M. Sarmış: Başka bir şey daha sorayım. Şeyh Müslüm Efendi… (Daha adını söyler söylemez yine "Allah!" diye bir sayha çekti. M.S.)
H. Kaysı: Müslüm Hafız Efendi… Ya Rabbi tövbe! Ya Rabbi tövbe Ya Rabbi! Müslüm Hafız Efendi, hafız-ı Kur'an. Zahiri ilimde zirve bir zat. Aynı zamanda Hazreti Resulullah ile irtibat sağlayan bir mürşit. Hazreti Resulullah ile… İsim söylemeyeceğim, maalesef tasavvufu inkâr eden bazı din âlimleri var. Müslüm Hafız Efendiye vazife veriliyor. Bazıları tenkit ediyorlar. Artık dayanamıyor. "Ben Hazreti Resulullah'ın emrini mi yerine getireyim, yoksa sizin sözünüzü mü? Ne ki çirkeften kurtarsak faydadır." diyor. Esrarkeşini, şusunu busunu Allah'ın izniyle yola getiriyor. Böyle bir zat.  Uzun müddet Hasan Padişah Camiinde vaizlik yapıyor. Farsçası çok kuvvetli. Arapçası çok kuvvetli. Hafız-ı Kur'an, mürşid-i kâmil… 

M. Sarmış: Rafi Hafız'ın da şeyhi ve hocası…
H. Kaysı: Evet, onun da hocası. Müslüm Hafız Efendi'nin hocası da Kürt Hacı Ali Efendi, Hacı Abbas Efendi, Miftahizade Hasan Efendi…

M. Sarmış: Müftü Hasan Efendi…
 H. Kaysı: Evet Müftü Hac Hasan Efendi. Kürt Hacı Ali Efendi devrin ilerde gelen âlimi. Hac Abbas Efendi, Müftü Hasan Efendinin de hocası. Hasan Efendi yalnız dinî ilimlerde değil, astronomi ilmi, tarih ilmi, coğrafya ilmi… Bunlarda da zirvede bir âlim. Müslüm Hafız Efendi Hasan Padişah Camii'nde vaaz verirken, hocası Hac Abbas Efendi ile Hac Hasan Efendi caminin dışındalar. O zaman hoparlör yok. Çıt çıkmıyor. Vaizin sesi dışarıya kadar geliyor, çok net anlaşılıyor. Hac Abbas Efendi Hac Hasan Efendiye soruyor. "Bu vaaz veren genç kimdir?" Hasan Efendi "Efendim, Müslüm Hafız Efendi." diyor. "Nerden tahsil etmiş?" diye sorunca da tevazuundan dolayı "Benden izinlidir." diye cevap veriyor. Bunun üzerine Hac Abbas Efendi "Bakıyorum, çekici bizim çekice benziyor." diyor. Yani Müslüm Hafız Efendi böyle bir zat. Türbesini biliyor musun?

M. Sarmış: Biliyorum. Harrankapı Mezarlığında. Daha önce ziyaret etmiştim.
H. Kaysı: Rütbesi çok yüksektir ha!

M. Sarmış: Sizin kendisine tarikat bağlantınız var mı?
H. Kaysı: (Derin bir iç çekerek ağlamaklı bir sesle;) Oraya bağlıyım. Oraya bağlıyım. Oraya bağlıyım. Meclisinde çok oturdum. Askere gitmeden evvel. Zaten askerden geldikten sonraydı, 1958'in sonu muydu, ilarahmetillah! Kurban Bayramının ilk günü vefat etti.

M. Sarmış: Allah hepsine rahmet eylesin.
H. Kaysı: Onun şeyhi Kerküklü Şeyh Abdurrahman Efendi. Duydun mu?

M. Sarmış: Biliyorum. Bediüzzaman Mezarlığında Nebih Efendi'nin yanında yatıyor. Ziyaret etmiştim.
H. Kaysı: Bak, üç kabir var orada. Nebi Efendi, Şeyh Abdurrahman Efendi, Kürt Hacı Ali Efendi. Üçü yan yandalar. Laf lafı açtı diye söylüyorum. Kerküklü şeyh Abdurrahman Efendi, Bağdat'ta cami imamı. Meşayıhtandır. Yatsı namazından sonra cami kapanacak. Müezzine diyor ki "İçeride kimse var mı?" Müezzin "Efendim birisi var; hasıra sarılmış yatıyor." diyor.  Şeyh Abdurrahman Efendi gidip adama "Kalk, cami kilitlenecek." diyor. Adam da "Kalkayım, ama sen de Urfa'ya tayin edileceksin ha!" diyor. Dolu adam. Allah dostu. Manevi yoldan Cenab-ı Allah'ın izniyle, Resulullah'ın emriyle ve silsile yoluyla Urfa'ya tayin ediliyor. Dört oğlu vardı. İkisi cami imamıydı. Biri okul öğretmeni, öbürsü de Urfa'da başka bir görevdeydi. Ya Rabbi tövbe! Ya Rabbi tövbe!

M. Sarmış: Arada sormayı unuttum. 1960 İhtilali olduğunda siz 24-25 yaşlarında bir gençsiniz. Askerler yönetime el koydu. Sıkıyönetim ilan edildi. Hatırlıyor musunuz? Size, ailenize, çevrenize etki eden bir şey oldu mu?
H. Kaysı: Bize etki eden bir şey olmadı. Sıkıyönetim vardı bir tek… Ondan birkaç ay sonra… Mevsim yazdı. Gün doğmuş doğacak… Bir tayyare sesi geldi. Duyana etki yapacak bir ses çıkardı. Sonra öğrendik ki Dergah'ta Bediüzzaman'ın kabrini açıp cenazesini götürmüşler. 

M. Sarmış: O zaman Bediüzzaman'ı da sorayım. Ömrünün sonunda Urfa'ya geliyor, Köprübaşı'nda İpek Oteli'nde kalıyor. Ben daha önce bahsettiğim Eski Urfa yürüyüşlerim sırasında kaldığı odayı da gördüm. O sırada kendisini ziyaret etmek için geliyorlar. Otelin önü çok kalabalık oluyor. Orada vefat ediyor. Cenazesi Ulu Cami'den kaldırılıyor. Yine çok kalabalık. Siz dindar bir genç olarak katıldınız mı? O dönemle ilgili bir hatıranız var mı?
H. Kaysı: Ulu Cami'ye cenazesi geldi. Kur'an hatmi yapıldı. Sonra Dergâh'a defnedildi. Orayı biliyor musun?

M. Sarmış: Biliyorum.
H. Kaysı: Gömüldüğü yerde iki tane sekizgen kubbe vardır. Orayı merhum Hafız Müslüm Efendi (K.S) Hazretleri yaptırdı.

M. Sarmış: Daha Bediüzzaman Urfa'ya gelmeden…
H. Kaysı: Eskiden, eskiden… Allah cümlemizi affede; Nur Cemaatine mensup olanların bir kısmı diyorlar ki; "Efendim Burayı Müslüm Hafız Efendi yapmış; kendisine "Burayı kim için yapıyorsunuz? Kendiniz için mi?" diye sormuşlar; güya o da "Buranın sahibi gelecek." demiş. Böyle bir şeyin aslı astarı yok. Kesinlikle! Ben içindeyim. Orada bir metre kaz su çıkar, mezar olur mu?

M. Sarmış: O kubbeleri niçin yapmış o zaman?
H. Kaysı: Dergah'ın çevre düzenlemesini yaparken o kubbeleri de süs olsun diye yapmış. Çok büyük bir zattı. O dışarıdaki iki kemerli kapıyı yaparken yonucuya "Gönyeyi getir." dedi. Taşın üzerine koydu, "Bunun etrafını şöyle şöyle oy." dedi. Ben üstündeyim, şahidim. Orası da aynen Kudüs'teki Mescid-i Aksa'nın şeklindedir. Yani Hacı Müslüm Hafız Efendi oraya filanca gömülecek, ben gömüleceğim gibi bir şey kesinlikle dememiştir.

M. Sarmış: Zaten kendi mezarı da Harrankapı'da.
H. Kaysı: Kendisi hayatta iken "Benim yerim Harrankapı Mezarlığıdır." demiştir. Bir sual sorulunca diyor ki "Manen emir aldım." Yani Harrankapı'ya gömülmek için. Allah hepimize iman selameti vere. Şeyhi Kerküklü Abdurrahman Efendi kendisine "Sen Mahşer günü kalkıp buradakilerin, yani mezardakilerin önüne düşeceksin." diyor. Derecesi o kadar yüksek bir zat, bir veli. Onu ziyaret edin ha!
M. Sarmış: Etmiştim daha önceden.
H. Kaysı: Sıkıyönetim zamanı Alaaddin Kral vardı.

M. Sarmış: Vali.
H. Kaysı: Tümgeneraldi. Buraya vali oldu.

M. Sarmış: Despot bir adammış. Hakkında iyi şeyler söylenmiyor. Sizin onunla ilgili söyleyecek bir şeyiniz var mı?
H. Kaysı: İslam'dan uzaktı. Mirine Hoca vardı. Bilir misin? Esas adı Mehmet Lütfi Okumuş. Tuzeken Camii'nin imamı. Zıbınla dolaşıyor. Uzun sakalı var. Bir gün yolda bu vali onu görüyor. Sakalına el atıyor. Hoca "Elini çek. O Hazret-i Resulullah'ın sünnetidir." diyor. Yiğit adam. Lafını esirgemiyor.
Yine bir gün başında takke üstünde zıbınla dolaşırken karşısına polis çıkıyor. "Kıyafet Kanunu var; zıbın yasak. Niçin giydin?" diyor. Hoca "Sünnet olmuşum." diyor. "Bu yaşta sünnet mi olunur?" deyince de  "İstersen açıp göstereyim." diyor. (Gülüyor, gülüyoruz.)

M. Sarmış: Onun bu türden başka sözleri de var.
H. Kaysı: Bir şey daha söyleyeyim. Mevsim yaz. Bilirsin, eskiden yazın damda tahtlarda yatılırdı. Tahtın etrafına çığ çekilirdi. Gecenin geç bir saatinde kapı çalınıyor. Damdan bakıyor, kapıda birkaç tane polis. Hanımına diyor "Hakkını helal et. Beni götürecekler."

M. Sarmış: Yine 27 İhtilali sırasında mı oluyor?
H. Kaysı: Ondan evvel. Tek Parti zamanı, İnönü devri. Neyse… Uzun külotla aşağı iniyor. Kapıya çıkıyor. Polislerin yanında bir çocuk da var. Emniyet müdürünün çocuğu imiş. Polisler "Çocuğu akrep soktu. Bir şeyler yap." diyorlar. Mirine Hoca "Bilmem nesini ne ettığım akrap, sohma zamanını mı buldi?" deyip parmağını çocuğun akrebin soktuğu yerine sürüyor, çocuk iyileşiyor.
Haşim Kaysı: Bir de onun minare ile ilgili bir olayı vardır.

M. Sarmış: O çok meşhur.
H. Kaysı: Onu da söyleyeyim. Yine o dönem. Camiler satıldı. Hoca da Tuzeken Camii'nin imamı. Kendisi tuvalette iken iki kadın camiye giriyor. Kendi aralarında "Burayı oturma odası yaparız, burayı misafir odası yaparız, burayı mutfak yaparız diye konuşmaya başlıyorlar. Hoca tuvaletten çıkıyor. Daha uhçuru (uçkur, bel bağı) elinde. "Tamam, onların hepsini yaptınız... Peki bu minareyi nereye koyacaksınız?" diyor. Kadınlar hemen "vış vış" deyip kaçıyorlar. Mirine Hoca… Allah rahmet eylesin. Bilgisi vardı, vaaz da verirdi. Mesleği de marangozluk. Bir hadisesi de vardır. Anlatayım mı?

M. Sarmış: Anlatın tabii.
H. Kaysı: Kuyumcu tellalı Bozan Amca vardı. Meşhur Hafız Halil Uzungöl'ün babası. Kuyumcu değil, kuyumcu tellalı. Yani kendisine verilen altınları satmak için dolaştırıyor. Mirine Hoca da dediğim gibi marangoz. Bir gün Mirine Hocaya diyor ki, "Ben malzemeyi alayım bize bir divan yap." "Olur." diyor Hoca.

 Gün tespit diyorlar. Yapmaya başlıyor. Bir ara Bozan Amcaya diyor ki, "Biraz pekmez getir. Çivileri batırıp öyle çakayım ki çabuk paslansın, sağlam olsun." O zaman her evde pekmez küpü vardı. Böyle şeker çok yoktu. Hep pekmezdi. Bozan Amca gidip bir tasın içinde pekmez getiriyor. O gidince, Hoca pekmez tasını alıp kafasına dikiyor. Bozan Emmi gelince de "Pekmez yetmedi, yine getir." diyor. Gidip bir tas pekmez daha getiriyor, hoca onu da içip bir daha istiyor. Yetmedi diyor. O gidip bir daha getiriyor, onu da içiyor. Bunun üzerine Bozan Emmi "Yanarsan ha!" deyince hoca da "Asıl pekmezini içtim diye sen yanıyorsun." diyor.

M. Sarmış: Latife yapmayı seviyor. Kuvvetli de bir şair. Lütfü mahlasıyla divan edebiyatı tarzında şiirleri var. Birisi çok meşhur, ben de çok severim. "Olayım" redifli gazel. Müsaadenizle ilk beytini okuyayım:
"Nice bir hasret-i dildâr ile giryân olayım
Yanayım âteş-i aşkın ile büryân olayım"

H. Kaysı: Çok güzel. Allah rahmet eylesin. Büyük adammış.