmak zor artık, o bağı kuramayanlar hayatlarını velhasıl kısmet, evvela kader ya da şans diye nitelendiriyor. Bu zamanın dostlukları herkesin yeteneği kadar aslında, herkesin hayal gücü ve kafasında kurduğu dünyanın güzelliği kadar.

Yalnızlığımızı 'Beni odamda kitaplarım bekler.' tesellisiyle avutuyoruz artık. Cansız varlıklar daha bir can dostu görünür oldu gözümüze. Bir şiirin satır aralarında arar olduk sevdiğimiz adamı. Eskilere inat her seferinde farklı bir güç ile tutunduk kitaplarımıza. Dostluklar ve insanlar kitap karakterlerine büründü artık.

Canlı dostluklar eski zamanlarda kaldı, arkadaş kelimesi anlamını yitireli çok oldu; oysa arkadaş 'arkamı koruyan taş' demek değil miydi? Şimdi ise dilimizde dolanan basit bir sözcük sadece…

Eski zamanlar, akıp giden su birikintisi, güzel insanların gerçek dünyası, umudun, vicdanın, sevginin en güzel şarkıların söylendiği o sıcak oda… Tüm saf duyguların varlığını yüreğinde sürdürdüğü küçük çocuk, eski yıkık dökük evim, bana öylece bakan edepli kız…

Ve sokak başlarında beni bekleyen dostum ve babamın bir gamze dolusu gülümsediği siyah beyaz fotoğrafları…

Ne demişti şair: 'Ne güzel zamanlar vardı eskiden.'' Eskinin zamanı bile bir farklıydı o vakitler. Ben, sen, siz ya da biz, biz hepimiz eskinin özlemi içinde değil miyiz? Bunun için bu denli güvenmedik mi eskilere? Biz eski zamanlara babamızın gülücüklerini bıraktık. Biz tüm güzellikleri eskillere emanet ettik...

Velhasıl kader, evvela kısmet.

Buda bizim zamanımız.

İşte şimdiki zaman..!

Ahir zaman..!