'Hak yemek, sol elle yemek yeme kadar bu ülkede gündem olmadı' der İsmet Özel. Bir ironinin, çarpık bir düşünceyi yansıtan müthiş bir cümle. Günlük yaşamda sık sık karşılaşıyoruz. Dindarların hali pür melali. İrdelendikçe pis kokular sarıyor her bir yanı.

Tabi durum böyle olunca, Kur'an'ın devrim niteliğindeki kelime ve kavramları kapitalist Müslümanların kardeşlerini sömürmek amacıyla kurdukları şirket, fabrika ve holdinglere isim olmaktan öteye gitmedi.

Sa'lebe'nin koyunları ümmetin arasına dağıldı, cumartesi günü hinliği Müslümanlarda huylaştı ve sahte dindarlık, münafıklık tezahür etti.

Kelime ve kavramları düşünce dünyasının temelini oluşturan canlı metabolizmalardır. İnsanlarla birlikte doğar, yaşar, kemale erer, içi boşaltıldığında ölürler. Cürufuna akılsızlar, kalıbına münafıklar, ticaretine sahte dindarlar, mirasına has Müslümanlar sahip çıkarlar.

Bir Müslüman dinden konuşuyorsa alt yapısını Kur'an'ın doldurduğu kelimelerle konuşması, yazması, çizmesi gerekir. Hocaların siyasi kaygıları ile rehberlik ettikleri gurupların üzerinde bulunduğu düzlem kelime ve kavramlardaki hakikatleri görmelerine engel halleri en büyük handikapları.

Kavram kargaşası yaşayanların sorduğu bir soruya cevap vermek isterim: 'Günümüzde kelime ve kavramlar üzerinden yapılan tartışmaların pratik hayatta bize ne faydası vardır? Bize göre, kelami tartışmalardan öteye gitmiyor. Elle tutulur, gözle görülür bir faydası olmadığı gibi tevhidi(mevcut akide birliğimizi) bozan bir durumdur?'

Makul, akilane ve ümmetin derdiyle dertlenmiş haklı bir soru gibi gözüküyor. Sorunun sorgulandığı pek söylenemez. Cevaba sonunda başlarsak, 'Tevhid' kavramı Allah'ın varlığı, birliği, uluhiyyet, ubudiyet ve rububiyette tekliğini ifade eder. Kelime müslümanların birliği anlamında ödünç olarak kullanılmaktadır. Öyleki 'ödünç anlam' hakiki anlamının önüne geçmiştir.

Ama cemaat ve cemiyetlerin kırmızı çizgiler ve enlerle kültlerini yükseltmek için ağızlarına pelesenk ettikleri bu kavram büyük bir ütopya'dır. Ütopya oluşu temelinde Kur'an'ın olmayışındandır. Şayet Kuran olsaydı, müslümanlar birbirilerine silah doğrultmaz, tevhidi önceleyenler fitne yarışına girmez, fikirdaşlar 'biz' merkezci, tekli teokratik düşünceli çatı platformlar kurmazlardı.

Demogojik sorularla demogojik tartışmalarla fantezi yapmazlardı. Kelime ve kavramlar vahyin süzgecinden geçmediğinde için de muallakta kalıp kuruntularla devrimcilik yapıyorlar.

'İhlas' olarak bildiğimiz süre Tevhid'ten ziyade samimiyet, salavat destek yerine tesbih, tesbih Allah'ı hatırlamak yerine boncuğa indirgenmiş ve içi boşaltılmıştır. Bunun farkında olan kaç kişi vardır!

Tasavvur yanlış olduğunda kelimelerin düzgün telaffuz edilmesiyle esas manayı işaret etmesi mümkün müdür?

'inkarcılara aldırış etme! Onlarla (bu kitap) ile büyük cihat(mücadele)et (Furkan-25/21), Allah'ın ipi(Ali imran-3/103) ve Sibgatullah (Allah'ın boyası-Bakara-2/138) ibareleri Kuranla inşa edilecek bir zihin yapısından bahsetmektedir. Büyük cihad ancak Allah'ın kitabıyla yapılır, kitaptan bize uzatılan iple yolumuzda istikamet üzerinde kalınır, onun boyasına boyanarak samimi olunur.

Vahiy, günlük kelime ve kavramlara yeni manalar yüklemişti. İnsanın imanla, teslimiyetle nasıl bakacağını, tasavvurun nasıl oluşturulması gerektiğinin derslerini vermişti.

İlk devrin Müslümanlar vahyin kelime ve kavramlarıyla bu şekilde inşa oldular, onunla bezenip süslendiler, tasavvurlarını onunla oluşturdular. Bilal köleydi ama iman özgürlüğünün bayrağıydı.
Bilge Amr b. Hişam hakikate karşı kör sağır duruşundan dolayı 'Cehaletin babasıydı(Ebu Cehil).' Yaşamında islama ve Müslümanlara şiddetli muhalefet eden Abduluzza b. Abdulmuttalib ise 'Ateşin babasıydı(Ebu Leheb).' Kime göre köle, bilge ve ateşin sahibi…

Şayet bizde aynı kelime ve kavramların mefhumunu, hocaların tasallutun kurtarıp Kur'an'a sorarsak cevaplarını alacağız. Arapça bilmeye gerek yok. Zira öyle olsaydı kitabı arapça indiren Allah, Arapçayı Müslümanların üzerine farz kılardı.

Şayet Kur'ani kavramlar bugün bizi inşa etmiyorsa, sorun bizdedir. Ya inşa edilmeyi istemiyoruz yada ayet gurupları üzerinde yeterince tefekkür, tezekkür, taakkul, tedebbür ve tertil etmeyerek karanlıklar içinde debelenmeyi seçiyoruz.